Emekle örülmüş bir hayat

- Döne GÜZEL
592 views

hediye 1An’ı sembolleştirenlerin özgürlük tutkusudur Kürtlerin uzun soluklu yolculuğu. Yılmadan, yorulmadan, pes etmeden, teslim olmadan yeniden ama yeniden doğanların ve direnişe yürüyenlerin tarihidir. Dağ doruklarına, keskin uçurumlara sevdalı olanların, ölümle dans edenlerin destanıdır. Özlem, emek, vefa, sevgi ve umudun bileşkesidir Kürtlerin özgürlük yürüyüşü. Tek’ten heplerin ve giderek milyonların yüreğine akan tutkudur. Emektarları; şehitleri, anaları, kadınları, gençleri, onbinlerce gönüllüsüdür.

Bu yürüyüşe gönül vermiş, umudunu hiç eskitmemiş yılların emektar gönüllülerinden biri de Hediye Konakpınar’dır. Avrupa’daki eylem ve etkinliklerin tanınan simalarından. Bir kadın ve sömürge bir toplumun ferdi olarak, hak ve özgürlüğün bedel ve mücadele sonucu elde edileceğinin bilincine varalı yıllar olmuş.

Konakpınar ile bir halkın özgürlük davası ile kesişen kişisel hayat hikayesini, bu kavganın kendisine, kendisinin bu kavgaya kattıklarını, yılların kendisinde bıraktığı izleri konuştuk.

Kürtlerin özgürlük davası ile tanışıklığınız 1990’lı yılların başına tekabül ediyor, biraz bahsedebilir misiniz, nasıl gelişti bu tanışıklık? 

Birçok Kürt gibi benim ailem de hep göçebe halindeydi. Malatya ve Maraş’tan sonra Sivas’a göç etti ailem. Sivas’ın Konakpınar köyünde büyüdüm. 1988’de Almanya’ya geldiğimizde henüz 16 yaşındaydım. Kürt kimliği ile tanışıklığım da bu döneme denk geliyor. Hatta Kürtlükten bahsedildiğinde “Bu da nereden çıktı, nereden Kürt oluyoruz” şeklindeki tepkisel reaksiyonumu hiç unutmam. Kaldığım eve bu davaya gönül vermiş birçok aktivist geliyordu.  Bunlardan biri de Dersimli Jiyan arkadaştı. Arabam olduğu için örgütlenme faaliyetlerine giderken beni de yanına alıyordu. Çok ısrarcı ve sonuç almadan geri dönmeyen biriydi.

Jiyan ve birçok arkadaşın etkisiyle yavaş yavaş ilgi ve sempatim gelişti.

1992’de Hamburg’da bulunan Kürt derneğine gitmeye başladım. Ortama yabancıydım, ne Kürtlük ne de kadın bilincine sahiptim. Fakat oradaki insanların birbirleriyle olan ilişkileri çok etkilemişti. Tarifi zor, hiçbir yerde olmayan bir bağ vardı insanlar arasında. Öyle ki bu ilişki tarzı benim tekrar tekrar derneğe gitmemi sağladı. Bu etkiden olsa gerek, iki ay sonra yerelde yürütülen çalışmalara dahil oldum.  Eğer bir kez bir ailenin kapısından girmişsek bu ilişki kalıcılaşıyordu. Ailelerin Kürtlük karşısındaki ilk tepkileri benim ilk tepkilerime benziyordu.

Kadın boyutunda durum neydi o dönem, ne gibi zorluklar veya engeller yaşanıyordu?

hediye 5Birçok aileye diğer sol örgütler girmişti ve belli bir güvensizlik de vardı. Kadın boyutunda bir zedelenme vardı. Başta bu güven zedelenmesini aşmamız gerekiyordu. Tarz, katılım ve duruşumuzla belli bir güveni oluşturmaya başladık. Giyimimiz gibi olaylar karşısındaki tepkilerimiz de aynıydı. Bu nedenle insanlar bize gözleri kapalı güveniyorlardı. Belki teorik olarak o kadar güçlü değildik. Fakat az şey söyleyip çok şey de yapıyorduk.

