Hak mücadelesinde bir Ermeni feminist direnişçi: Mari Beyleryan

- Fidan YILDIRIM
708 views

Direnişçi Ermeni kadınlarından biri olan Mari Beyleryan gazeteci, yazar, şair, öğretmen ve kadın hakları savunucusu kimliği ile tanınmıştır.

1877’de İstanbul’un Beşiktaş semtinde dünyaya gelen Mari Beyleryan’ın ilkokulu o zamanlar var olan Naregyan Okulu’nda okuduğu düşünülmektedir. Ardından Pera Sanat Okulu’nda eğitimini sürdürür. Aynı dönemde bir yandan da Arevelk (Doğu) adlı gazetede Kalipso takma adıyla yazılar yazmaya başlar. Yazılarında ağırlıklı olarak genç Ermeni kadınların yaşamıyla ilgili konuları ele alır. Ermenilerin toplumsal hayatıyla ilgili güncel konuları sorguladığı yazıları büyük ilgi çeker. Çoğu yazısı yurtdışındaki kimi gazeteler tarafından da yayınlanır ve dönemin aydınları arasında edebi ve siyasi tartışmalara önayak olur.

Sergilediği çok yönlü kişilikle dikkatini çektiği öğretmeni Karekin Sırvantsdyants’ın isteği üzerine daha öğrenciliği döneminde Ermeni okullarında Ermenice, Ermeni Tarihi, din gibi dersler verir. Bir din adamı olan hocasının da Mari üzerinde bıraktığı etkiler onun her ne kadar kadın özgürlüğü ve sosyalizm konularında pişse de kilise ve Ermeni Hıristiyanlığı ile bağlarını koparmaması ve bu etkiyi yazılarına da yansıtması ile sonuçlanır.

Hınçak’ta muhabir olarak çalışmaya başlar

Ermeni toplumunda sosyalizmi benimsetmek, sosyalizmin Osmanlı topraklarında kabulünü sağlamak amacını güden Sosyal Demokrat Hınçak Partisi, bu dönemde çoğu Ermeni gibi Mari’nin de ilgisini çeker ve partiye üyelik talebinde bulunur. Ne var ki, yaşı küçük olduğu için talebi kabul edilmez. Partiye üye olamasa da partinin yayın organı Hınçak’ta muhabir olarak çalışma şansını elde eder.

Mari Beyleryan kadın özgürlük mücadelesiyle de ilgilenmektedir. Esayan Lisesi’nin asli öğretmenlerinden biri olan Mari düşüncelerini öğrencileri ile de paylaşır, onlarla tartışmalar yürütür. Okuldaki diğer kadın öğretmenlerle birlikte örgütlenme çalışmaları yürütür, İstanbul ve Anadolu’nun birçok şehrinde kadınları bir araya getirme çabası içine girer.

Sosyal Demokrat Hınçak Partisi tarafından Abdülhamit diktatörlüğüne karşı 15 Temmuz 1890 tarihinde düzenlenen ve Osmanlı topraklarındaki gayrimüslimlerin ilk gösterisi olan yürüyüşte muhabir olarak yer alır. 18 Eylül 1895’te ise, Anadolu Ermenileri’ne uygulanan baskı ve zulmü Batı dünyasına duyurmak ve Abdülhamit’i 1885 yılında kararlaştırılan reformları hayata geçirmeye zorlamak için düzenlenen Babı Ali gösterisinin örgütleyicileri arasında yer alır. Muş dini lideri Peder Nerses Karahanyang tarafından gönderilen kırka yakın kadın da bu direnişte onunla birliktedir. Patrikhane Kilisesi’nde yapılan ayin sonrasında Mari, Patrik’ten hükümete başvurup, reformların uygulamaya konmasını talep etmesini ister. “Halk ya özgürlük ya ölüm talep ediyor Patrik hazretleri!” diyerek az sayıda kadınla birlikte Babı Ali’ye doğru yürümeye başlar. Yol boyunca sayıları katlanarak artan kadınlar, marşlar eşliğinde saraya yürürler. Ancak, hükümetin talimatıyla polisler göstericilere saldırır, kanlı bir çatışma yaşanır.

Mari Beyleryan bu eylemin düzenleyicisi olarak hükümetçe her yerde aranmaya başlar. Bu yüzden artık sık sık evini değiştirdiği, okuldaki derslere kılık değiştirerek katılabildiği gizli bir hayat yaşamak zorunda kalır.

