Avrupa’da sığınmacı olmak

- Pelin ŞENER
570 views

Bu yazı kaleme alınırken Didim’den Yunanistan’a geçmeye çalışan teknenin alabora olduğunu, 17 kişinin öldüğünü, kayıp olan 7 kişinin de arama çalışmalarının sürdüğünü yazıyor gazeteler. Paylaşılan habere eklenen fotoğrafta bildiğimiz herşeyi yeniden anımsamamızı sağlayan, bizi kendimize getiren bir çocuğun sarsıcı bakışlarını görüyoruz. Aynı güne ait bir başka haberde ise Türkiye’de Temmuz 2015’ten bu yana silahlı çatışmanın sürdüğü illerde en az 44 çocuğun öldürüldüğünü en az 52 çocuğun da yaralandığını okuyoruz. Yok, artık dayanamıyoruz. Yüzümüzü nereye dönsek savaş, terör ve sefalet politikalarının dayatmalarını görüyoruz. Gerilimlerin artırıldığı, savaş ve çatışmalı ortamların çok yönlü olarak kışkırtıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Halkların barış özleminin silahlarla susturulmak istendiği, savaşa karşı barışı ve kardeşliği savunmanın, inadına daha fazla savunmanın gerektiği sabahlara uyanıyoruz.

-Her geçen gün artan sayıda insan, savaş ve baskılardan kaçabilmek için çaresizce yollara düşüyor. Yollarda yaşam mücadelesi veriyor. Ölümden kurtulanları ise vardıkları ülkelerde zorlu mücadeleler bekliyor. Suriye’de yaşanan kriz sadece yakınındaki coğrafyayı değil, bütün dünyayı, çok yönlü ve bir çok bağlantı içinde etkiliyor. Bir çok ülke ve elbette Türkiye, Suriye’de yaşanan ve etkileri Suriye ile sınırlı kalmayan sorunları, iç politikanın bir unsuru olarak kullanıyor, halklar birbirine karşı kışkırtılmaya ve düşmanlık yayılmaya çalışılıyor.

Bugün, savaş çığırtkanı ittifaklarla, artan askeri harcamalarla, sınırların mültecilere kapatılmasıyla, kimi yerlerdeki olağanüstü hal uygulamalarıyla, cihatçı güçlere doğrudan ya da dolaylı desteklerle bölgedeki kaosun ve çatışmalı ortamın devam etmesine olanak sağlanıyor.

İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dünya hiç görülmedik bir düzeyde sığınmacı krizi yaşıyor. Sayısı giderek artan göç ettirilmiş binlerce insan savaştan ve baskılardan kaçmak, yardım ve koruma bulabilmek için Avrupa’ya gelebilmek umuduyla sonu çoğu kez tanık olduğumuz üzere Akdeniz’in sularına gömülüyor, insan tacirlerinin eline düşüyor.

Avrupa’ya göç…

İnsanları yerinden yurdundan eden savaş ve kışkırtma politikalarında bir çok ülkenin yanı sıra AB ülkelerinin de payı olduğu kesin. Bu payı görmezden gelerek sığınmacılara kapıları kapamak her geçen gün daha fazla insanın ölümüne göz yummak anlamına da geliyor. Milyonlarca insanın savaşlardan, yoksulluktan, çatışmalardan yerini yurdunu terk ederek Avrupa ülkelerine gelmesinin asıl sorumlusu sığınmacılar değil, onların ülkelerinde savaş ve kaosun egemen hale gelmesini sağlayan güçlerdir. Bu gerçek anlatılmadığı takdirde, önyargıların, düşmanlıkların önüne geçmek zor olacaktır.

Savaş, politik baskı, inkar politikalarıyla karşı karşıya olanlar için başka bir ülkeye sığınmak insani bir haktır ve hiç bir şart öne sürmeden başvuruları kabul edilmelidir. Ancak durum hiç de öyle değil. Onbinlerce insan göç yollarında sağ kalmayı başardıysa bu kez göç ettiği ülkenin ayrımcı yasaları, kışkırtılan önyargıları, kötü barınma, çalışma koşulları ile yaşam mücadelesi veriyor. Örneğin Almanya’da. Resmi rakamlara göre Ekim ayı sonuna kadar Almanya’ya 750 bin sığınmacı geldi. Yıl sonunda bu sayının bir milyona yaklaşacağı tahmin ediliyor.

Almanya’da, İkinci Dünya Savaşı sonrası Alman Anayasası’na temel hak olarak konulan, 1990’lı yıllarda büyük oranda kırpılan, sonraki yıllarda yeni yasal düzenlemelerle altı iyice oyulan sığınma hakkının son kırıntılarını da ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerin sayısı artıyor.  Politikacılar sığınmacıların haklarını nasıl kısıtlayacağını planlarken diğer taraftan sığınmacı yurtlarına yönelik saldırılar yaşanıyor.

