Düşünce, söz ve eylem…

- Vildan Dirik
686 views

4“Düşüncelerine dikkat et, onlar senin sözlerin olacaktır.

Sözlerine dikkat et, onlar senin eylemlerin olacaktır.

Eylemlerine dikkat et, onlar senin alışkanlıkların olacaktır.

Alışkanlıklarına dikkat et, onlar senin karakterin olacaktır.

Karakterine dikkat et, ki o senin kaderin olacaktır.”

TALMUD

Bu dörtlük Talmud olarak adlandırılmaktadır. Peki Talmud nedir? Wikipedia’ya göre;

Talmud (İbranice: תלמוד), Yahudi medeni kanunu, tören kuralları ve efsanelerini kapsayan dini metinlerdir. İbranice lamad (öğrenmek) kökünden gelir. Mişna ve Gemara bölümlerinden müteşekkildir. Talmud’un iki versiyonu vardır: 3. ila 5. yüzyıla ait olduğu kabul edilen[1] ancak daha eski dokümanları da içeren Babil Talmudu ve daha eski olan Filistin ve Jerusalem (Kudüs) Talmudu.

Kısacası her dinde olduğu gibi Yahudi inancında da yazılı kuralların sözlü olarak açıklığa kavuşturulduğu ve inananların dinin kurallarını daha iyi kavramasını sağlamak için ifadelerin sadeleştirildiği bir yöntemdir Talmud.

Müslümanlıkta hadisler ayni görevi görmektedirler. Talmud, öğrenme anlamına gelmekle birlikte amaç olarak toplumun eğitim ve terbiyesini hedeflemektedir. Yukardaki dörtlük ise Talmudlardan en bilinenidir. Bu sözün Yahudi inancına ait olduğu bilinmeden birçok yerde kullanıldığı söylenmektedir. İçinde dini bir tema olmadan insanların sözlerine ve eylemlerine dikkat etmelerini öğütleyen bu söz bana Alevi inancında ki “Eline, beline, diline sahip ol” sözünü anımsatmaktadır. Düşünce, insan beyninin olağanüstü özelliklerinden biridir. Düşüncelerin sözlere dökülmesi ise insanlar arasındaki iletişimin olmazsa olmazıdır. Sözler düşüncelerin eyleme dönüşmesine neden olurlar ve düşüncelerin yayılması, kalıcılaşması sözlerin etkili kullanılması ile mümkün olur.

İdeolojiler etkin ve üretken beyinlerin yaratımlarıdır ve ideolojilerin sözcüklere dökümü en az o düşüncenin kendisi kadar etkili değilse yaratacakları etki zayıf kalacaktır. Eğer o ideoloji sözcükler yoluyla kitlelere etkili ulaşamayacaksa, eylemsel ve pratik olarak ta bir etki ve güç yaratamayacağı açıktır. Toplumların ve kitlelerin belli ideolojiler temelinde düşüncel, pratiksel, sosyal ve siyasal alışkanlıklarının kalıcılaşıp toplumun karakterinin oluşması bu temelde o toplumun da kaderini belirleyecektir. Bu acıdan ister toplumu ister insanı baz almak çok fazla fark etmiyor, sonuçta düşüncelerin sözlere, sözlerin eylemlere, eylemlerin alışkanlıklara, alışkanlıkların da kalıcılaşması adına ister “kader” diyelim, ister “sonuç” bizi aynı noktaya götürmektedir.

NAV-DEM olarak 4. Kongremizi geride bırakırken, yeni bir sürece adım atarken, tüm meclis kongrelerimizde yürütülen tartışmalar temelinde kitlemizin eylemlere ve sürece katılımının düşük, örgütleme ayağımızın dar kaldığı yatmaktaydı. Açılımların yaratılamadığı, yeniden inşa, demokratik özerklik, ekoloji, demokrasi ve kadın özgürlüğü konularında ne meclis üyelerimiz ne de halkımızın eğitilmediği yapılan belirlemelerde ve değerlendirmelerde somut olarak ortaya konuldu.

Yukardaki Talmud göz önüne alınacak olursa;

Elimizde çok etkin ve yetkin, oldukça üretken bir beynin yarattığı sağlam bir ideoloji var. Bu ideolojinin geliştirdiği ve sisteme dönüştürdüğü toplumların tüm ihtiyaçlarına cevap olabilecek olan bir paradigması var. Bu paradigma ne denli sağlıklı kavranır ve anlaşır bir bicimde kavratılırsa pratiğe dönüşmesi de o denli sağlıklı olacaktır. Düşüncenin anlaşılması o düşünce için eyleme gidilmesini sağlar. Bunun bir davranış ve yaşam bicimi haline gelmesi ise o düşüncenin kalıcılaşıp yaşamasının ve de gelişmesini sağlar. Sonuç olarak bu da o halkın, o toplumun kaderini belirler. Kendi kaderini belirlemek onurlu ve yüce bir eylemdir.

Bir toplum eğer kendi kaderini belirleyecek ideoloji, politik ve siyasi donanıma sahipse, bunun pratik koşullarını oluşturması ve sistemini kurması önündeki tek engel gene kendisi olacaktır. Bu bakımdan Avrupa’da yaşanan gelişim ve açılım, pratik ve ideolojik yetmezlik gibi sorunlardan bir an önce kurtulmak gerekmektedir. Bunun içinde paradigmamızın anlaşılır kılınması şarttır. Bunun yolu da elbette halkla iç içe olmaktan, söz ve eylem birliğinden, eylem selliğin bir yaşam tarzına dönüşmesinden ve kendi kaderini ellerinde tutmaktan geçeceği açıktır.