Hiç konuşmayan, evden çıkmayan kadın gece yarılarına kadar Kürtlük davası için çalışma yürütüyordu. Bu kadınlarda bir güven yaratıyordu. O zamanlar siyasal anlamda öncülük yapabilecek, güç getirebilecek kadın arkadaşların sayısı çok azdı ve işimiz daha zordu. Bugün Kürt Kadın Hareketi olarak kendimizi ispatlamışız. O dönemlerde ise, her konuda kendimizi erkeğe ve topluma karşı ispatlamak zorundaydı. Hata yapma lüksümüz pek yoktu. Bunun için  ince eleyip sık dokuyorduk. Kadına ilişkin bir kararı geçirmek için bas bas bağırmak zorunda kalıyorduk. Bazen pes ediyorduk, bazen radikal kararlara gidiyorduk. Cins bilinci olmadığı için yalnız bırakılıyorduk ya da yalnız kalıyorduk. Ortak reflekslerimiz yoktu, aynı olaylara farklı bakabiliyorduk. Yine erkeğin bizi parçalayan, yönlendiren yaklaşımları oluyordu.  Şimdi ise durum çok farklı, artık kendi kararlarımızı kendimiz alıyoruz.

Avrupa Kürt Kadın Hareketininin ilk örgütlenme sahalarından biridir. Kürdistan Özgür Kadınlar Birliği 1987’de bu alanda kuruldu. Bu örgütlenmenin bulunduğun alan olan Hamburg’a yansıması nasıl oldu? 

Hamburg’ta 1. YJWK konferansını 1994’te gerçekleştirdik. Yaklaşık 60 kadın katılmıştı. Bu konferansta 6 kişilik bir yönetim seçtik. O dönemde bizim kadın toplantılarını erkek arkadaşlar gerçekleştiriyordu. Konferans divanında da erkek arkadaş vardı. Bu durum o  zaman için bize çok da tohaf gelmiyordu. O dönemler Önder Öcalan’ın kadın eksenli değerlendirmeleri olsa da, bunları derinlemesine analiz etmede zorlanıyorduk. Bu durum 1998 Kopuş Teorisine kadar devam etti.

Hamburg’ta ilk kez 1998’de bağımsız komite, birim ve kominler geliştirmeye başladık. Biz kadınlar kendimizi yeniden inşa etmeye başladık. Kendimize ve dolayısıyla hemcinslerimize güvenmeye başladık. Kadınla yeniden ve doğru prensipler üzerinden yeniden buluşmanın hazzını yaşıyorduk. Tüm bunlar gerçekleştirdiğimiz eğitsel ve bilinçlendirme girişimlerine paralel gelişiyordu. Bugünün temelleri işte o dönemlerde atıldı. İlk kez kadının ne hissettiğini, eşiyle, çocuklarıyla yaşadığı sorunları sormaya, konuşmaya başladık. Kadınlar da hem bizden güç almaya, hem de bizleri birer çözüm iradesi olarak görmeye başladı. Bizde başlayan bilinçlenme ile beraber yıllarca birlikte çalışma yürüttüğümüz erkek arkadaşlar ile yeniden tanışmaya başladık. İyi bir devrimci veya demokrat olarak gördüğümüz erkeğin evde birer despot kesildiğine tanıklık ettik. Bu da bizler açısından bir dönüm noktası niteliğindeydi.

Unutmadan eklemem gerekiyorki; Hamburg’daki kadın örgütlenmemizde Arjin Garzan, Ruken Bingöl ve Sakine Cansız gibi kadın öncülerimizin önemli bir rolü, emeği ve izleri var. Onlar yol göstericilerimiz olarak, bizlere çok şey katıp, mücadeleye daha fazla bağlanmamızı sağladılar.

Bu yıllar içersinde sende iz bırakan yaşanmış herhangi bir anı var mı?

hediye 2Yaşadığım sürece unutamayacağım an ve anılardan biri var. 1997 yılında Önder Ocalan’ın bulunduğu kampa gittim. Kampın girişinde gerillalar silahlarıyla bekliyordu. Anlatılması zor bir heyecan içerisindeydim. ‘Burası bana ait’ duygusunu hayatımda ilk kez o an yaşadım… Korku, tehlike, endişeye dair hiçbir kırıntı yok. Müthiş bir özgüven yaşıyorsun. Oğlum Hebûn o dönem 8 aylıktı. Onu babasına bırakıp gitmiştim. Gitmeden önce antatıldığında bana abartılı geliyordu. Fakat göz göze geldikten sonra Önder Öcalan’ın bakışındaki derin anlam insanın benliğini çok etkiliyor. “Burada iki kelime bile aldıysanız, bu bile size ömür boyu yetmelidir.” demişti önderlik. Her zorlanmamda O’nu ve bu sözlerini hatırlıyor ve güç alıyorum. Abimi kaybettiğimde birçok yöntem denedim fakat hiç biri acımı hafifletmedi. Bir tek okuduğum Önderliğin 5. savunması acımı hafifletebildi.

