Dünyayı kadınlar değiştirecek

725 views

Şili’de, Ekim aylarının ortalarında başlayan hükümet karşıtı protestolar, tüm dünyada yankı buldu. Şilililer’in, halk isyanı (rebelión popular) olarak nitelendirdikleri bu kitlesel gösterilere, geniş bir yelpazeden farklı kesimler katılıyordu. Daha ilk günlerden itibaren, insan hakları kurumlarının yayınladıkları raporlardan, gözaltında onlarca kadına tecavüz edildiğini okuyorduk. Biliyorduk, doğruydu. Pinochet ruhu yeniden canlanmıştı. Santiago’da carabineros (Düzen ve Güvenlik Kuvvetleri, polis) tarafından öldürülen, “La Mimo” olarak tüm dünyada tanınan Daniela Carrasco cinayeti, bunun en iyi örneğiydi.

Daniela, Santiago’nun La Victoria (Zafer) mahallesindendi. Bu mahalle, 1970’li yıllarda halk tarafından işgal edilen, tüm diktatörlük dönemi ve neoliberal dönem boyunca, devrimci ruhu yaşatmaya devam eden bir gecekondu mahallesiydi. Daniela, MIR’in (Devrimci Sol Hareket) kalesi olan bu mahallede, sanatını halklaştırarak mahalle çalışması yürütüyordu. Logolarında, “Düzen ve Vatan” sloganıyla iki Karabina tüfeği bulunan, Pinochet’ten bu yana devam eden polis kuvvetlerinin, yani carabinero’ların kurşunlarının adresi gayet belliydi. Zira, Daniela, dünya basınının apolitikleştirip sunduğu, belki Şilililer’in de stratejik bir politika olarak tercih ettiği üzere, sıradan bir sokak sanatçısı değildi. Daniela’ya tecavüz edip daha sonra ibreti alem olsun diye bir parkın korkuluklarına astılar. Bu devletin polis kuvvetlerinin örgütlü tecavüzü ve şiddetinin fotoğrafıdır. Bilmem sizlere de tanıdık geldi mi bu hikaye?..

Geçmişi geleceğe dikmek

Şilili kadınlar, bu hikayeyi gözünden tanıdılar, carabinero’ların hedefi olan gözleriyle. Pinochet’in işkencehaneleri de tecavüz, zorla kürtaj ve deliye döndüren, tarifi zor zülümlerle doluydu. Bir müzeyi doldurmuştu bu hikayeler, yeni kuşaklara anlatılmıştı. Gösterilerin merkezi olan Plaza Republica’nın oldukça yakınında olan Museo de la Memoria y los Derechos Humanos’da (Hafızanın ve İnsan Haklarının Müzesi) işkence odaları sergileniyordu. Girilen her bir odada ise, oradan geçen, geçirilen kişilerin sesleri, hikayeleri… Şimdiki öfkeli çocuklar, bu hikayeleri dinlediler. Bu sefer, tarihin tekerrür gibi görüldüğü ve gösterilmeye çalıştığı bu sefer; tecavüzcüyü de, işkenceciyi de gözünden tanıdılar. Bu sefer, insanlık onurunun ayaklar altına alınmasına izin vermeyeceklerdi. Diretmelerinden, direnmeye devam edişlerinden belli. Biliyoruz.     

İşte; bu sesin içerisinden, Latin Amerika’nın en “maço” ülkelerinden biri olarak görülen Şili’den, yepyeni bir kadın sesi yükseldi: LasTesis.

