Saray Güven ve Alman yargısının katil yüzü

- Rojda YILDIRIM
1.1K views

‘No Estamos Todas’ (Hepimiz Burada Değiliz) sloganını duyup da sarsılmamak elde değil. Belki de kadın cinayetlerini anlatan en çarpıcı sloganlardan biri. Meksikalı kadınlar ülkede yaşanan kadın kırımına karşı dalga dalga yayılan bir kampanya başlattı ve sokaklara döküldü. Uzun yıllardır sayısı henüz bilinmemekle birlikte binlerce kadın katledildi. Amerika-Meksika sınırında toplu kadın mezarları bulundu.

Meksika’daki Ulusal İstatistik ve Coğrafya Enstitüsü’nün araştırmasına göre, ülkede her gün beş kadın öldürülüyor. Ayrıca araştırmalar, Meksika’da 15 yaş ve üstü kadınların yüzde 60’tan fazlasının şiddete maruz kaldığını belirtiyor. Zamana yaydırılmış sistematik kadın katliamlarının arkasında ise devlet-mafya ve maço erkek üçlüsünün ortak imzası var. Hem ne fark ederki. Hepsi de aynı hamurun mayasını taşıyor. Devlet ideolojik olarak yetişemediği alanları erkek ve bir şekilde mafya şiddetiyle dolduruyor. Ve tarihte olduğu gibi “erkek ittifakı” da hızından bir şey kaybetmeden kadına karşı sistematik kırımını devam ettiriyor.

Parçalara bölünen kadın

Tabi bu şiddet Meksika ve Türkiye gibi geri kalmış ülkeler açısından görünür olabilir. Ya da dünyanın gözüne daha fazla sokulabilir. Nihayetinde bu katliamları görünür kılan kadınların ortak mücadelesi. Ancak kendine toz kondurmayan Avrupa ülkelerinde ise çok daha ince yöntemlerle kadın kırımı uygulanmaktadır. Hani bolca reklam yapıp “kadın erkek eşitliği konusunda en ileri düzeylere sahibiz” diyen Avrupa ülkelerindeki talihsizlik kadın kırımının yeterince görünür kılınamamasıdır.

Yaşamın her alanında kadının bir cinsel metaya dönüştürülüp parçalara bölündüğü Avrupa gerçekliğinde neredeyse kadınların çoğu da bu “özgürlükler”e inanmış gibi. Çok az sayıdaki feminist kadın dışında herhangi bir sokakta herhangi bir kadına bile sorsanız, kadın erkek eşitiliği konusunda yapılacak en iyimser yorum, “biz bir Asya ülkesi ya da Ortadoğu ülkesi değiliz ki” olurdu.

Oysaki kadın erkek ücret eşitsizliğinden tutalım kadınların siyasal mekanizmalarındaki temsiliyet düzeyine bile baktığımızda eşitsizlikler diz boyu ve cinsiyetçi uygulamalar hayatın her alanına nüfus etmiş durumda. En son Paris’te erkekler tuvaletlerini daha rahat yapabilsinler diye sokaklara pisuvar konulması buna en açık örnek. Yani erkekler sıkıştıkları an sokak ortasında bir pisuvara yönelebilir ve toplum bunu “erkektir” deyip normal de karşılayabilir. Ancak halen sokak ortasında çocukların emzirilmesinin bile “tabu” sayıldığı zamanlardan geçiyoruz.

“Kibarca işlenmiş bir cinayet”

Hukuksal olarak da durum pek farklı değil. Dünyada yükselen ve siyasete de damgasını vuran “maço yükseliş” devletlerin de desteğiyle daha da ilerlemekte ve bu durum en fazla kadınları vurmaktadır. Bir de mülteci ve yabancıysanız yasalar iki kat cinsiyetçi olabilmektedir. Erkek farklı bir etnik yapıdan bile olsa kadın kırımı karşısında korunabilmektedir.

En son almanya da görülen Saray Güven mahkemesi de buna en açık örnektir. Saray Güven Dersimli Kürt ve yurtsever bir kadındı. Tüm yaşamını kadın mücadelesine adamıştı. Bir erkek tarafından kaçırıldı, ilaç verildi ve katledildi. Kürt kadınları davanın arkasında durdu ve mahkeme süreci boyunca katilin ceza alması için yoğun bir mücadele yürüttü. Ancak en son karar duruşmasında katil Tandoğan’a 12 yıl hapis cezası verildi.

Mahkeme heyeti başkanı hakim Wolker Wagner sunduğu gerekçeli kararında Tandoğan’ın kişilik bozukluğu olduğunu belirterek, elde edilen delillerin, katilin Saray Güven cinayetini ‘planlayarak işlemediği’ ‘kanaat’ine vardı. Yani gerekçeli karar “plansız öldürmek”miş.

Ne kadar tanıdık değil mi? Bütün cinayetlerde rastladığımız cümleler: “Erkeğin psikolojisi bozuk, yapmak istemedi ama oldu işte” dercesine ya da Türkiye’de sıkça duyduğumuz “tahrik indirimi” gibi cümleler Almanya mahkemesinde “maktülün de katille samimiyeti vardı” gibi cümlelerle kibarlaştırılmış bir hukuksal kılıfla “kibarca işlenmiş bir cinayet”e mahkeme heyetinin de nasıl “kibarca” dahil olduğunun açık göstergesi.

“Kadınlar seçeneksiz değildir”

Saray Güven mahkemesi ve alınan karar açıkçası kadın cinayetlerini teşvik etmek ve erkeklere “erkekçe” bir davet olduğu şüphe götürmeyecek kadar açıktır.  Dünyanın neresinde olursa olsun karşımızda örgütlü bir erkek-ataerkil gerçeklik vardır. Bu bazen evde en yakın erkek, bazen sevgili, bazen bir sokak serserisi, bazen bir patron, bazen bir polis, bazen bir hakim, bazen hukuk bazen de bilcümle devlet kimliğiyle karşımıza çıkar. Tandoğan gibi binlerce katil kadınların aklında ve yüreğinde elbetteki lanetlidirler. Ancak bu da yetmemektedir. Sistemin kendisi bir katil olarak karşımızda durduğunda demekki sadece kişileri tek tek teşhir etmek yetmemektedir. Devletlerin kendisini bizzat birer kadın katili olarak ilan etmek ve mücadele etmek tek seçenektir.

Biz kadınlar kendi yargı ve adalet sistemimizi bir şekilde kurmak zorundayız. Tıpkı Hindistan’da kadınların devlete olan güvenlerini tümden kaybedip kendi mahkemelerini kurmaları ve bizzat katilleri yargılamaları gibi. Aksi taktirde Saray Güven gibi milyonlarca kadın yattıkları yerde asla huzur bulamayacaktır…

Meksikalı kadınların da haklı olarak dediği gibi “bir kadın daha eksiğiz” ya da “eksilmeyeceğiz” diyorsak o zaman farklı yol ve yöntemler üzerinde de durmak ve “kadınlar seçeneksiz değildir” demek zorundayız…