40 yılı aşan bu mücadeleyi başlatanlardan biri olan Sakine Cansız ile birlikte çalıştınız. O’nu tarif edecek olursanız, neler ifade edersiniz? 

Birçok şeyden etkilendiğim, günlerce üzüldüğüm oldu fakat bende Önderliğin esareti ve Paris katliamı kadar hiçbir şey derin bir iz ve etki bıraktı. Her iki olay aklıma geldikçe canım yanıyor. Heval Sakine ile ilk kez 1995’te Frankfurt’ta karşılaştım. Bizi tanıştıran arkadaş “Bunlar Hamburg çalışanları” demişti. Yandan bize bakan Sakine arkadaş da “Hepsinin kareli gömleklerinden belli” demişti. İlk tanışmamız böyle oldu. Onun hep bir telaşı vardı; gecikmiş olmak, geç kalmak gibi… Hep bir koşuşturma içerisindeydi. Yaşamında hep riskler almış. Haksızlıklara boyun eğmeyen, başkaldıran bir kadın O. Hamburg’ta ziyaret etmediği ev nerdeyse kalmamıştır. O’nun inatçılığı ve dik başlılığı Almanları da kızdırırdı. Hamburg’ta bir süre tutuklu kaldı. Serbest bırakılması için birçok eylem yaptık. Keşke daha çok soru sorma, sohbet etme imkanımız olsaydı.

Aynı zamanda bir aile terapistisiniz. Bir pedagog olarak edindiğin kişisel kriterler çerçevesinde bir bireyi yetiştirme özgürlüğüne sahip misin? İş hayatına ilişkin ne tür sıkıntıları yaşıyorsun? 

1-HEDIYEÇocuk eğitmenliği ve aile terapistliği mesleğini yaparken kadın hareketinden edindiğim tecrübeler bana yol açıcı oldu. Olaylara farklı bakabilme, detaya inme, çok yönlü ele alma faaliyetlerde edindiğim tecrübelerdi. Dolayısıyla bu meslekleri yapan diğer birçok arkadaşlarıma nazaran zorlanmadım. Şu anda Alman solcularıyla çalışıyorum. Onlara göre birey özgür ise bu yeterlidir ve yetiyor. Sisteme karşıt fakat bunu sadece kendisiyle sınırlı kılıyor, bir nevi sisteme eklemlenme var.

Bu sistem 30 yıl sonra nasıl bir insan istiyorsa, ona göre kendi pedagoglarını yetiştirmeye başlıyor. Bize de sınırlar getiriliyor, istesek de bu sınırların dışına çıkamıyoruz. Tüm alanlarda kendisine muhalif olmayacak kesimler, tepkisinin törpülendiği insanlar yetiştiriyor.

Kulağımıza gelen fısıltılara göre evlilik hayatınızda güzel bir uyum söz konusu, bunu neye borçlusunuz?

Özgürlük mücadelesi ile henüz bekarken tanışmak benim için bir şanstı. Bu tanışıklık daha doğru bir tercih yapmamı sağladı. Klasik bir evliliği hiçbir zaman tercih etmedim, yine anneliğe 24 saati çocukla geçirmek gibi bakmadım. ‘Sosyal olarak kendi ruhumu doyuramazsam çok iyi bir anne de olamam’ fikri vardı bende.

Çocuklara bir gün babaları bakıyordu, bir gün ben, sıraya koymuştuk. Hem ben işimi yapıyordum, hem de eşim. Bir ilişkiyi yürütmenin zorlukları var elbet. Fakat yürüttüğüm çalışmalardan aldığım moral, motivasyon ve enerji ile, sorunların üstesinden gelme gücünü kendimde oluşturdum. Eğer yaptığın işten pozitif enerji alıyorsan, bu evde çocuklara da bir biçimiyle yansıyor. İnançlı bir kişiliğe sahibim, evliliğimde en çok bu özelliğim beni korudu.

20 yılı aşan bir mücadele performansı söz konusu. Bu denli uzun soluklu yürüme motivasyonunu neye borçlusun? 

1992’den 2018 yılına kadar özgürlük mücadelesinde yerel kadro olarak yer aldım. Kendimi çok şanslı olarak görüyorum. Birçok alanı tanıma fırsatı buldum. Yine bireysel anlamda kendi gücümü tanıma ve görme fırsatına ulaştım. Ya da yere düştüğümde kalkmayı öğrendim. Demem o ki bu motivasyonu bizler için büyük bir şans anlamına gelen Önder Öcalan’ın demokratik ve özgürlükçü felsefesine borçluyum.