LasTesis’in feminist düşünürlerin analizlerini birleştirerek ve bunları performatif bir biçimde yeniden şekillendirerek yaptığı Un Violador en Tu Camino (Yoluna Çıkan bir Tecavüzcü) performansı; yine Şili’nin çıkardığı en büyük değerlerden biri olan bir kadını ve onun sanatını hatırlatıyor bana: Violeta Parra’yı. Şair, ressam, halk şiiri, şarkısı ve hikayesi derleyicisi, kısaca sanatın kendisine dönüşmüş bir kadın. Yakın zamanda, sağcı gruplar tarafından yakılan, onun adına yapılmış müzede sergilenen “yama işleri”ne benziyor bu performans. Yama işlerinde; Violeta Parra, geçmişi geleceğe dikiyordu; yerli halk sanatını yeniden yorumluyor ve annesinden öğrendiği yamalama tekniğiyle yepyeni bir sanat ürününü doğuruyordu. İşte; LasTesis de feminist teorisyenlerin fikirlerini yamalayarak ve dünyanın dört bir yanında verilen kadın mücadelelerini, birbirine ekleyerek, Şili’nin küçücük liman kenti Valparaíso’dan, kocaman bir evrensel kadın sesi yarattılar.

‘Bedenimiz ve sözümüz direnişte’

Bir yandan, dünya kamuoyuna Şili’de yaşananları duyurur nitelikteydi, performansları. Bağladıkları gözleriyle, carabinero’ların, göstericileri gözlerinden vurduklarını, performanslarında gösteriyorlardı. Ama, gözler kapalı olsa da, tüm bedenimiz ve sözlerimiz direnişte diyorlardı. Yaptıkları yere çömelme kareografisi ise, yine carabinero’ların gözaltına aldıkları kadınları, bu şekilde beklettiklerine ve bunun eril (maço) bir aşağılama metodu (las sentadillas – oturtma) olduğuna işaret ediyorlardı. Ama yeniden ayağa kalkılıyordu işte, aynen performansta gösterdikleri gibi, aynen tüm dünya kadınlarını ayağa kaldırdıkları gibi.

Performansın üretildiği bağlama yönelik bu atıfların ötesinde bir yere daha seslendiler. Dünyanın birçok yerinde, birçok kadın grubu tarafından tekrarlanmasından da anladığımız üzere, kadınlar açısından, daha derin bir yere dokunuyordu bu performans: Kadınların “müşterek öfke”sine. Eril şiddetin, yani, bir bir erkeklerin ürettiği şiddetten, eril kurumsallaşmanın (devlet, mahkemeler, güvenlik güçleri, vb) desteklediği ve ürettiği şiddete kadar, erkek terörüne parmaklarıyla işaret ediyorlardı: Tecavüzcü sensin! Dünyanın birçok yerinde, birçok kadın, bu sese yankı olarak, LasTesis’in şarkısındaki sözler arası boşlukları dolduruyordu. “Tecavüzcü sensin devlet, tecavüzcü sensin erkek arkadaş, tecavüzcü sensin polis, tecavüzcü sensin papaz, tecavüzcü sensin hoca, tecavüzcü sensin baba!”

Hemen öncesinde ise, geçmişi şimdiye iliştirdikleri sözlerle, “şimdi gördüğümüzü geçmişten de biliyoruz” diyorlardı: Tecavüzcü sendin! Pinochet döneminde yapılanların, artık sonunun geldiğini, geleceğini müjdeliyordu; bu, hafızadan, hafıza çalışmalarının yardımıyla süzülen cümle. Piñera hükümetinin bu uygulamalarının bir yerlerden tanıdık geldiğini hatırlatıyorlardı. Devamında “Tecavüzcüler; polisler, hakimler, devlet ve başkan” diyorlardı. Hiçbir siyasal partinin üyesi olmadıklarını belirten grup, El País gazetesine verdikleri röportajda, “onur, toplumsal adalet ve büyük çapta bir eşitliğin” tüm cephelerde sağlanması için mücadele ettiklerini söylüyordu.

