Devrim yapmak!

- Müge TUZCUOĞLU
768 views

Dünyanın, kadınların yüzü suyu hürmetine döndüğünü düşünürüm. Sosyal yaşamı, gündelik hayatı yani ömürleriyle dünyayı cesaretleri, güçleri, ayakta kalma başarıları, ayrıntılarla ilmek ilmek ördüklerine inanırım.

Kuşkusuz, belli bir ideoloji çerçevesinde örgütlü mücadeleye dönüşmedikçe bu bireysel inatlar (!), dünyayı kurtarmıyor. Yılgınlık ve içedönüklük yaratabiliyor. Yine de bireyin kendi yaşamındaki inadının, ısrarının devrimci bir tutum olduğu kanısındayım. Ve bunu en çok da kadınlarda görebilir, yaşamı yürütmedeki becerilerini hayranlıkla izlerim.

Nusaybin’de, Suriyeli gelinler ile ilgili bir çalışma hazırlarken Rojavalı- Suriyeli kadınların bu becerilerine yıllar önce tanıklık etmiş ve çok şey öğrenmiştim. Tek başına, “kadın” başına, koca bir sistemi değiştirmeye güç getiremeyince, 70 yaşındaki bir dedenin ikinci ‘karısı’ olma uğruna, kendi yaşamını cesurca değiştiren kadınlar görmüştüm. Bunu bir başarı ve yenilgi olarak görme kısmı tartışılır. Ancak gösterdikleri cesaret dudak uçuklatıcı cinsKADINLAR VE KAMPten! Bir kadın, düğün sabahı, tencereyi komşuya verme bahanesiyle evden çıkıp, kendini mayınlı sınıra vurup, “karşı” tarafa geçip, o evlilikten “kurtulmuştu”! “Karşıda” da, bir akrabasının kuması olarak… Bir başkası, şarkı söylemesi yasaklanınca, tepki olarak, kendi rızası ve inadıyla, “karşıda”, 76 yaşında bir adama kuma olarak gitmişti! Yine bir başka genç kadın, ailesinin zorla evlendirmesine karşılık, üstelik sevdiği adama, sınır tellerinde elveda diyerek, Nusaybin’de evliliğe “kaçmıştı!”

Hikayelerin hepsindeki kadın-erkek, evlilik, sevgi ve trajedi aşikar. Ancak asıl dikkat çeken, hepsinin çok ciddi bir cesaret örneği sergilemesiydi. Ve korkunç derecede zor ve baskı altında bir hayat yaşamalarına rağmen Nusaybin’de başlarının dimdik olması…

Bu kadınların ağız birliği ettiği şey; “Suriye’den Türkiye’nin Avrupa gibi göründüğü” gerçeği idi. Dolayısıyla hangi koşullarda olursa olsun, Türkiye’ye gitmek kurtuluş gibi görünüyordu. Bu kadınlar da, yaşadıkları hayatı kabul etmiyor, başka bir hayatı tercih ediyordu!

Başka bir hayatı tercih eden başka kadınlar da var tabii Suriye’de, Rojava’da. Bize Suriye’nin Rojava olduğunu öğreten kadınlar da! Aynı cesarette, farklı kararlaşmada! Burada ideoloji, burada örgütlülük giriyor devreye! Ve hangi koşulda olursa olsun, hayatını mahvetme pahasına eski hayatından kurtulma uğruna değil; ölüme meydan okuyup yaşamı değiştirme yolu çiziliyor.

Devrim değiştirmek değil miydi? Veya bir nevi meydan okumak? O meydan okuma sırasında çok şeyi göze almak… Yıkmak eski bütün tabuları ve zihniyetleri, yerine yenilerini koyabilmek! Ve tüm bunlar sırasında dimdik ayakta kalabilmek!

Bunu tek başına yapan Qamişlo’lu kadınlar tanıdım. Bir devrimdi onlarınki kendi hayatlarında!

Şimdi bunu bir halk olarak yapan kadınlar tanıyoruz hep beraber! Bir devrimdir onlarınki; hepimizin hayatında! Bize, epesmer tenleriyle, en yoksul kıyafetleriyle, en İslami gelenekler içinde, modernizmin kıyısından geçmeden de devrim yapılabileceğini gösteren kadınlar ve erkekler.

MULTECILERBireysel hayatlarını değiştirebilme cesaretini gösterebilen kadınların ve çocukların ülkelerinden doğdu işte devrim! O şarkıcı kadının, kendini mayınlı tellerin arasına vurabilen kadının ülkesinden… Kendi küçük devrimlerini yapan kadınlardı onlar! Başkaldırmışlardı; sınıra da, sınırın berisindeki hayata da, erk’e de… Sınırın ötesinde yine yakalanmışlardı tellere! Ama olsun! Bir kere berisindeki hayattan kaçmış, ikinci kez de sınırın tellerinden kaçmışlardı ya!

Şimdi, sadece bu hikaye için üçüncü kez yapıyorlar! Ve kazanıyorlar! Kendi küçük devrimlerinden, büyük bir devrim yaratıyorlar.

Hep düşünürüm; acaba o kadınlardan kaçı bu üçüncü devrime katılabildi!

***

32 can, bu kadınların ve çocukların ülkesine çocuk parkı ve oyuncak ve insanlık götürmek isterken katledildi. İşte onların bozmak istedikleri ve işte devrimcilerin kurmak istedikleri dünya da tam bu değil mi? Silahlarla öldürülen çocuklara karşılık, inadına ellerinde oyuncak taşımak…