“Cinleri gelmiş!”

- KAKTÜS
610 views

“Kadınlık halleri” denildiğinde durumu tam çakamayanlar var. Çakabilmeleri içinde kulağının dibine bir tane çakasın geliyor. Bazen de çaktırmamak için çaba harcıyorsun. “Aman kimse bilmesin, çok ayıp!”

Çok açık ve net söylüyorum; ‘aman kimse bilmesin, çok ayıp’ olgusunu anlamıyorum, anlayamıyorum, hatta diyebilirim ki anlatamıyorlar…

Bazen ayağa kalkıp düşünüyorum -ki ben genelde ayağa kalkıp, bir-iki yürüdüğümde düşünmeye başlıyorum, artık o an beyinde bir sarstı bir medcezir mi, her  ne oluyorsa- diyorum ‘arkadaş, niye?’ Kendime sorduğum soruyu size de soruyorum: Niye?

Niye kadınlar, kadınlık hallerini saklamak zorundadır? Neden bir kadının aklına ilk ‘ayıplanma’ fikri gelir. Bu hallerin ayıplanacak, saklanacak nesi var?

Şimdi biz her şeyi doğal yapısı gereği kabul etmiyor muyuz? Ediyoruz. Su içmek, doğamız gereği değil mi? Evet. Tıka-basa olmasa da yemek yememiz de bir yaşamsal ihtiyacın karşılanması değil mi? Doğru. Doğum kadar ölüm de bizim hayatımızın bir gerçekliği değil mi? Ona da evet. Eeee arkadaş, peki doğumdan ölüme kadının regl halleri niye doğal görülmüyor? Regl, kadın bedeninin yenilenmesi ve her yenilenmede doğal döngüsünü yaşaması değil midir? Bu dönemlerde kadın ilk doğaya benzer yenilikler yaşamaz mı? Bu döngüsü bir doğum kadar sancılı değil midir? Peki niye sorun çıkarıyorsunuz arkadaş? Cevap bekliyorum…

Elbette bir cevabınız olsaydı hemen yapıştırmıştınız… Sanki birbirimizi tanımıyoruz?!? Evet, sanki tanıyoruz!?! …

Gerçi bu konuda kendini uzman zannedip, şöyle böyle konuşanlar da yok değil. Olayı çaktığını sanıp: “kadınlık halleri diye bir şey yoktur, sadece abartı vardır. Kadınlar her şeyi abartmayı sever” sözlerini duyar gibiyim. Şimdi güleyim mi, ağlayayım mı halinize bilemiyorum. Çünkü kadının kadınlık hallerine denk gelen erkek arkadaşların sıfatını gözümde canlandırıyorum da durum çok vahim… “Ya sen niye böyle konuşuyorsun? Delirmiş bu kadın arkadaş!” “Anlamıyorum, niye sinirlendi?” “Yine heyheyleri üstünde.” “Ne diyorsun arkadaş, seni anlayamıyorum?” ” Bu kadınları hiç anlamıyorum, sanırım hayatım boyunca da anlayamayacağım. Ne zaman kızdıkları, ne zaman küstükleri, ne zaman iyi olduklarını bir türlü çözemedim.” “Aha işte, bazı günler dünyanın yükünü yüklesen taşır, bazı günlerde en ufak bir şeyi versen, ‘taşıyamıyorum, hastayım, belim ağrıyor’ diyorlar. Sanki biz erkeklerin beli ağrımıyor? Ama taşıyoruz işte!” “Ya sürekli bu kadın arkadaşlar ‘özgünlük, özgünlük’ deyip duruyorlar, bizim özgünlüğümüz yok mu? Biz de erkek partisi kuralım, özgün olalım.” “Bak sen, evde kalmış kız kurusu psikolojisi bunlar…!” vs. vs. tüm bunları uzatmak mümkün. Hatta belki bilmediğimiz, duymadığımız cümleler bile kuruyorlardır ama, daha denk gelmedim. Denk gelirsem kesinlikle paylaşırım. Aramızda gizli saklı kalmasın öyle değil mi?!?

Fakat tüm bu sözcükler, cümleler içinde en ilginci bana göre; “Yine cinleri gelmiş!” kısmı… Bayılıyorum bu cümleye. Bana cadılar dönemini anımsatıyor. Korkuyla karışık merak… Esrarengiz, puslu, önünü göremeyen, sislerin ötesine geçme çabası… işte bir erkek arkadaşın o halini, o yüzünün alt-üst olmuş biçimini görmek…  İtiraf ediyorum; acı verici…

Fi tarihinde şöyle bir şeye şahit olmuştum, geniş bir topluluk içerisinde kadınlık hallerinden bunalan bir kadın arkadaş, sağa sola kıvranıp duruyordu. Başına ağrı vurmuştu ve tüm bedeni gerildiğinden sinirliydi. Yerde çok sıkıştı. Her yeni gelen biraz daha sıkıştırıyordu sandalyeleri birbirine. Kadın arkadaş, uflayıp, puflamaya başladı. O her “puf”ladığında erkek arkadaş yerinden sıçrıyordu. Sonunda bir kadın arkadaşın erkek arkadaşa fısıltıyla şöyle söylediğini duydum: “biraz öteye gider misin, arkadaş doğaya dönmüşte!” “Neye dönmüş?” “Önüne dön arkadaş, önüne dön!” “Ben anlamadım ki…”

Yani ne demeli bilemiyorum; uzak, çok uzak her şey… Zaten tüm mesele bu ‘ANLAMA’ kısmında yatıyor. Bir de karışık surat ifadesinde…

Şimdi sadede gelim, yani nohudun leblebiye dönmesine… Ya da bahçedeki börülcenin neden gelini gördüğünde oynadığına… Arkadaşım; kadınlık halleri diye bir şey vardır ve ben buna sonuna kadar katılmaktayım. Bir kadın regl dönemlerinde öncelikle sinirli olur. Sinirli değilse duygusal olur. Bazen çok şey anlatmak ister, bazen de sonsuza dek susmak… Kızgındır, ama sana değil. Çünkü o an gördüğü sen değilsin, içinde yaşadığı değişim ve yenilenmedir. Alıngan olur, çünkü senin kabalıkların onun ilk doğasına terstir. Tıpkı doğanın, dünyanın çöpünü yutamaması gibi zorlanır. Narindir, kırılgandır, hassastır. Yağmur yüklü bulutlar gibi, duygusal zekası analitik zekasını sisler altında bırakır. O bir kaç gün bile olsa ilk doğanın tüm özelliklerini taşır… İşte siz, kadının bu dönemine “cinleri gelmiş” dersiniz. Çünkü siz doğanın o ilk halini çoktan unutmuşsunuz. Doğaya sadece manzara gözüyle bakıyorsunuz. Manzara… bakımlık, görümlük, gelip-geçici… Zaten böyle olduğu için size kadın ‘cinli’ gelir. Çünkü cinler bilinmeyen, tanımlanmayan ve tanımlanmaması gerekenlerdir. Evet, cinlerimiz gelmiş!.. Hatta diyebilirim ki, ‘cinlerimizi’ seviyoruz. Bizi manzara olmaktan alıkoyuyor… Benden size yani yaşını, başını almış, zamanı değil, ama bu zaman içerisinde kendini eskitmiş benden size bir nasihat: Kadını anlamak, doğayı anlamaktan geçiyor, bunu hala anlamadınız mı? Eğer hala anlamamakta kararlıysanız ne diyeyim, gelip-gidip ‘CİN’lerimizle eğleşirsiniz artık…!’ Biz  ‘cinlerimizden’ memnunuz, siz bilirsiniz…