“Feminicidio” ve “machismo”

Burada, amacım tek tek şarkının sözlerini açıklamak değil elbette. Ancak, LasTesis’in, isimlerinin esin kaynağı olan feminist teorilere dair birkaç ipucu vermek yararlı olacaktır. Birbirinden, mesafe olarak uzak olan, ancak kadın mücadelesi anlamında pekala ortaklaşabilen, dünyanın iki ucu arasında, temelleri sağlam bir diyalog için, mütevazı bir adım olarak değerlendirmenizi temenni ederim. Latin Amerika feminizmi ile Jineoloji tartışmaları arasında, olası bir teorik alışveriş için çeviride kaybolduğunu düşündüğüm iki kavramı dikkatinize getirmek isterim. Latin Amerika feminizminin bir süredir tartışageldiği ve LasTesis’in ustalıkla birbirine eklemlediği, birer kelimeye indirgenmiş, oysa altında uzun tartışmalar yatan, kavramlardan birisi “feminicidio” (kadın kırımı), diğeri ise “macho/machismo” (maço/maçizm). Esasında biri, bir diğerini açıklar nitelikte.

Öncelikle, şarkının kapanış sözleri olan “Baskıcı devlet, sen tecavüzcü bir maçosun!” cümlesi ile başlayayım. Bu, bir çırpıda söylenen cümlenin ilham kaynağı, Arjantin asıllı, Brezilya ikametli, feminist antropolog Rita Segato. Kendisinin, Brezilya’nın yine aynı isimli eyaletinde, cezaevlerinde, tecavüz davaları nedeniyle, tutuklu bulunan tecavüzcülerle görüşmeleri sonucu vardığı yargı şöyle: Bu davalar da, buradaki suç da bireysel boyuta indirgenemeyecek suçlar. Tüm bu kişilerin, birleştiği ve dayandığı ortak bir “moral” var: Maçizm. Üstelik bu moral, yalnızca bu kişilerin değil, bizzat devletin ve adalet sisteminin de temelini oluşturuyor. Dolayısıyla, tecavüzcüleri ve tecavüz suçunu, bir bireysel hak ihlalinden öte, topyekün bir “erkek/maço ahlakının” parçası olarak görmeli ve kadınlara karşı topyekün bir saldırı olduğunu ve devletin kurumları ile de desteklendiğini anlamalıyız.

Kadın kırımı ve sömürgecilik

Tam bu noktada, “feminicidio” yani “kadın kırım”’ı kelimelerinin Latin Amerikalı kadınlar açısından önemini anlayabiliriz. Kadına yönelik şiddetin, türlü şekillerde yaygınlığının da nedenleri de bu kelimelerin altında yatan mantıkta yer alıyor. Zira, Latin Amerikalı kadınların bir numaralı gündemlerinin hepsi bir noktada birleşiyor: Kadın bedenine tahakkümün doğal bir hak olarak anlaşılması. Kürtaj yasağından tutalım, fuhuş ve narkotrafik şebeke ağlarında binlerce genç kadının kaybedilmesine, kadın cinayetlerinin yaygınlığından, tecavüz davalarının sonuçlanmadan bırakılmasına kadar, bu konu bir epidemi gibi işliyor Latin Amerika’da.      

Rita Segato, diğer araştırmalarında ise “maçizmin” kökenlerine doğru iniyor. Kadın bedenini tahakküm altına almaya yönelik bu “ahlak bütününün” kökenlerini, bizzatihi Amerika’nın sömürge tarihiyle ilişkilendiriyor. Toprağın bir izdüşümü olarak görülen kadın bedenine, toprağa el konulurcasına el konulması pratiğinin ve fikrinin, sömürge tarihinden bu yana devam ettiğini söylüyor. Abya Yala’nın yerli halklarının toprağa, pachamamá (toprak ana) kelimesi ile seslenmelerinde de bu izdüşümü yankılanıyor. Gelen işgalcilerin, yerli halkların topraklarına el koyarken, “vahşi” olarak görülen  nüfusun, ehlileştirilmesi ve medenileştirilmesi, buna eşlik etmişti. Yerli halkların erkekleri, katliamdan geçirilirken ya da hacienda denilen toplaştırılmış tarlalarda çalışmaya zorlanırken, kadınlara tecavüz edilerek, yeni askerler ve işçiler doğurmaları sağlanmıştı. Ya da, oligarkların evlerinde, her türlü cinsel ve diğer türlü şiddete açık biçimde çalışmak üzere, hizmetçi olarak kullanılmışlardı. Sanırım kadına el konulması fikrinin kökenlerini, bu sömürgeci geçmişte bulmak çok da zor olmasa gerek.      