Die Zeit gazetesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, bu yılın başından Kasım ayı sonuna kadar 200 sığınmacı yurduna ırkçı saldırı düzenlendi.

Yurtlara saldırıları düzenleyenlerin çok azı gözaltına alındı. Yılın başından bu yana yapılan hiç bir saldırı tam olarak aydınlığa kavuşturulamadı. Ayrıca sığınmacı yurtlarına yönelik toplam 747 farklı suç işlendi. Bu suçların bir kısmı küçük suçlar ve propaganda şeklinde olurken önemli bir kısmı da kundaklama şeklinde oldu.

Sığınmacıları bekleyen sorunlar sadece ırkçı saldırılarla ilgili değil. Avrupa ülkeleri de tıpkı Almanya gibi sığınmacı haklarına yönelik önemli saldırılar planlıyor. Halk arasında sığınmacılarla dayanışma devam ederken, politikacılar, gelenlerin nasıl ve bir an önce gönderileceğinin planları yapılıyor. Bize de insanlık dışı sığınma politikalarına bir an önce son verilmesini, güvenli sığınma koşullarının yaratılmasını ve sorunsuz şekilde yerleşim hakkı verilmesini talep etmekten ve bunun için mücadele etmekten başka bir şey kalmıyor. Bir de Avrupa’ya yüzbinlerce insanın sığınmak zorunda kalmasının sorumlusunun çaresiz ve zor duruma düşen sığınmacılar değil, Suriye’yi, Irak’ı, Afganistan’ı ve diğer ülkeleri karıştıran ülkeler olduğunu tekrar tekrar hatırlatmak.

TURKEY-EUROPE-MIGRANTSKadınların yaşadıkları…

Bütün bu olup bitenler arasında tüm insanlığın başına bela olarak tanımlayabileceğimiz radikal islamcı örgütlerin yarattığı terör dalgasından da bahsetmek gerekiyor. Farklı ülkelerde farklı isimlerle karşımıza çıkan cihatçı güçler, Nijerya’da Afganistan’da Pakistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Rojava’da, Şengal’de karşımıza çıkıyor, katliamda ve vahşette hiç bir sınır tanımadığı gibi, kadınlara yönelik tacizde, tecavüzde ve saldırılarda da sınır tanımıyor.

“Zorla Alıkonulan Kadınlar İçin Mücadele Platformu”nun, görgü tanıklarını dinleyerek, kampları ziyaret ederek başlattığı saha çalışmasıyla ilgili açıklamalarında söyledikleri kadınların yaşadığı vahşeti gözler önüne seriyor. “Görgü tanıkları IŞİD’in elinde 4-7 bin arasında kadın olduğunu söylüyor. 1500 kadın da kendi imkanlarıyla kaçabilmiş. Ortadoğu’daki bütün bu radikal islami devletlerin sınırları içinde bu satılma vahşetine maruz kalan kadınlar hepimiziz aslında. Ya da onlarla birlikte olan çocuklar hepimizin çocukları ve geleceği…”

Bir çok ülkede, savaştan kaçan kadınlarla yapılan araştırmalar, Suriyeli kadınların savaş döneminde ya da yollarda saldırıya uğradığını ya da bu korkuyla yaşadığını gösteriyor. Geçiş ülkelerinde de sorunlar bitmiyor. Örneğin Türkiye’de ucuz iş gücünün artması, ücretlerin düşmesi, ev kiralarının artması derken Suriyelilere yönelik giderek artan nefret söylemi ve şiddet de yine en çok kadınları etkiliyor.

Acil insani yardım ve onurlu bir yaşam hakkı!

Almanya’da yapılan açıklamalar da bu süreçten kadınların nasıl etkilendiğini gözler önüne seriyor. Alman İnsan Hakları Enstitüsü (DIMR), sığınmacı kadınların kaçış sürecinde erkeklerden daha fazla tehlike atlattığına değinerek özellikle cinsel şiddete ve tacize uğradıklarını belirtiyor.  DIMR, cinsiyet temelli şiddete daha çabuk reaksiyon gösterilmesini ve kadınlara daha hızlı yardım edilmesini talep ediyor. Kadınların hemen güvenli ortamlara alınması ve kadınlarla iletişim kurabilecek, onlara yardımcı olabilecek personel sayısının artırılması da enstitünün talepleri arasında.