Hakkında ölüm fermanı çıkartılır

Bir gün evi onu tutuklamak için gelen zabitlerce kuşatılır. Evden gizlice çıkmayı başarır ama artık Osmanlı topraklarında yaşama şansı kalmamıştır. 1896 sonbaharında Mısır’a gider. Aynı dönemde Osmanlı hükümeti onun hakkında ölüm fermanı çıkarmıştır.   

Mari yaşamına İskenderiye’de  devam eder. Yazarlık ve öğretmenlik yapar. Bir süre Kıbrıs’ta da öğretmenlik yapar ama kısa sürede Mısır’a geri döner. Kahire’ye taşınan Mari, öğretmenliği sürdürmekle birlikte Ermeni basınında yazmaya devam eder. Burada kendisi gibi Hınçak Partisi yöneticisi olan Avo ( Avedis) Nakışçıyan ile evlenir ama kendi soyadını kullanmaya devam eder.

Mari Beyleryan Kahire’de en büyük hayallerinden biri olan bir dergi çıkarma düşüncesini hayata geçirir. Ocak 1902’de yayın hayatına başlayan aylık dergi ‘Ardemis’, öğrenciliğinden bu yana kurduğu bir hayalin vücut bulmasıdır. Dergi, Ermeni kadınlarının sesi olmayı amaçlamaktadır ve kadınlara özgü bir dergidir. Dergi, ‘Ermeni kadınların kendi hakları ve talepleri olduğu, siyasal ve toplumsal sorunları algılayabilecek bir düşünsel yetiye sahip olduklarını gösterebilecekleri’ düşüncesini işler yayınlarında. İlk sayıdaki sunuş yazısında Mari, ‘Ardemis’i kız kardeşlerine hediye ettiğini belirtir ve şöyle açıklar: “Bu dergiyi sevsin, ona gözünün nuru gibi baksın ve maddi, manevi güçlerini benimkilere katıp her türlü fırtınaya karşı durabilen temeller üzerinde uzun bir geleceğe sahip olsun diye.” Onun için tüm kadınlar kızkardeşidir. O güne kadarki feminist ve kadın çevrelerinden farklı olarak Mari, başkent dışında yaşayan taşralı kadınların sorunlarına eğilmeyi esas alır. Kendi adıyla veya ‘Sone’ takma adıyla yazdığı yazılarda onların sorunlarını işler.

1915 Soykırımı’nda katledilir

‘Ardemis’ Osmanlı topraklarına giremez ama Avrupalılar’a ulaşır. Tanınmış kadın hakları savunucusu ABD’li Alice Stone Blackwell dergiye düzenli yazılar yazar. Dergi dünyanın değişik yerlerindeki kadınların mektuplarla birbirlerine seslerini duyurdukları, sorunlarını paylaşıp çözüm aradıkları bir platforma dönüşür. Mari dergide ayrıca kadınların ekonomik bağımsızlığa sahip olmaları gerektiğini savunur.

Yirmi sayı yayınlanabilen ‘Ardemis’ 1903 yılında ekonomik sorunlar nedeniyle yayın hayatına son vermek zorunda kalır. 1908 yılında Osmanlı’da İkinci Meşrutiyet’in ilanı ve azınlık halklar ile gayrimüslimlere bazı hakların tanınmasıyla birlikte ortaya çıkan yumuşama ortamında Mari Beyleryan İstanbul’a döner. Taşrada kız çocuklarına öğretmenlik yapma hayali vardır. Ancak İzmir’den gelen teklif üzerine buraya giderek Hripsimyant Okulu’nda müdür olarak çalışır. Aynı zamanda ‘Taşink’ adlı bir gazeteye yazılar yazar ve ‘Tebi Ver’ (Yukarıya Doğru) isimli şiir kitabını yayımlar.

1913 yılında Yozgat’taki bir okuldan aldığı teklifle taşrada öğretmenlik yapma hayali gerçekleşir. Ne var ki, bu mutluluğu çok sürmez ve 1915 yılında Ermeniler’e uygulanan soykırımda o da katledilir. Nerede ve nasıl öldürüldüğü bilinmemektedir.

Bütün yaşamını halkının, ‘kız kardeşlerim’ dediği kadınların ve çocukların yaşamlarını güzelleştirmeye adayan bu mücadeleci kadın tarihin külleri arasında unutulmuşluğa terk edilse de, bugün onun kızkardeşleri anısını ve mücadelesini yaşatma çabası içinde bulunuyorlar.

Fidan Yıldırım