Burası Kürdistan, zaman Sara zamanı!

- Helin ÜMİT
863 views

SARA GERILLAŞafağın kızıllığında yıkanmış saçları, güneşin ilk ışıklarıyla daha bir öfke, daha bir isyan, daha bir tutku ile parlarken bir direniş bayrağı gibi dimdik, bir direniş bayrağı gibi davetkar ve hep yücelerde seyrediyor bakışları. Bir kadın düşünün ki ülkesinin tüm acılarını gururla taşıyor. O kadın ki; katliamların paramparça ettiği bir halkı, hücre hücre ruhunda birbirine dokuyor, var kılıyor, yaratıyor. Bin yıllardır kadınların yaşadığı eziyetin, zulmün, çirkinliğin öfkesini yakaladığı ufacık umutla mayalayarak büyük bir güzellik, sevgi, özgürlük savaşçısı olarak kendisini kendisinden doğuruyor. Savaşın mekanı önce kendisi oluyor. Bin yılların tüm gericiliğine karşı kendi yüreğinde, zihninde çarpışıyor.

Yüreğin yangın yerine dönüşmesini bilir misiniz? Başkası ile savaşmak kolaydır da kendi bildiğin, kendiliğin sandığın duyguları aşmanın zorluğunu yaşadınız mı hiç? Kendinden yeni bir ben çıkarmanın ne demek olduğunu hiç düşündünüz mü? Tüm büyük düşünürler, filozoflar, peygamberlerin Cihat-ı Ekber olarak isimlendirdikleri, büyük savaşın kişiliklerde yer açtığı depremi, yıkımı, yıkıntıların verdiği acıyı, kaybettiklerinin o deli arayışının nasıl bir şey olduğunu bilmeden, hissetmeden, anlamadan Sara yoldaşın kişiliğinin farkına varmak zor gibidir. Kaybettiğini bilmek ama neyi aradığını bir belirsizlikler zinciri altında tam seçememek, katliamın, zorun, dağıtılan toplumsallığının, kadınlık adına dayatılan bir nesneler yığını olma gerçekliğinin, yere düşüp de kırıldığında hiçbir değeri kalmayan cam bir vazo konumundaki varlığının değişimi önce bu büyük yüzleşme, çarpışma ile mümkün olur. Devrim önce budur. Devrim ve devrimciliğin bizim topraklarımızdaki öncelikli karşılığı hep böyle olmuştur. Şehadetinin 5. yılında Sara arkadaşın kişiliğini özümseyerek yaşatma iddiamızın ilk adımı bu devrimci çarpışmayı kendi kişiliklerimize dayatmak olmak durumundadır.