Avrupa Kadın Lobisi (EWL) ise, Avrupa’ya doğru yola çıkan ya da Avrupa’da bulunan kadın ve çocuk sığınmacıların kötü yaşam koşullarına dikkat çekiyor. Kadın ve çocukların cinsel taciz ve sömürüye maruz kaldığı, cinsel içerikli şiddet ve tacizin arttığı da belirtilenler arasında Göç yolundaki kadınlar, insan tacirleri, memurlar ve diğer sığınmacılar tarafından da cinsel saldırıya uğruyor, EWL bu nedenle, kadınların cinsiyetlerine özgü sığınma koşullarını ve onların güvenliği sağlamayı hedef alan uluslararası anlaşmaların uygulanmasını talep ediyor. Bu anlaşmalar, cinsiyetinden dolayı baskıya maruz kalan sığınmacıların başvurularının özel koşullarda ele alınmasını öngörüyor.

Federal Psiko Terapi Odası (BptK) ve  mülteciler ve işkence kurbanları için kurulan Federal Sosyo-Psiko Merkezi Çalışma grubu ise yaptıkları ortak açıklamada, ağır travma geçiren mültecilerin sorunlarına dikkat çekiyor. Geldikleri ülkedeki savaştan kaçan, mültecilik yollarında ağır travmalar yaşayan mültecilerin sorunları sığındıkları ülkede bitmediğine dikkat çekilen açıklamada, özellikle kadınların ve çocukların yaşadığı travmalara değiniyor.

-Göçmen kadın derneklerinin çatı örgütü DaMigra da bir açıklamayla “Yüzbinlerce insan, dünya çapında savaşlardan, çatışmalardan, doğal afetlerden şiddetten dolayı daha iyi bir yaşam umuduyla Avrupa’ya geliyor. İnsan Hakları Evrensel Sözleşmesi’nde de belirtildiği üzere ‘Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.’ Biz DaMigra konferansı katılımcıları olarak hayatını kaybeden sığınmacıların korkunç görüntüleri karşısında şoktayız. Aynı zamanda sığınmacıların barındıkları yerlere yönelik saldırıların artışını da kaygıyla gözlemliyoruz. Biz sığınmacılar için acil insani yardım ve onurlu bir yaşam hakkı istiyoruz” denildi.

Göçmen Kadınlar Birliği olarak biz de bu süreçte bir sürü açıklama yaptık, eylemlere katıldık, taleplerimizi dile getirdik. Milyonlarca insanın savaştan ve şiddetten kaçarken daha iyi ve güvenilir bir yaşam umutlarının yok olduğuna, savaşın tarumar ettiği ülkelerden kaçan sığınmacılarla değil, kaçma nedenleriyle mücadele edilmesini dile getirdik. Savaştan, şiddetten kaçan sığınmacılara yönelik kışkırtmaları kınadık. Barış içinde onurlu ve güvenli bir hayatın olanaklı olmasını istedik. Almanya’da Hükümet ve partilerden beklentimizin, ırkçılığa karşı tutarlı bir mücadele sürdürülmesi olduğunu ve bu mücadelenin, ırkçı, faşist parti ve derneklerin ve onların propagandalarının yasaklanmasını içerdiğini belirttik.

Birçok şehirde gerçekleşen muhteşem yardım ve dayanışma kampanyalarının mücadelenin ve birlikteliğin gücünü gösterdiğini ise hep anımsattık ve bu kampanyaların içinde yer aldık.

Bir çok kurumun ve insan hakları gönüllülerinin ortak talebi sığınmacıların hayatlarını tehlikeye atmadan, Avrupa’da iltica başvurusunda bulunmaları için basit, güvenli ve pratik çözümler bulunması. Bunun insan kaçakçılığını bitirmenin, hayatını kaybeden ya da yaralananların sayısını indirmenin en iyi yöntemi olduğu da ortada. Avrupa’ya ilk girdiğin ülkeye tekrar göndermeyi zorunlu kılan Dublin Anlaşması’nı erteleme ya iptal de yine önemli talepler arasında. Yaşanan dram karşısında insani yardım, dayanışma için harekete geçmeliyiz burası kesin. Ancak dahası da var. Halklar arasındaki mücadele ve dayanışmanın güçlendirilmesi için çaba harcamak, gerici hükümetlere karşı mücadeleyi yükseltmek ve Ortadoğu halklarının mücadelesini bölgeye dışarıdan yapılan ya da yapılacak olan müdahaleler son buluncaya kadar desteklemek ve gericiliği püskürtmek için daha fazla adım atmak sanırım bu drama kayıtsız kalmayan her birimizin temel görevi.

Pelin Şener/Göçmen Kadınlar Birliği (GKB) Yönetim Kurulu üyesi