Ben bir ceviz ağacıyım

- Dersim UĞUR KAYMAZ
599 views

Hakikate ulaşmak için insanların tanışması gerekir; tanışması için de farkında olması.

Neyin mi farkında olmalı?

Her şeyin, ama önce kendi farkındalığına ulaşmalı, kendisini tanımalı insan. Çünkü yaşama dair tüm hakikatler insanın kendisinde gizli…

Doğruya ulaşmak isteyen insanlar her zaman mücadele içinde olmalıdır. İnsanla, doğayla, yalanla, yanlışla, bilumum tüm sistemle mücadele içerisinde olmalıdır. Amansız bir savaş yürütmelidir. En fazla da kendisine karşı mücadele etmeli, savaşmalıdır. Kendisini tanıması ve bilmesi için ne kadar savaşması gerekliyse o kadar savaşmalıdır. Bu olmazsa hiçbir savaş karşısında başarılı olamaz. İnsan kendinde bulunan tüm beşeri zafiyetlere karşı müthiş bir çatışma içerisinde olmalıdır. Vücudun kaç hücresine sistemin kaç virüsü bulaşmışsa, o hücreyi yok etmelidir. Gerekirse bin, gerekirse milyon defa parçalamalıdır bedeninde yer edinmiş köhne düzeni. Çünkü insan bedeni sisteme ait olandan arınmadıkça, ruhu da yaşama anlam katamaz. Yaşam, evren, doğa, toplum, insan ve kendisi anlam yitimine uğrar.

Evrende bulunan herhangi bir madde bizler için ne zaman anlam kazanır?

Kimileri için maddeler yalnızca ihtiyaçları karşıladıkları anlarda anlam kazanır. Peki eşsiz kokular sunan nergis çiçeğinin üzerinde açtığı kaya parçasının bizler için hiçbir anlam ifadesi yok mudur? Göklerde süzülen bulutun, açmak, yenilenmek için can atan tomurcuğun, susuzluktan çatlamış toprak parçasının bizler için hiç mi anlamı yok?

Belki şu an için yoktur. Çünkü şu an bedenimiz kadar ruhumuz ve zihnimiz de esaret altında. Düşünce ve hislerden o kadar uzak kalmışız ki, yaşam içerisinde yer edinen anlam bütünlüğüne ulaşamıyoruz. Her şey bizlere olağan, ya da olması gereken bir düzen -düzenek- gibi gelmektedir. Bir şeyler bizlerin istediği şekilde gitmiyorsa bu bir sorundur. Elimizden gelse tüm evrenin gidişatını değiştirir,  kendi istem ve arzularımızca yönlendiririz.

Nasıl olsa bu durum, içinde yaşadığımız sistemin bir tarzı;  her birimiz sözde dünyalarımızı yaratabilir, her şey üzerinde hüküm sürdürebilir, kendimize göre bir yaşam düzeni oluşturabiliriz. Hem de evrende bulunan tüm canlıları görmezden, duymazdan gelerek.

Peki ama neden yaşam bu şekilde bir şeyler alıyor ve bizler de bu şeylere göre hareket ediyoruz?

Az öncede dedim ya, kendimizle mücadelede zayıfız. Kendisine içten ve samimi bir şekilde “ben kimim?” diye soran bir insan ve sorusunun peşine düşen bir insan artık bir savaşa başlamış demektir. Bu acılı, sancılı bir savaştır. Kendinle yüzleşir, güzel olduğu kadar çirkin yönlerini de görürsün. Kendini, bedenini, ruhunu, düşüncelerini, hücrelerine sızmış, sana –özüne- ait olmayan “benim” dediğin benliğini terk eder misin?

Tüm farkındalıkların gerçekleşebilmesi için tanışmak gerekir. Kendini tanıman gerekir. Kendini bilmeyen, tanımayan insan en tehlikeli insandır. Vücuda yerleşen parazitler gibidir. Nasıl ki insan vücudundaki parazitler vücudun düzenini bozmaya çalışırsa, işlevsizleştirirse; kendini tanımayan bir insan da bu şekildedir. Varolan sistem bizlerin ruhunda öyle derin tahribatlar yaratmıştır ki, bazen bedenimizin bile irademiz dışında hareket ettiğini çok rahat görebiliriz. Çünkü irademiz tam olarak ortaya çıkmamış, sistemle yüzleşmemiş, savaşmamış ve zafer elde etmemiştir. Bu yüzden bazen; “kendi iradem ile yaptım” dediğimiz işlere bile şüphe ile bakmalı; “hangi irade” sorusunu kendimize sormalıyız.

Örneğin çoğu zaman “ben çevreyi seven, çevreyle, doğayla bütünlük sağlamaya çalışan bir insanım” deriz. Buna rağmen bir ceviz ağacını gördüğümüzde ilk başta ne kadar ceviz verip vermediğine bakar, birkaç yorum yapar, ceviz üzerine sohbete belki dalar, belki de onu görmezden geliriz. Ceviz yediğimiz ürün olarak odaklandığımız konu olabilir. Peki ya ona yaşam ortamı sağlayan ağaç!

O ağaç ne kadar tartışma konumuz olur? Bu çok istisna bir durumdur. Kaç defa onu tanımak, hissetmek, tanıklık ettiği tarihi onun bedenine işleyen izlerden tahmini de olsa bilmek için çaba sarf ederiz. Ya da bir ceviz ağacıyla bütünlük sağlayan kaç yaşam öyküsünü bilmek isteriz. Hani bir şarkı var ya;

“Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında

Ne sen bunun farkındasın, ne de polis farkında…”

Koskoca ceviz ağacı ve herkes yalnızca cevizlerin farkında…

Biz yalnızca doğadaki diğer canlılara karşı değil, insanlara karşı da bu şekildeyiz. Yalnızca kulaklarımızın, gözlerimizin işlemleri temlinde algılıyoruz yaşamı. Ötesi ise bizler için yok hükmündedir. Her şey, herkes fiziksel ölçülerle güzel, genel hükümlerle iyi, eğrisel çizgide doğru ya da doğruya yakındır. Ötesinin çok fazla farkında değilizdir. Bu yüzden de bazen yıllarca birlikte kaldığımız birisi için bile; hem de en dürüstçe diyebileceğimiz bir ilişki temelinde yıllar sonra bir şeyler duyduğumuz zaman; “ben onu böyle tanımıyordum” dememeliyiz. Söylememiz gereken daha doğru şey; “ben onun farkında değildim” olmalıdır. “Ben onun farkında değildim, bu yüzden de onunla hiç tanışmadım” demeliyiz.

Şimdi bile o kadar imkanlarımız varken, kendimizle, evrenle tanışmaktan, farkında olmaktan o kadar çok korkuyoruz ki. Çünkü biliyoruz, tanışmak farkında olmaktır. Farkında olmak sorumluluk almaktır.

Alınacak olan sorumluluk salt bireyin kendi sorumluluğu değildir. Kendisi ile tanışan insan, evrenin de farkında olur ve onu tanıma arayışına girişir.

Tüm bu arayışlar ise, tarihi, felsefeyi, toplum bilimini bilmeyi gerektirir. Çünkü insan sadece an içerisinde varolan bir hakikat değildir. Geçmişi, geleceği ve şimdiyi kapsar. Tüm mekanlarda kendisine yer edinir. Böylesi bir yük bizleri korkutup ürküttüğünden kendimiz de bu sorumluluktan kaçarız. Kendimizden kaçar ve yaban olanın kucağında olanların yaşamına kulaç atarız.