New York’tan Cizre’ye 8 Mart bayrağı dalgalanıyor

- Nahide ERMİŞ
819 views

2“Sabırlısın, şefkatlisin, koruyucusun, bağışlayansın, cansın, canansın, annesin” diye başlayan bir çok 8 Mart Kadınlar Günü mesajı okudum. Biliyorum ki okumalarımı biraz daha derinleştirsem aynı minvalde uzayıp giden kocaman bir liste çıkacak karşıma. Bu noktada içi boşaltılmış, ciddi bir anlam ve kavram kargaşasıyla karşı karşıyayız. Çünkü eril zihniyetle yapılmış olan bu güzellemelerin hayatta anlamlı bir karşılığı yoktur. Aksine güzellemelerle öldürmenin bir erk-erkek yaklaşımı olduğunu bilmek gerekiyor. Bu yönlü eril aklın sloganlaştırdığı bir çok duygu ve düşüncenin toplumdaki kadın düşmanlığını daha da geliştirdiğini biliyoruz. Yine kadın cinayetlerini tahrik ve teşvik ettiğini de… Biliyoruz ama neden kendi çocuklarımızı sistemin bağrında birer kadın düşmanı ve katili olmasını engelleyemiyoruz. Bunun için Ortadoğu ve dünya kadınları olarak yeterli bir birikim, deneyim ve mirasa mı sahip değiliz? Yoksa politik amaç ve hedefler konusunda daha stratejik sorunlarımız mı var?

Burada bir çok mücadele deneyimini arkasına alan Kürt Kadın Hareketi’nin 40 yıllık savaş ve direniş geleneğini incelemekte fayda var. Özellikle jineoloji ile zirve yapan özgürlük hareketinin bilimsel ve kuramsal mücadele birikimi kadın kurtuluşu açısından neyi ifade ediyor? Yine sistemle mücadelede önceliklerimiz ne olmalıdır? gibi sorulara verilecek yanıtlar önemlidir.

Kadın Kurtuluş Hareketi önemli bir çıkış olarak, sömürgeciliğin resmi tarih anlayışıyla ciddi bir hesaplaşmayı önüne koymuştur. Bu Kürt kadınları için önemli bir çıkış noktasıdır. Çünkü resmi tarih kadın açısından mayınlı bir tarla gibidir. Her anı kadında patlayan ve her anı kadın imhasına dayanan. Tarihte bu noktada ders çıkarılması gereken sınırsız eğitici ve öğretici yaşanmışlık vardır. Herhangi bir tarih kitabını elinize aldığınızda göreceksiniz ki her satırı kadın açısından ayrı bir tehlike sinyali veriyor. Neden, çünkü kadın anlam ve maneviyat olarak yok hükmündedir. Tüm savaşların ve zaferlerin sadece ganimeti konumundadır. Dolayısıyla yazılı tarih egemenlerin tarihidir. Buna karşı mücadele eden Ortadoğu ve dünya kadınları olarak en örgütlü ve iddialı halimiz bile dağınık ve parçalıdır. Bu durum sömürgeci güçlerin kadına karşı olan iştahını daha da kabartıyor.

Kadın mücadelesi ve erkek kuşatması

Yıl 1857. ABD’nin New York kentinde bir dokuma fabrikasındaki kadınların örgütlü direnişi patronları şoke etmiştir. Bu kolektif direniş sayesinde kazanılan haklar nedeniyle 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilan edilir. “Eşit işe eşit ücret” sloganı altında greve gitme kararı alan 40 bin dokuma işçisinin daha iyi şartlarda çalışma talebini güçlü bir eylemle ortaya koyması kadın hakları mücadele tarihinde bir dönüm noktasıdır.

3Burada patronlar büyük korku ve panik içerisinde yükselen kadın dayanışmasını engellemek ve kolektif iradesini kırmak için fabrikanın kapılarına kilit vururlar. “Şüpheli” bir şekilde fabrikada büyük bir yangın çıkartılır. Eylem alanı bir anda yangın yerine dönüşür ve ne yazık ki bu yangında 129 eylemci işçi kadın yanarak can verir.

Olay, kadınların örgütlü bir irade olarak ortaya çıkması ve sisteme değişim talepleriyle yüklenmesi olayıdır. Kapitalist sistem dünyanın neresinde olursa olsun ezilen halkların, en önemlisi de kadınların özgürlük, düşünce ve eylemlerinin örgütlü gelişiminden büyük korku duyar ve en vahşi şekilde bastırarak cezalandırır. Bunun için demokratik uygarlık güçlerini her zaman uçurumun kıyısında ve kuşatma altında tutmak ister. Ancak sistemin cins olarak kadınla davası daha köklü olduğu için kadını uçurumun kıyısında tutmayı değil de dibine düşürüp varlığını ve tarihini en acımasız bir şekilde baskıya tabi tutar. Varlığı imhayla karşı karşıya bırakılan kadın, kendi hakikatinden koparılır. Artık dünya ezel ve ebed erkeğin dünyasıdır! Erkeğin bu ezel ve ebed dünyasında kadının gölgesi bile uğursuzluk, kötücül ruh sayılır. Kadın; üzerine serpilen ölü toprağın ve beş bin yıllık sınıflı toplum enkazının altında nefessiz bırakılır.