Sara dayatılan başkalaşımı reddetti

Bu büyük savaş yani kadınların kendisi olma, xwebûnlaşmak için verilen o kendi yıkımını yaratma arzusu asla yeni bir yaşamı yaratmak için yeterli olmaz, olmamıştır şimdiye kadar. Ne Clara Zetkin’de, ne Kollontay, ne İştar’ın tanrıça kültüründe, ne de Tanrıça kültürünün günceldeki karşılığı Sakine Cansız kişiliğinde. Savaş bir başlangıçtır her zaman, bir amaç değil, bir müdahaledir özünde, son değil. Yaşam nedir sorusu verilen cevaba göre yaşanılacak yaşamın nasıl olmasına dair bir duruşu açığa çıkarmıştır her devirde. Her devir bu kadar basit, bu kadar sıradan durup da insanlığı sarsan bu sorunun etrafında seçenekler oluşturmuştur. Nasıl yaşamalı sorusundan bahsediyorum. Yaşamın tanımı, ne olduğu, önümüze yaşam adına çıkarılan oyunun doğru yada yanlışlığı, iyiliği yada kötülüğü, güzelliği yada çirkinliğine dair farkına vardıklarımız reddedişleri, yıkımları, kaçışları ve ne olacağını çok iyi seçemesek de yeni bir yolun daha olması gerektiğine, bu yol yoksa oluşturulması için arayışlara yönlendirir. Sara arkadaşın işte bir de böyle bir özelliği vardır. Kendisine ve şahsında toplumuna dayatılan başkalaşımı reddetmiştir. Bu başkalaşımın yani asimilasyonun daha dün gibi gözlerinin önünde olan katliamın sessiz bir devamı olduğunu ruhunda hissetmiştir. Yaşam olacaksa kendi değerleriyle, kültürleriyle, rengiyle, diliyle olacak, insan türünün toplumsallığa geçişinde rol oynamış gerçekliğini yine bir kadın olarak sahiplenecek, başkalarının kadını değil kendisine ait olmayı bir tutku düzeyinde yüreğine yerleştirip yola çıkacaktır. Yol dediğimiz şimdiki gibi açık, belirgin değildir. Yol olup olmadığı bile belli değildir. Yola çıkmak değil yolu bulmak, yol açmak, yolu yaratma eylemi gerekir. Şimdi içinden geçtiğimiz süreçte 40. resmi yaşına girerken özgürlük mücadelesinin yolu bellidir, yolcu bu yolun nasıl bir süreç olduğunu görmektedir, dahası gidilen yerin nasıl bir yer olduğu, arzulanan yaşamın tüm özellikleri belirginleşmiştir. Kendilik netleşmiş, ne olduğunu bilmektedir. Ama 1970’ler Türkiyesi’nde Kürt, Dersimli bir kadın olmak ve Kürt kadınlarının yolunu belirlemek kolay değildir. Bunun için Sara arkadaşın o genç yaşında gerçekleştirdiği çıkışta, onun keskin zekası kadar, sezgilerinin gücünü görmek gerekir. Bilinç biraz da ikinci sırada yer almış gibidir. Kürtlere ve kadınlara ilişkin bilgiler o kadar silik ve hep çağın köleliğini meşrulaştırıcıdır ki, bilince dayanmak baştan yanılmak gibidir.

Geleceğini yaratan bir kadının fethediciliğini kuşanıyor

SARA-KAPAKŞimdi yürüdüğümüz her patika, geçtiğimiz her yolda onun adımlarının izlerini görüyoruz. Oturduğumuz her ağaç altı, konakladığımız her su başında onunla çizilen yolun bilinci var. Özgürlüğe yürüyen her kadın onun yollarından geçiyor, onun izlerini takip ediyor. Evini, kendisine gelecek diye belletilen ezberi aşıyor, yeni insanlar tanıyor, yollara çıkıyor ve hayallerini gerçekleştirmek için kavgaya girişiyor. Gün geliyor gidecek yeri olmuyor aç yatıyor, gün geliyor toplumsal cinsiyetçiliğin sokakta, arabada, iş yerinde, herhangi bir kalabalıkta güvensiz bakışları altında “ben de iradeyim, ben de insanım, ben sadece kadın değil özgür kadınım” diye yürüyor. Erkek egemen bir dünyanın tüm çirkinliğine, kadını köleleştirerek çirkinleştiren gerçekliğine karşı bir güzellik abidesi olarak çıkıyor. Hep önünde el pençe divan durmaya zorlandığı erkek karşısında ellerini çözüyor önce. Nereye koyacağını, ne yapacağını bilemese de elleri özgür olsun istiyor. Erkek iktidarının eze eze, yüklediği yüklerle, ağır hakaretleriyle düşürdüğü omuzlarını dikleştiriyor. Sonra yürüyüşü değişiyor. Artık kaderini bekleyen değil geleceğini yaratan bir kadının fethediciliğini kuşanıyor. Sesinin rengi değişiyor. Kendisine ait bir hakikatinin olduğu akıllara getirilmeyen kadın gerçekliğinin, sessiz, uysal, rıza gösteren halleri değişiyor. Yeni bir ses kazanıyor Sara’nın yollarında yürüyen kadınlar, genç kızlar. Seslerinin rengi, cümlelerinin biçimi, hitapları değişiyor. Kadınların kısılan sesleri bir isyan çığlığına, haykırışa dönüşüyor. Kadınlar bu yolda konuştukça düşünüyor, düşündükçe daha çok seslerini yükseltiyor. Ve özgürlük yolunda yürüyen kadınların yolu mutlaka dağlara çıkıyor. Kendisi olmakta kararlı olan her kadının yolu savaşa çıkıyor. Savaşarak var olacağını, özgürleşeceğini, kendisine bir alan açacağını, erkek egemenliğinin kendisine ait tek bir kırıntıyı bırakmadığı bu dünyada duygularını, düşüncelerini, fiziğini, hayallerini, geleceğini, umutlarını korumanın ve var kılmanın tek yolu olarak bırakılan savaşa koşarak geliyor. İşte kırk yıldır bu döngü her özgür kadın gerçekliğinde devam ediyor. Bir zincirin halkaları gibi. Bu savaş için ömrünü, gençliğini, kadın bedenini, güzelliğini katık yapıyor. Zindana düşüyor, şehit oluyor. Ama asla pes etmiyor. İşte bu Sara arkadaşın zamanı oluyor. PKK’nin 40. yılında, Kürdistan’ın tüm genç kızları bu yolları deneyimleyerek yaşıyor, özgürlüğe yürürken göz kamaştırıyorlar. İşte bu nedenle; mekan Kürdistan, zaman Sara zamanı.

