Doğanın bir işleyişi olarak Özsavunma

- Aynur HÜLAKÜ
774 views

1-mansetDoğanın temel işleyiş kanunları vardır. Bunlardan biri her canlıya biçilmiş ortalama yaşam süresi ve biçimidir. Her canlı, doğanın dengesinin bir sonucu olan yaşam süresini dış müdahale olmadıkça doldurur. Bu denge öyle güçlüdür ki bazı hayvanlar yüzlerce yumurta bıraktıkları halde bunların büyük kısmı hayvanlar tarafından yenildiği için yaşama başlangıç yapan yumurtalar ancak soyu sürdürmeye yetecek kadar olur. Buna bakınca insan doğanın işleyişinde bir haksızlık olduğunu düşünebilir. Ama tüm bunlar doğanın dengesinin doğal akışıdır.

Bu denge kanunlarından biri de ayıklanma kanunudur. Darwin’in kuramına göre yaşamın kasırgası içinde ancak yaşama gücü bulanlar canlı kalır ve türlerini sürdürebilir. Tüm canlılar verdiği bu yaşam savaşı içinde saldırı ve savunma duruşu içinde olur. İnsan düşüncesinde ezen-ezilen mantığı oldukça derinlere işlediğinden taraf tutma, güçsüzü savunma refleksi öne çıkabilmekte. Üstelik insan bu sınıflı toplum hastalıklarına ‘bu doğada var’ izahatı getirir. Ancak doğanın işleyişi bundan farklıdır. Doğada savunma, meşru ya da gayri meşru olarak değerlendirilemez. Bu, daha çok  sınıflı toplumun uyguladığı ideolojik ve askeri zor karşısında ezilenin, haksızlığa uğrayanın, bunun farkına varmasıyla geliştirdiği bilinçli bir tavrıdır. Bu nedenle doğada meşru savunmadan çok, doğal  bir savunma anlayışı vardır. Doğada ezen, efendi, askeri şiddet, katliam, soykırım yoktur. Sadece doğal yaşam mücadelesi vardır.

Şiddet değil, savunma davranışı

Doğada tüm canlı ve cansız varlıklarda  yaşam mücadelesini verecek savunma refleksi mevcuttur. Her şeyden bağımsız, etkileşimde bulunmayan, devingen olmayan hiçbir nesne veya canlı yoktur. Her canlı kendisine doğada biçilmiş zaman zarfında ışıkla, ısıyla, toprakla, havayla, suyla vb. birçok olguyla karşılıklı etkileşim içindedir. Canlı organizmalar ya da cansız nesneler çeşitli koşullar altında varlıklarını koruyabilmek için dışardan gelen bu etkilere karşı bir iç tepki geliştirirler. Etkileşim sürecinde yaşam savaşından başarılı çıkmak, varlığını tehdit edici tabi oluşlara düşmemek, ayıklanmamak ve yok olmamak için bir tepki gösterirler. Direnci zayıf ve yetersiz maddeler değişime uğrar. Birey için doğa karşısında hayatta kalmanın  tek şansı olan toplumsallık, başlangıçta ihtiyaçların doğurduğu gönüllü bir birliktelikti. Daha sonra toplumu bir arada tutabilmek, dağınık yaşam alışkanlığını aştırıp bireyi klana güç katan duruma getirmek, toplum olgusuna itaat ettirmek için törenler, tabular, ibadetler, kurbanlar, yasalar oluşturuldu. Bu nedenle törelere ve tabulara uymayanlar çok ağır cezalandırılırdı. O dönemin kurallarının sertliği, klanlar arası çatışmaların ilkelliği, zor olgusunun çok şiddetli uygulandığı fikrini yaratabilir. Fakat sınıflı toplumla gelişen zorun, zihni ve fiziksel tahrip düzeyine bakıldığında görülecektir ki klan döneminde uygulanan zor klan içinde dışa karşı birlikteliği güçlü tutma, klan dışında totemini koruma amacıyla yapılmaktaydı. İlkel şiddet ne kadar acımasız gözükse de sınıflı toplumlarda uygulanan zor kadar yıkıcı ve tahripkar değildi. Çünkü kapsamlı imhayı, üretimi elinde toplamayı, dünya egemenliğine oynamayı, sömürmeyi ve sosyal-kültürel imhayı amaçlamıyordu. Bunu gerçekleştirecek üretim düzeyi, ilişkileri ve ideolojik doğrultusu yoktu. Kısacası insanın doğa karşısındaki duruşu ve toplumsallığının özünde şiddet yoktur. Daha çok zora karşı bir savunma vardır.