Erkeğin 5 bin yıllık korkusu

Egemen sistem, alt toplum olarak gördüğü halklara, kadın ve çocuklara kendisini mutlak anlamda kabul ettirmek ister. Çünkü üst toplum beyni alt toplum ise gövdeyi ifade eder. Dolayısıyla gövdeyi taşımak için her zaman beyne ihtiyaç vardır. Ancak bu dayatma üst boyutlara taşındığında toplumsal çelişki ve çekişmeler yerini çatışmaya ve büyük kırılmalara bırakır. Bu süreçlere toplumsal kaos süreçleri denir. Bu alt-üst oluştan, ezilen halkların ve kadınların yararına güçlü bir toplumsal devrim de çıkabilir, ancak tersi de mümkündür. Bu açıdan ilk toplumsal devrimi gerçekleştiren kadınların aradan geçen bin yıllara rağmen tarih sahnesinde hak ettiği yeri ve değeri yeniden kazanmak için, doğru bir anlayışla kadın bilimi olan jineoloji etrafında güçlü bir örgütlenmeyi sağlamaları elzemdir. Aksi uçurumun dibidir. Çünkü partriyarkal (ataerkil) zihniyetin bin yıllardır kadına layık gördüğü yer çukurdur. Buradan yola çıkarak ataerkil sistemin kadına düşmanca yaklaşımının altındaki gerçeği daha iyi görebiliriz. Örneğin devletçi sistemin kadın aydınlanmasından duyduğu korkunun arka planında kadının neolitik devrim (İlk yerleşik yaşam kültürüne öncülük eden kadın rönesansı) gerçeği vardır. Dolayısıyla günümüz kapitalist modernitenin kadın düşmanlığının kökleri insanlık tarihinin başlangıcında gizlidir.

21. yüzyılın en postmodern çağındayız. Ancak kadına dair yaşanan tartışma ve uygulamalara baktığımızda hala 1800’lü yılların zihniyetine çakılı kaldığı gerçeğine tanık oluyoruz. Bu, insanlık açısından büyük utançtır. Son yıllarda çıkartılan tecavüz yasalarıyla artan kadın cinayetleri ve kadına dair sürekli üretilen yeni suç kategorileri özellikle üzerinde durulması gereken hususlardır.

Bu nedenle 8 Mart 2016 ile 8 Mart 2017 tarihleri arasında kadınlar açısından önemli olan bazı olayları burada kısaca özetlemeye çalışacağız.

Özellikle Kürdistan ve Ortadoğu’daki savaşların tırmanması, ayrımcılık, şiddet başta Kürt kadınları olmak üzere coğrafyamızda yaşayan diğer bütün kadınların hayatını tehdit etmektedir. “Kürt sorunu” denen ancak temelde Kürdistan’ın sömürülmesine sebep olan tüm dinamikleri harekete geçirerek, kadınların hayatını daha da büyük bir şiddet sarmalına sokulmaktadır. Zira böylesi durumlarda kadınların özgürlük mücadelesi hep ikinci plana itilir. Güç ilişkileri daha çok kadınların aleyhine işlemeye başlar. Burada devletin kadınların yasal haklarının geri alınması konusundaki girişimleri bize kazanımlarımızın ne kadar büyük bir tehlike ve tehdit altında olduğunu gösteriyor.

Kadın kazanımlarına saldırıyorlar

Örneğin; Mayıs 2016’da, kısa adıyla TBMM Boşanma Komisyonu, hükümetin kadın haklarıyla ilgili atacağı adımları tüm açıklığıyla gözler önüne sermiştir. Kasım 2016’da TBMM’deki torba yasa kapsamında cinsel suçlara ilişkin maddeler değiştirildi. Bu süreçte1 kız çocuklarının ve ebeveynlerinin üzerine kurulan toplumsal baskı erken evlendirilmelerinin önünü açtı. Yine aynı torba yasa kapsamında toplumsal baskıyla kendisine şiddet uygulayan erkekler ile evlendirilmelerinin önünü açacak bir yasa maddesi de oylama için teklif edildi ancak kadın kamuoyundan gelen büyük tepki üzerine geri çekildi. Fakat başkanlık sisteminin gelmesiyle bu türden yasaların ard arda geleceğini tahmin etmek zor değil. Örneğin, başkanlığın ilk icraatlarından birinin kürtajın yasaklanması olabileceği veya kendisine tecavüz eden kişi ile evlendirilmesi olayının yasallaşacağı kanısı toplumun büyük bir kesimine hakimdir.

“TÜRKİYE BÜYÜK ERKEK MECLİSİ” kararlarıyla yaşanan bu hak ihlallleri bize fiilliyattaki durumun resmi belgesini sunmaktadır.

