Sömürgeciliğe karşı kültürel direniş

- Deniz DEMAN
687 views

Sanat insanlık tarihinin her döneminde varoldu. Tarihten günümüze insanlığın yaşamını sürdürebilmesi ve yaşama becerisi de sanatla iç içe gelişti. İnsanın doğayla olan uyumu, kültürel değerlerini yaratması, bilincini kullanarak yaşamı kolaylaştırma eylemi sanatsal bir eylemdir. İnsanlığın yaşadığı evrim ve gelişim süreçlerinde ürettiği araç-gereçler ve insanın ilk izlerini günümüze taşıyan resimlerde de sanat örneklerini görmek mümkün. Yaşamı anlamlaştıran, derinlik ve estetik kazandıran bu eylemi ressam Barnett Newman “ilk insan, bir avcı, toplayıcı ya da alet yapıcı değildir sadece, ilk insan bir sanatçıydı” diyerek doğrular. Dolayısıyla sanat tarihi, insanlık tarihi kadar da köklü ve eskidir demek abartılı olmaz. 

Sömürgeciliğin kültürel egemenliği

Toplumlar, günümüze taşıdıkları kültürel değer yargılarını sanatla üretmiştir. Gelişmiş, sosyal ve kültürlü toplumlar incelendiğinde, geçmişlerinde köklü bir kültüre sahip oldukları sanat ve sanatsal faaliyetlerinin güçlü ve değerli olduğu görülür. Bununla birlikte toplum ve sanat tarihi kadar olmasa da sömürgecilik tarihi de oldukça eskidir. Sömürgecilik sadece halkların topraklarını zorla gasp edip siyasal ve ekonomik egemenliği altına almakla kalmaz, toplumları tarihsel ve kültürel bir erimeye götürür. Sömürgeci egemenlik bir halkı yok etmenin en etkili yolunun dilini ve kültürünü yok etmekten geçtiğini bilir ve işgal ettiği topraklara kendi okullarıyla dilini götürür ve halkların kültürel değerlerini çarpıtır, kendine mal edip kültürel bir egemenlik geliştirir. Mezopotamya’nın en kadim halklarından olan Kürt halkı da sömürgeci egemenlerin tarihsel ve kültürel kıskancında, onun tahakküm ve soykırımına karşı devrimci çıkışlar gerçekleştirmiştir. Kürt Özgürlük Hareketinin egemenler karşısındaki radikal duruşu ve mücadelesi, Kürt halkının yüz yılları aşan sömürge tarihiyle doğrudan ilintilidir. Dili, kültürü ve tarihi yıllarca inkâr edilen sömürge bir halkın sanatı ve sanatçıları da halkının durumundan farklı değildi. Kürt kültürü tarihsel tınıları, zengin renkliliği ile direnerek kendisini sürdürülür kılabildi.

Kürt tarihinde dengbêjlik

Tüm dünya halklarında olduğu gibi Kürt halkının kültürel dokusunda da yaşadığı coğrafyanın, içinden geçtiği tarihi süreçlerin, toplumsal gelişimin ve sömürgeciliğin izlerini görmek mümkün. Özellikle tarihten günümüze Kürt dili ve edebiyatının tarihsel taşıyıcılığı misyonuyla Dengbêjliğin önemini vurgulamak gerekir. Dengbêjlik kültürünün tarihsel misyonunu göz ardı etmeden, bazı Dengbêjlerin de daha çok dönemin elitleri olan, ağa ve mirlerin divanlarında klamlarını söylediklerini de unutmamak gerekir. Kürt tarihinde Kürt Rönesansı da diyebileceğimiz modern Kürt Özgürlük Hareketi, sömürgecilerin, ulus-devletlerin, egemen sistemlerin dizayn ettiği, toplumun en küçük hücresi Kürt bireyinin beynine nüfus edip esir aldığı bu zihniyeti ve algıyı köke dönüş, “Xwebûn” yani “kendin olma” eylemiyle ters yüz etti. Artık eski Kürt olmayacaktı. Ve Kürdistan’daki hiçbir kültür ve sanatsal faaliyet sömürgecilerin kodladığı gibi gelişmeyecekti. O güne kadar ağaların ve devletin kapısında olan dengbêj ve sanatçıların aksine, kültürü, siyaseti ve sanatıyla yeni bir dönem başlamıştı. 

Hozan Mizgîn ve Sefkanlar…. 