Tarihi günümüze akıtan bir nehirdir O

Kendi özüne ulaşan kadın gerçekliğidir Sara arkadaş. Kendisindeki kökleri keşfederek ruhunu ve aklını bu köklerle buluşturmayı başarandır O. Tarihin o en unutturulan zamanına uzanarak tarihi günümüze, önce damla damla sonra bir çağlayan gibi akıtan, bir nehirdir Sara. Sadece yıkım, işgal, dil yasağı, hor görülme, aşağılanma, inkar ve imha gerçekliğinin hafızalara kazınmak istendiği toplumuna çağların ötesinden ilk buğdayı derleyen, ilk köyleri yapan, insanı insan kılan kadınların zamanından seslenerek; “ilk biz vardık, bu topraklar, bu yürüdüğümüz mekan bizim, konuşmayı biz öğrendik bu dil insanlığın dilidir, yaşatmalıyız, doğanın en güzel renkleridir kesk, sor û zer kuşanmalıyız” diyerek kendisini renklerle bezeyen, kadınların insanlığın başlangıcı olduğunu gösteren, bu yüzden kutsal ve sevilmesi gerektiğini öğreten. Bu nedenledir ki Kürdistan toplumu kadın öncülüğünü Sara tarzıyla kabullendi. Bu tarzı öğrenmeyen kadınlar güçlü yürüyemediler. Düşenler oldu, ayağa kalkamadılar. Ama Sara tarzında pes etmek hiç olmadı. Kadınların bir okulu yoktu, kendisini okul yaparak, her yenilgisinden dersler çıkararak, her hatasından bir doğru yaratarak yaşamını kavga, kavgayı yaşamı kılarak Kürdistan toplumunun öncüsü olmayı başardı.