Dolasıyla bugün tıkanan sistemin yaşadığı tüm krizlerin kökeninde kadına yanılgılı ve inkarcı yaklaşım vardır. Çünkü kadın özgürlüğüne yaklaşım yaşama ve topluma olan yaklaşımı da belirler. AKP ve Erdoğan’ın anti-demokratik zihniyeti Türkiye’deki bazı parametreleri kendi lehine değiştirse de, kendini “baş edilmesi gereken” kadınlarla mücadelede büyük bir teşhiri yaşamaktan kurtaramamıştır. Erdoğan zihniyeti kadını her zaman korku duyulan, yıkıcı bir elk (öcü) olarak göstermiştir. Bu noktada devletin son bir yıllık kadın politikası bize şunu gösteriyor; devlet krizden çıkmak ve toplumsal muhalefeti bastırmak için yine kadın özgürlük mücadelesini hedef alıyor. Çünkü toplumsal muhalefete öncülük edenin kadınlar olduğunu biliyor. Bunun için bir yandan toplumda ortak bir düşman algısı oluşturmaya çalışırken diğer yandan ise kadını pasif, etkisiz hale getirerek kendine bağlamaya çalışıyor. Örneğin 15 Temmuz sonrası hükümetin ilan ettiği OHAL kapsamında 26 kadın derneği ve 65’e yakın DBP belediyesi kadın danışma merkezi kapatıldı… Yüzlerce ve hatta binlerce kadın aktivist rehin alınarak ceza evlerine konuldu. Kürdistan’daki belediyelerin Kadın Politikaları Daire Başkanlıklarına erkek kayyum atanarak ironik bir şekilde kadın perspektifinden yapılan çalışmalara müdahale edildi.

Elbette ki kadını sürekli taciz, tecavüz ve şiddet olaylarıyla ele almak doğru değildir. Ancak gelişmeler bu yönlü olduğu müddetçe de bunu görmemek de gerçeği çarpıtır kanısındayız. Kadın cinayetlerinin çok sistemli bir şekilde ön plana çıkarıldığı haberler, TV programları izliyoruz. Bu durum kadına karşı açılmış ve ustaca uygulamaya konan bir özel savaş taktiğidir. Kınıyormuş gibi görünüp ama özünde kadın cinayetlerini teşvik etme, meşrulaştırma ve erkek kültürünü yayma vardır. Çok sinsice erk ve erkekliğin gücünü gösteren egemen bir stratejidir bu. Bunu en iyi IŞİD örneğinde görebiliriz. Kullanılan taktikler bize karşı karşıya bulunduğumuz kültürel kodların aynı olduğunu göstermektedir. Çünkü tecavüz ve şiddet üniformalı erkek kültürün vazgeçilmez bir parçasıdır.

MANSETRojava’da canlanan tarih

2016’ yılı boyunca kadınlar Varto’da, Cizre’de, Nusaybin, Silopi, Sur’da öz yönetim direnişlerinin en ön saflarda yer aldılar. 21. yüzyılın 2016 yılı böylelikle insanlık hafızasına Kürdistan’daki kadın direnişleriyle kazınmış, mücadele geleneğine yeni bir direniş halkası eklenmiştir. Erdoğan hükümetinin kadına karşı takındığı saldırgan tutumun altındaki gerçek işte budur.

Bu tutum kendisini Rojava’ya yaklaşım noktasında da göstermiştir. Rojava devrimi gerçek anlamıyla Kürt kadını öncülüğünde yaşanan bir toplumsal ve zihinsel devrimdir. Bu devrim, birçok egemen gücün temelini sarsmaktadır. Bu yönüyle Rojava devrimine saldırı tarihteki bir çok olayla benzerdir. Sistem yaşadığı her kriz döneminde önce kadınlara ve direnen halklara saldırmaktadır. Bu anlamda Rojava kilit noktadadır. Bizler biliyoruz ki Ortadoğu bir devrimler coğrafyasıdır. Kadın ilk buradan toplumsallaşmayı başlatmıştır. Kadın öncülüğündeki özgür yaşam inşası sistem tarafından hedef alınsa da Rojava gerçekliğinde kadınlar bu tarihi yeniden canlandırıyorlar. Kadın öncülüğünde kurulan bir yaşamın eril zihniyet tarafından kolay kabul edilmeyeceği gerçeğinin de bilincindeyiz. Yine tüm bölge gericiliği de aynı zihniyet kalıplarına sahip olduğundan Rojava’daki kadın devrimine kesinlikle karşı durmak kadar, tasfiye için tüm olanaklarını seferber etmektedirler.

Sonuç olarak; kadınlar direnişin en ön saflarında zılgıtları ve türküleriyle dünya, Ortadoğu ve Kürdistan’ın her yerinde mücadele bayrağını dalgalandırmaya, direniş destanı yazmaya devam ediyor.

Bu temelde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü başta Kürdistan kentlerinde tarihi bir direnişe imza atarak ölümsüzleşen ve halen de direnmeye devam eden tüm kadınlara kutlu olsun.