Yaşlanmıyor resimler!

- Medya DOZ
756 views

MANSETGeçenlerde kayıp ve faili meçhul cinayetlerle katledilenlerin ailelerinin toplandığı bir meydanı TV ekranlarında gördüm, ekranların alışık olduğu ama alışılmamış acılar taşıyordu meydandan. Geçmişte var olan ama şimdilerde büyük bir hasretle aranan kayıpların yakınlarıyla dolu bir meydan, faili belli ölü resimleri var insanların ellerinde. Bir zamanlar ölülerin ve arananların varlığına ve yaşadıklarına şahitlik yapanlarla dolu bir meydan… Bir zamanlar bu resimlerdeki karakaşlı kara gözlü insanların güldüğüne, hüzünlendiğine şahitlik yapan insanlar var orada… Bir zamanlar yaşadığına dair bir şahidinin olması ne kadarda anlamlı geliyor o an. Şahitsizlik acı veriyor olmalı diyorum o an. Baştan sona hızla resimleri hafızama işlercesine bakıyorum, her resmin hikâyesi tırmalıyor insanın gözbebeklerini. Bu sebepten olacak meydandaki insanların çoğu kan ağlamış gibi bakıyor. Çoğu erkenden yaşlanmış gibi. Ellere bakıyorum, kırışıklıklar kardeşler kadar birbirine benzer. Yüzler ne kadar da çok aşina birbirine, ne çok tanıdık bir hüzün var aralarında. O meydanı aşan ve meydandan taşan ne çok ifadesiz duygu var orada…

Kayip anneleriSıralanmış acı taşıyıcılarının ellerindeki resimleri suskun ve yutkunarak izliyorum. Gözüm tanıdık bir resme ilişiyor, resmin alt kısmında Çetin Abayay yazıyor, öylece kalakalıyorum. İleri doğru akıp giden zamana inat, geriye doğru akıyor hafızamın nehirleri… Ta çocukluğuma sürüklüyor beni, narin yüz hatlarına sahip o resim. Yaşlı bir kadının kucağında yeni uyanmış bir çocuğun mağrurluğunda tebessüm eden resme sarılabilmeyi ne çok istedim o an. Çocukluğuma şahitlik etmiş o devrimciye dokunmak istedim, ne çok seviyorduk o devrimciyi biz çocuklar, ne çok seviyordu bizi devrimciler… Hiç beklenmedik bir zamanda yaşadıklarıma bir şahit buluyorum, bir şahit oluyorum apansız…  Şahit olmak zormuş, şahit bulup dokunamamak kadar acıymış…

“Kêzê (böcek) kaçma, aha yakaladım seni, dur diyorum” sesleri kulağımda çınlayıp durdu, bu bir anımsama değil, ben o zamandayım gibi hissedip öyle mutlu oluyorum ki, kendi kendime gülümsüyorum. Mutluyum ama buğulanıyor gözlerim. Mutluyum ama gık dese biri, ağlayacağım, deryalar kıskanacak gözlerimi… Mutluyum ama hafiften yanıyor burnum.  Mutluyum ama boğazım düğüm düğüm…  Bu acımtırak mutluluğun bir ifadesi yok, ben yine Kêzê oluyorum, peşimden koşuyor Çetin. O, âşık olduğum ilk devrimcilerden… Çocukların arkadaşı olan, en somurtkan zamanları bile gıdıklayan devrimcilerden…  Yirmi dört yıl önce Özgür Halk dergisinin çalışmalarını yaptığı sırada vurulmuştu o devrimci. Yaptıkları işkencelerle, hapislerle ve sürgünlerle yetinmemişti ve arkadan vurmuştu onu devlet…  Büyükler, dergide çalıştığı, yazı yazdığı ve devrimci olduğu için vurulduğunu söylüyordu. Çocuk aklımız razı gelmiyordu hiçbir izaha. İnsan yazı yazdığı için öldürülür mü hiç. Devrimciler çok iyi insanlardı, neden öldürülüyorlardı ki? Bir dergi çıkarmanın neyi kötü ki… O sade hafızanın ne denli uzağındayım şimdi ve çok yakınındayım o meydandaki simaların hikâyelerine.Kayip anneleri 2

Bir kez daha dönüyor kamera, resmin ve resmi kucağında taşıyan yaşlı kadının üstüne, duruyor iki saniye.  Resmi taşıyan kim, tanıyamıyorum, bir hamle yapıp öne atılıyor, esmer, saçları beyazlamış kadının yüzüne odaklanıyorum, gözlerinin etrafındaki haleden tanıyorum halamı. On beş sene sonra ilk kez görüyorum halamı, tanıyamamak doğal mı bilemiyorum. Çok değişmiş halam, çok acımış içi, çok özlemiş göz bebeği Çetin’i. Ne tuhaf bir duygu, ne anlatılmaz bir çetelesi var şu hayatın… İçim bir kaval gibi inliyor, hiç kimsenin duymadığı bir çığlık yumrukluyor kalbimi. Yirmi dört yıl önceki sima öyle tanıdık ki, öyle tanınmaz ki on beş yıl önce ayrıldığım herkes. Ölülerimizi tanıyoruz, tanıyamıyoruz yaşayanlarımızı. Aynı kalıyor ölülerimiz, değişmiyor resimleri, yaşlanmıyor hiçbiri. Yıllar geçiyor, bizler tanınmaz ayrılıkların sınavından geçiyoruz ama yaşlanmıyor resimler ve ölüler…