Kadınların öz yönetimi

- Ruken Aras
818 views

SILVAN - OZ YONETIM25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü yaklaşıyor. Şiddetle mücadelenin tek bir güne sığdırılmaması gerektiğini savunurken, böylesi günlerin de ortak bilinç açığa çıkarmadaki önemli etkisini görebiliyoruz.

Dünya kadın hareketleri şiddetle mücadele ederken şiddetin kökenini, uygulayanını, uygulanma mekanizmalarını ele almaktadır. İki yüz yıla yakındır kadınlar erkek aklın epistemolojisini alt üst eden gerçeklikler açığa çıkardı ve çıkarmaya da devam ediyor.

Erkek egemen devletçi akıl binlerce yıldır kadınlar üzerinden cinsel politikalar belirliyor ve bu politikaları süreklileştirmek, meşrulaştırmak için dinciliği, milliyetçiliği, bilimciliği kullanıyor. Kadına yönelik şiddet bu kadar kanıksanmamış olsaydı binlerce yıl adeta düzenli bir savaş hali gibi bugünlere gelemezdi.

Şiddetle mücadelede en çok tartışılan konular işin yasal boyutu, eğitimler, aktiviteler, kadın örgütlerin örgütlenme ve eylem biçimleri oluyor. Büyük örgütlenmeler, büyük eylemler toplumun zihniyetini sorgulatmaya başlıyor ve büyük dönüşümler de başlıyor. Nitekim hatırlarız, Kürdistan’da  bundan daha 20 yıl önce 8 Mart ya da 25 Kasımlarda kadınlara çağrı yaptığımızda alanlara çok az kadın kitlesi gelirdi. Newroz’a gösterilen duyarlılığın çeyreği kadarına bile razı olurduk o dönemlerde. Ama şimdi kadın buluşmalarında alanlara gelen on binleri yetersiz görmekteyiz. Bu süreç tüm yetersizliklerine rağmen yoğun mahalle çalışmalarının, eğitimlerin, örgütlenmelerin kazanımlarıyla gerçekleşmektedir.

Ancak kadına yönelik şiddetle mücadelede çok daha önemli olan bir noktanın açığa çıkması gerekiyor: Sorunun adını doğru koymak… Çünkü sorunun adı nasıl konulursa o sorunun çözümüne yaklaşım da değişebilmektedir.

Şiddeti doğru okumak…

mrd-14-09-15-nusaybin-firat-mahallesi-halk-direnis4Kadına yönelik şiddeti sadece bir erkeğin bir kadına uyguladığı şiddet olarak görmek tamamen bilgi yapılanmaları ile ilgilidir. Burada da sosyal bilimlerin öğretilerinin kurnazlığı karşımıza çıkmaktadır. Bu şiddetin aslında bir kadına yapılırken toplumsal özgürlüğe yapıldığı görülmediği sürece konu hep yasal çerçevede ya da günlük eylemliliklerle ele alınacaktır. Bu şiddeti güçlü erkeğin zayıf kadına değil; korkak erkeğin gücünü kaybetmekten korktuğu için kadına saldırdığı şeklinde okumadığımız sürece şiddet normalleşerek devam edecektir.

Toplumsal tüm ilişkilerin kökeninde kadın varlığının yani kültürünün, yaratımlarının, üretiminin, toplamında kadın  kimliğinin yattığını bilen egemen zihniyet, kendi sistemini sürdürebilmenin ön koşulu olarak bu kimliği alt etmekle uğraşmaktadır.  Yani cinsel politikalarını devreye sokmaktadır. Büyük tehlike oluşturan kadınlar tamamen  yok edilemeyeceğine göre kadınlık kimliği yok edilmek istenir ve yerine erkek aklın tanımlamaları getirilir: Felsefe kullanılarak  kadın yarım kalmış, sakatlanmış varlıktır, din kullanılarak erkeğin cinsel metası ve kölesidir, bilim kullanılarak gerçekliğinin üzeri kapatılmaktadır. Böylece devlet mekanizması içerisinde kadın kimliğine saldırı doğallaştırılmakta ve süreklileşmektedir.

Erkekler neden kadınlara şiddet uygular?

Kadına yönelik şiddetle mücadelede kendi aklımızla düşünmek ve soru sormak önümüzü açabilir mi? Örneğin ilk soru sorulabilir: Erkekler neden kadınlara şiddet uygular? Toplumun geneline sorulduğunda farklı cevaplar alabileceğiz. Biz kadınlar bunu nasıl cevaplıyoruz? Güçsüz olduğumuz için mi? O zaman ikinci bir soru gelmelidir: Güç nedir? Fiziksel kaba güç neden iktidarın temel taşlarındandır. Peki kaderimiz olduğu için mi şiddet bize reva görülüyor? Burada da tarihsel toplum analizleri devreye giriyor. Ya da dinimiz böyle istiyor mu diyeceğiz? O zaman da tek tanrılı dinlemrd-14-09-15-nusaybin-firat-mahallesi-halk-direnis1rin çıkışı, peygamberler dönemi, kendilerinden sonraki iktidar savaşları ve kadının buradaki konumu ele alınacaktır. Açığa çıkacak gerçeklikler muhtemelen dudak uçuklatacaktır da.