Toplum aslında doğanın zorluklarına karşı insan tarafından kurulmuş bir savunma çemberidir. Etkileşimde canlıda ve maddede gelişen bu tepki bir savunma davranışıdır.

Meşru savunmanın dayanakları

INDIA-SOCIETY-WOMENBitki ve hayvanların refleks ve içgüdüyle savunma yaptıkları, bunun yanında bilinçli bir varlık olan insanın ise savunmasını akılla yaptığı belirtilir. Canlı bir varlık olan insan da refleksi, içgüdüyü kullanır. Ancak, insanın toplumsallığına dönük saldırılar yoğunlaştığında, refleks veya içgüdüye dayalı savunması yeterli değildir. Saldırıyı hissetmek ve hangi yöntemlerle buna karşı durulabileceğini belirlemek bir bilinç işidir. Bu anlamda bilinç, savunmanın en önemli yanını teşkil eder.  Savunma bilincini edinmek, sadece refleksler ve canlılık güdüleriyle savunma konumunda kalmak yerine bunu bilince ve anlayışa dönüştürmek gerekir. Kavrayış düzeyini, bilgi ve duyarlılık düzeyini böyle bir bilinçle ifade edebilecek noktaya getirmek gerekir. Hem meşru savunma bilinciyle dolu olmak, bunun için  yeterli verilere sahip olmak hem de bilinç alanına dönük saldırılara izin vermemek ve meşru savunma bilincini özgür birey ve toplum çizgisinde tutabilmek önemli olmaktadır.

Ancak, hiyerarşik  devletçi toplum her alandaki temel yöntemi olan bilinç çarpıtmasını meşru savunma konusunda da uygulamaktadır. Meşru savunma, insanlığın varlığını sürdürmesinin temeli olmasına rağmen egemenlerin her türlü kirli, çirkin ve kanlı planlarını gizleyen bir maske gibi kullanılmaktadır. Halklara dönük sömürgeleştirme seferleri, kadına dönük şiddeti, öldürmeyi, tecavüzü, başka halkların topraklarını işgal girişimlerini  bununla maskelemeleri bu çarpıtmanın ulaştığı düzeyi gösterir.

Meşru savunma ertelenemez bir haktır

Günümüz dünyasında, meşru savunmanın vazgeçilmez ve ertelenemez bir hak olduğunu kabul etmeyen tek bir güç yoktur. Ama her güç bu hakkı kendi ideolojik ve siyasal duruşuna göre tanımlayıp kullanmaktadır. Öyleyse öncelikle doğru tanımalamak gerekiyor.

Meşru savunma başkasının haklarına müdahale etmemek, özgür birey ve toplumun varlığına zarar vermemek, kast etmemek olarak tanımlanır. Egemen devletçi sistem için potansiyel bir tehlike olarak  tanımlanabiliyor ve meşru savunmayı önlemeye dönük davranışlar da aynı adı taşıyabiliyor. Günümüzde en büyük haksızlıklar, katliamlar ve imhalar meşru savunma adına yapılıyor. Meşru savunma bilinci elde etmek bunun için önemlidir. Hiyerarşik devletçi toplum gerçekliğini ve onun özelliklerini anlayabilmek, insanlık açısından yarattığı tehditleri görebilmek ve onun karşısında insanlığı savunacak bir duruş sergileyebilmek için elbette bu kadar kapsamlı ve derin bir bilince ihtiyaç vardır.

Bilinç tek başına meşru savunma için yeterli değildir.  Bilincin pratikleşmesi örgütlülüktür. Örgütlülüğe dönüşmeyen, dolayısıyla pratikleşmemiş bilincin fazla bir değeri yoktur. Örgütlülük bireyin ve toplumun kendini savunmasının temel aracıdır. Duygu, düşünce ve davranışın, bilincin kontrolünde olmasıdır. Her türlü duygu, ruh hali ve davranışını bilincin denetimine, kontrolüne alan, bilinç tarafından yönlendirilebilen insana örgütlü insan denir. Örgütlü insan, saldırının nereden geldiğini bilen ve ona göre savunmasını yapan insandır.

Toplumun örgütlü direnişi

Örgütlü toplumlar bir ilke ve amaç doğrultusunda yaşamlarını sürdürme gücünü gösterebilen toplumlardır. Bu tür toplumlar, kendilerine yönelen saldırılar karşısında savunmalarını yapabilirler. İdeolojilerine saldırı olursa ideolojik s3avunma yaparlar; sosyal, ekonomik ve siyasal varlıklarına saldırının biçimine göre savunma yaparlar. Yani meşru savunma toplumsal duruşun bütün alanlarını içerir. Toplumun her alanına yönelen saldırılar karşısında, bu saldırıları boşa çıkartacak bir örgütsel duruşa sahip olunmasını gerektirir. İşte örgütlü toplum, gücünü açığa çıkaran toplum budur. Toplumsal örgütlülük varolduğu sürece, toplumsal yaşamın hangi alanına saldırı yapılmış olursa olsun, toplum örgütlü direnç gösterir. O alandaki toplumsal örgütlenme saldırıyı karşılar, dolayısıyla toplum savunma yapar.