Sara kadın yoldaşlığının ilk taşlarını döşeyendir

Sara bir barış güvercini… Oysa en çok acıyı yaşayanlardandı, öfke ve kin kuşanmıştı düşmana karşı. Diyarbakır Zindanı zulmü karşısında of dememişti düşmana karşı. Bir kadın olarak ‘benim ne işim var burada’ dememiş, zulme karşı direnişi coşku ve heyecanla karşılamış, düşmana karşı direnmenin onuruna ulaşmayı bir devrimci fırsat olarak karşılamıştı. Diyarbakır Zindan direnişi bilinir. Ama bilinmeyen yönleri, dile gelmeyen trajedileri, insanlık utanmasın, insanlık bitti denilmesin diye çok da söze dökülmemiştir. Biterse insanlık, insan hiç umutlu olabilir mi? Diyarbakır Zindanı’nda insanlık ölmedi ise, bu insanlığı ayakta tutan zindan direnişçilerinin destansı direnişi sayesinde olmuştur. Sara arkadaş, bu zulüm, işkence, ölüm deryasından büyük bir öfke, kin ve intikam ile adımını atarken, zindanın dışına barış ve halkların birlikte yaşamına duyduğu inancı da bileyerek çıkmıştır. Düşmanın soykırım politikaları onun ruhunu, duygularını, aydınlık berrak fikirlerini zehirleyememiş, her kimden olursa olsun milliyetçiliğe karşı mücadele etmiştir. Milliyetçiliğin Kürt halkını içine sürüklediği durumları görerek hiçbir halkın bu duruma girmemesi gerektiğini içtenlikle kabullenmiştir.

Ve Sara kadın yoldaşlığının ilk taşlarını döşeyendir. Kadın yoldaşlığı deyip geçmemek gerekir. Bahsettiğim yoldaşlık, kadını güç yapmıştır. Kadını örgüt yapmıştır, kadını ordu ve parti yapmıştır. Şimdi kadının konfederalizmi olarak toplumsallaşmaktadır. Kadınların yaşadıklarının farkında olan bir kadın olarak kendi cinsine olan bağlılığı, anlayışı, kadının kendine duyduğu güvensizliklerde dayanak, yaptığı hatalar ve eksikliklerde tamamlayıcılık ve yapıcılık, sürekli kanayan yaralar ve acılar karşısında ilaç olmak olarak somutlaşmıştır. Kendi doğası ile barışık olması, kadınlığın farkına varılan bilinci ile anlatılabilir.

Amaç özgürlük ise; hakikat birdir, bütündür

Kadın kimdir, nedir? Bu soruya verilen yanıt ne kadar da önemlidir. Varoluşsal olarak, bir sosyal varlık olarak nedir kadın, kadınlık neden bu kadar geri ve çirkin kılınmıştır? Kadında reddedilmesi gereken nedir, kabuller neye dayalı gelişmelidir. Bir kadın bir kadını hangi ölçülerle yoldaş kabul edebilir? Yoldaş olmak biraz da birbirine benzemek değil midir? Benzer şeyleri sevmek, övmek, istemek! Amaç ortaklığıdır yoldaşlığın temeli. Bu kadar parçalanmış ve lime lime edilmişken kadınlar, birbirlerine karşı rakip hale getirilmişken, daha doğarken başkalarına kendilerini beğendirme üzerinden kodlanmışken kadınları bir yoldaş haline getirmek de kavga ister. Ama bu kavga sevgi kavgasıdır. Kadınların birbirini sevmesi için verilir. Kadının bir erkeğe ait olmak için kendisinden taviz vere vere kendisi diye bir şeyin kalmadığı mülkiyet kavgası değil. Tersine kadının kendisini yaratması için, kendisine ekleye ekleye, çoğala çoğala yürüdüğü bir mücadeledir sevgi.

Amaç özgürlük ise; ölçüler birdir. Hakikat birdir, bütündür. Şimdi savaşta, siyasette, her alanda yeni bir yaşam isteyen erkekler bunun kadınla doğru yoldaşlıktan geçtiğini anlamışsa, bunu Sara arkadaşa borçluyuz. Kadınla kurulan eşit ve özgür düzeyden erkekler gocunmuyor, aksine gurur duyuyor. Kadını cinsiyetçi roller dışında yoldaş, güç kaynağı, aydınlanma ve güçlenme zemini olarak görmek bir sosyal devrimdir. Çok zor olan bu devrim Sara arkadaşın mücadelesi ile başarılmıştır. Bu devrim dalgası, özgür kadının soylu temsilcisi Sara arkadaşın Önder Apo ile kurduğu yoldaşlığın bir eseri olarak sadece Kürdistan ile sınırlı kalmayacak, Ortadoğu ve dünya kadınlarına, evrensel karakterine uygun olarak insanlığa taşıracaktır.