Kürdistan’da ortaya çıkan kadın örgütlülüğü, bunun ideolojisi, bu ideolojinin yarattığı toplumsal deneyim bize göstermiştir ki devletler ve erkekler kadın kimliğinden korktukları için şiddet uygulamaktadır. Onlara göre bu kimlik açığa çıkmamalı, örgütlenmemeli, yaşamı örmemelidir. O zaman ne devlet kalır, ne sınıflar kalır, ne de savaşlar. Çünkü kadın kimliğinin kendisi doğayla uyumu, adaleti, özgürlüğü, barışı bağrında taşır. O kimlik, o kültür binlerce yıl toplumsallaşmanın temel taşlarını oluşturmuştur. Bugün de o kültür yaşamaktadır ancak kapitalist modernite ve dini siyasete alet edenler bu gerçekliği unutturmak için, bir daha asla yaşanmaması için her türlü politikaları uygulamaktadır. Kız çocuklarını yaşamdan koparmak için okula göndermemek, erken evlendirmek, toplumsal cinsiyet rolleriyle büyütmek, bunun için eğitimi, medyayı, dini kullanmak, tarihi yalan yazmak bunlarda sadece bir kaçıdır.

Erkek çocukları ise sistemin sürdürülebilmesi için erkeklik üzerine şekillenmektedir.

Yönetilmeyi reddetmeliyiz

İnsan yaşamının bunca deneyimine, yarattığı toplumsallığına rağmen geldiğimiz nokta kadının metalaştırılması, emeğinin görünmez kılınması, iradesinin kırılmasıdır. Ve bugüne kadar milyonlarca kadın katledildi, tecavüze uğradı, eve kapatıldı, toplumdan dışlandı. Yani yaşamdan bağı koparılsın diye özel savaş yöntemlerinin her biri denendi.

Bugün toplumsal sorunlara karşUntitled-1ılık çözüm yöntem önerilerinde  açığa çıkanlar arasında en çok karşılık bulan “öz yönetim ilkesi”  kadınlar tarafından da önemle takip ediliyor. Toplumsal özgürlük için yaşam bulan özyönetim ilkesinin kadın kimliği açısından da karşılığı bulunmaktadır. Rojava’da sistemi oluşturulan, Bakur’da da Cizre, Nusaybin, Silopi, Amed Sur içi’nde mücadelesi verilen öz yönetim ilkesinin aslında biz kadınlar için de ne kadar önemli olduğu açığa çıktı. Bir halk nasıl ki başkaları, üsttekiler, egemenler tarafından yönetilmek istemiyor ve kendi iradesiyle kendini yönetmek istiyorsa biz kadınlar da başkaları tarafından yönetilmeyi reddetmek durumundayız.

Kadın öz yönetim sisteminin adımları

Toplumsal mücadelede en önde olan Kürdistanlı kadınların direnişi, asaleti, özgürlük inadı cins bilincinin açığa çıkmasında da büyük çatlamalara yol açacaktır. “Benim adıma karar veremezsin, beni sen tanımlayamazsın, sınırlarımı çizemezsin, bana şiddet uygulayamazsın” demek ve içimizdeki potansiyeli açığa çıkararak bu potansiyeli örgütlemek bir kadın öz yönetim sisteminin adımları gibi…

Özyönetim inşa deneyimlerinden de gördük ki erkek egemen devletin temsilcileri girebildikleri mahallelerde önce kadınlara saldırıyor ve onları çocuklarını öldürmekle, eşinin yanında ona tecavüz etmekle tehdit ediyor. Çünkü kadınlar cesur, kadınlar direngen, kadınlar sadık… Diline, kültürüne, toprağına bağlılığını asla kaybetmeyen kadınların özgürlük aşkı hiçbir işkence yöntemiyle yok edilemiyor.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle mücadelede tüm mücadele yöntemleri değerlidir. Zihniyet devrimine inanmak ve bunu örgütlemek de mücadeleye ışık tutacaktır. Eş, baba, abi, dayı, amca, devlet; tüm dışarıdakiler, egemenler, sömürgeciler  bizler adına kararlar alıp bizleri cezalandırdığında içimizdeki Tanrıçaların sesine kulak verip, “artık kendim olacağım” isyanının toplumsallaşması görevi bizleri beklemekte.