Ulusal bilinç ve özgürlük mücadelesinin örgütlenmesi ve toplumsallaşmasıyla birlikte devrimci sanat da yeniden ruh kazandı. Artık sanatın konusu toplumun en can alıcı sorunu olan özgürlük sorunuydu. Sanatın arayışı da, hakikate ulaşma ve özgürlük problemini çözme arayışı oldu. Bunun için toplumsallığı ve direnişi örgütlemek ve özgürlük tutkusunu sanatın tüm alanlarına yaymak için yeni bir inşa süreci başlattı. Bununla birlikte Kürt müziği de Kürt halkının içinden geçtiği tarihsel süreçlerin içinde önemli bir rol oynadı. Devrim süreçlerini doğru okuyabilen, halkıyla bütünleşen ve dirilişe ayak uyduran sanatçılar, sanatı toplumsallaştırarak var olma ve özgür yaşam arayışındaki mücadelede en etkili aracı olan sanat ile katkı sundular. Bazen sömürgeciliğe sıkılan bir kurşun, bazen yanıbaşındakinin şehadeti ve bazen de sanatıyla direnişe çağırarak devrim süreçlerine yön verdiler. Hozan Mizgîn ve Sefkanlar tam da bu süreçlerin öncüsü oldu. Onlar ait olduğu toplumun, içinden geçtiği tarihi sürece, toplumsallık ve özgürleşme arayışında pozitif bir katkı sunarak halkının devrimci sanatçıları oldular. Aynı zamanda direnişi ve özgürlük arayışını stranlarında örgütlediler. 

Hozan Mizgîn; Kürt, kadın, devrimci ve sanatçı kimliğiyle mücadelede önemli izler bıraktı.

Kürt halkının yaşadığı acıları, baskıyı, direnişi, kadın mücadelesini hem sanatına hem de kişiliğine yansıttı.

Bizler bugün kendi öz kültürümüzü ve sanatımızı yaşatabiliyorsak, kendimizi ifade etme imkanına sahipsek, bunun Hozan Mizgîn ve nice devrimci sanatçının verdiği emek ve mücadelesinin sonucu olduğunu bilmek gerekir.

Bu vesileyle Hozan Mizgîn şahsında özgürlük uğruna can veren tüm devrimcileri minnet ve saygıyla anıyorum.

Asimile ve yozlaşma süreci 

Kürdistan tarihinde direniş ve ihanetin paralel ilerleyişi maalesef sanat alanında da vuku buldu. Özgürlük Mücadelesinin gelişimiyle birlikte devlet de sanatçıları satın alıp, Kürd’ün eliyle öz değerlerini asimile edip, yozlaştırma konsepti başlattı. Tam da bu süreçlerde devlet yozluk, popüler kültür ve eğlence kültürünü satın alınan bu tiplerle topluma empoze etmeye başladı. Çünkü egemen sistem, toplumları özgürlük arayışından vazgeçirip, arabesk, kaderci, bireyci, sorgulamayan bir zihniyeti yaratarak, bir halkı esir alacağını bilir. Kürt devrimine karşı, sistemin (karşı devrim) yaptıklarını anlamak mümkün. 

‘Tatlı su sanatçıları’

Öte yandan, tarih bilincinden, toplumsallıktan, evrensel değerlerden yoksun kimi “sanatçı” tiplemeleri, Kürt müziğinin otantik yapısını yozlaştırarak, popülist yaklaşımlar ve çıkar devşirme hırsıyla hem Kürt müziğinin kültürel köklerine, hem de halkın değerlerine büyük zarar veriyor. Bu tür tiplemeler için ‘tatlı su sanatçıları’ tanımlaması yerinde bir formülasyon. İşte bu ‘tatlı su sanatçıları’ menfaat ve ‘güç’ kimde ve neredeyse oraya koşarlar.  Çünkü inandıkları değerler yoktur, inanç erezyonuna uğramışlar. Kalmışsa ‘bir kaç kuruşluk’ kullanım değeri onu pazarlıyorlar. Güzel insan Önder Öcalan’ın “Sanatçılar toplumun vicdanı, sanat hakikatin dilidir” tespiti tutulacak güzergahın rotasını en yalın haliyle anlatmakta. Dolayısıyla özgürlük ve varlık mücadelesi veren bir halkın devrimci sanatını yapan herkeste aranacak şey vicdandır. Vicdan denen şey adalet, sevgi, merhamet, insanlık değil midir? Öyleyse, dalgalarla boğuşan bir halkın sanatçısının kaçıp tatlı sulara gitmesi vicdani midir?