Namus: Kadın ve toprağın ‘korunması’

Jineoloji tartışmalarının açtığı ufuktan ilerlemeye devam edelim. Ataerki/patriyarka, erkek egemenliğine dayalı ve topyekün bir sisteme işaret eden kavramlar. Ancak bu sistemin, her bağlamda, farklı tarihsel süreçler ve kültürel inanışlarla içiçe geçen, yeniden üretilme mekanizmaları var. İşte; maço ve maçizm kelimeleri, Latin Amerika özelinde bu sistemin nasıl işletildiğine ve tarihsel kökenlerine referans veren kelimeler. Oldukça basitleştirerek söylersek, erkeklerin, erkek olmalarından ve fiziksel olarak güçlü olmalarından kaynaklı olarak, kadınlardan üstün olduklarına inandıkları bir kod. Bu nedenle; maçizm, kadınlara tecavüzü de, kadına karşı şiddeti de “doğal”laştırarak erkekler tarafından olduğu kadar, eril kurumlar tarafından da işletiliyor. Ortadoğu bağlamında ise bu kodun karşılığının “namus” kavramı olduğunu söyleyebiliriz. Zira, namus kavramı, kadının da toprak gibi “korunmasından”, erkeklerin kendilerini sorumlu görmelerine dayanan bir ataerki/patriyarka mekanizması.

LasTesis şarkısında, çeviride anlam kaybına uğrayan bu iki kelime, Latin Amerika’da olsa olsa malumun ilanı olur. Ancak, bu performansın ortaya çıktığı bağlamı anlamak açısından ve sunduğu açılımı kendi bağlamımızda da düşünmek açısından, bu kelimleri dikkatlerinize sunmak istedim.

“21. yüzyılın, devrimci özneleri”

Toparlayacak olursak, LasTesis’in öncelikle Latin Amerika’da, daha sonra ise anlam kayıplarına rağmen tüm dünyada, böylesine karşılık bulması, tam da “maçizm”, “feminicidio” ve dahası patriyarka kelimelerini, doğru zamanda ve doğru yerde söylemelerinden kaynaklanıyordu. Söylenenlere ek olarak, bunu bir performans aracılığıyla, Şili’de devlet terörünün en yoğun yaşandığı ve bu terörün, kadınlara yönelik böylesine vahşi bir biçimde yürütüldüğü bir anda söylemeleri ise cabası. Bütün bunların  ötesinde, LasTesis performanslarıyla, kadınların artık başlarına ne geldiğini analiz ettiklerini ve bu terör karşısında susmayacaklarını gösterdiler ve parmaklarıyla devlet binalarını işaret ederek tüm kadınları mücadeleye davet ettiler. Dünyanın birçok yerinde seslerine ses geldi. Kadınlar artık susmayacaklarını LasTesis ile birlikte haykırdılar. Şili’de ve birçok yerde sağcı faşizan rejimlerin karşısında “21. yüzyılın, devrimci özneleri” olarak yer alacaklarını gösterdiler. Dahası, bunu kendi siyasi gündemleri ve yaratıcı siyaset tarzları ile kendi kendilerine yapacaklarını haykırdılar.    

Son sözü de yine onların ağzından dinleyelim ve yine Şilili kadın sanatçıların barikatlardan doğru yarattığı bir imge ile bitirelim:

“Şimdi, eyleme geçme ve tutarlı olma zamanıdır!”

FOTO: Virgen de las Barricadas.

ALTINA YAZI: Barikat Azizesi, Sizleri Kötü Hükümetlere Karşı Korur.

Performansın ilk kez sergilendiği Valparaíso’daki 25 Kasım etkinliğinden görüntüler:

HYPERLINK “https://www.youtube.com/watch?v=aB7r6hdo3W4”