Meşru savunmayı bilinç ve örgütlülükten kopartıp salt askeri boyutuyla ele almak devletçi bir yaklaşımdır. Devletler, meşruluğunu önemli oranda toplumun savunma gücü oldukları iddiasından alırlar. Bu, gerçek amaçlarını gizleyen bir maske olsa da sıkça başvurulan bir yöntemdir. Bunu gerçekleştirmek için de ordular kurar. Bu bir anlamda devredilemeyen haklardan olan meşru savunmanın başka güçlere devredilmesidir. Bu, esasta savunma durumundan çıkıp saldırı konumuna geçme halidir. O yüzden devretmek, meşru savunmayla çelişmektir. Zaten meşru savunmanın esprisi öz savunmadır. Yani başkasına muhtaç olmadan kendini savunmaktır. Bunun bilinç ve pratiğine,  örgütlülüğüne ulaşmadır.

Eylemsiz meşru savunma olmaz

Meşru savunmanın bir diğer unsuru da eylemidir. Herhangi bir saldırı karşısında kendini savunabilmek ve meşru savunma görevini yerine getirebilmek için bir harekete, dirence ve eyleme ihtiyaç vardır. Eylemsiz meşru savunma olmaz. Birey ve toplum saldırı ile karşılaştığında, sadece “Bize saldırmayın, saldırı yanlıştır, vazgeçin” demekle kendini savunamaz. Sadece doğruları söylemek, saldırı karşısında örgütsel duruş göstermek yetmez. O bilincin ve duruşun anlam ifade edebilmesi ve sonuç alabilmesi için saldırıyla karşılaştığında, onu boşa çıkartabilecek bir harekete, eyleme dönüşmesi gerekir. Bu bakımdan meşru savunmanın eylem alanı da vardır. Öz savunmanın eylem anlayışı saldırgan gücü sınırlamak, etkisizleştirmek ve caydırmaktır. Topluma dönük saldırılar, grev, gösteri, boykot gibi pasif eylem biçimleri, siyasi eylem biçimleri, yine öz savunma direnişi gibi kitlesel direnme biçimleri yeterli olmuyorsa; bunlar saldırıyı durduramıyor, saldıran güçleri vazgeçiremiyor ve onlara geri adım attıramıyorsa daha da ötesi saldırıyı kurumlaştırma ve bütün toplumsal iradeyi kırmaya dönük bir konuma getirme yönelimi varsa, işgal, istila ve sömürgeci egemenlik gibi organize ve kalıcı bir saldırı durumuna dönüşüyorsa işte o zaman  saldırıyı kırma amacına dönük meşru savunma savaşı gündeme gelir. Savaş o zaman bir zorunluluk,  meşru savunma hakkı ve görevi olur. Böyle bir durumla karşı karşıya kalındığında meşru savunmayı geliştirmemek, yaşama hakkından vazgeçmekle aynı anlamdadır.‘Meşru savunma hakkını kullanmak değil, kullanmamak demokrasiye aykırıdır’  denilmektedir.  Benzer bir değerlendirmeyi J.J.Rousseau da yapmaktadır: “Özgürlüğünden vazgeçmek insan olma niteliğinden, insanlığından hatta ödevlerinden vazgeçmek demektir. Böyle bir vazgeçme insan yaratılışıyla uzlaşmaz. İnsanın isteminden her türlü özgürlüğü almak, davranışlardan her türlü ahlak düşüncesini almak demektir.”

İlk toplumların savunma olgusunun kadın toplumsallığı etrafında oluşması kadının öz savunmadaki gücünü ortaya koyar. Kadın etrafında toplumsallaşma olmadan bir öz savunmadan söz etmek mümkün değildir. Ana-çocuk ilişkisi bile bir öz savunmayı içerir. Çocuğu koruma yaşatma, besleme en temel toplum savunması oluyor.

Toplumu korumak ve savunmak temel öz savunma olmaktadır. Toplumsallığın var edici gücü olan kadın kendini ortaya koydukça, kendi kimliğini kazandıkça, özgürlüğü yaşam felsefesine dönüştürdükçe öz savunma gerçek anlamına ulaşacaktır.