Erkekliğin korkulu ve kıskançlık hali: Tecavüz

- Ruken Aras
774 views

2İyi hatırlıyorum, 1980’ler  öncesiydi… Batı’da ilkokula gittiğim esnada  bir caminin imamı Kuran öğretirken seçtiği birçok kız çocuğunu kucağına oturtuyordu. Biz bunu sevgi ve değer görme ifadesi olarak algılardık. Aynı şekilde memur çocuklarını taşıyan servis şoförü de araba kullanmayı öğretmek bahanesiyle kız çocuklarını kucağına oturtuyordu. Ama imam da şoför de beni sevmiyorlardı ve ben bunun nedenini bilmiyordum. Diğer birçok kız çocuğunu “severken” benim yüzüme bile bakmıyorlardı.

İmam kız çocuklarını kucağına oturtur ve kendinden geçercesine Kur’an okurdu. İmamın bizi de kucağına alması için tüm çocuklar rekabete girerdik.

Bilmezdik kucağa oturtarak kendinden geçercesine Kur’an okutmanın taciz olduğunu.

Servis şoförünün araba kullanmayı öğretmek adına iki arkadaşımı değiştirerek kucağına oturtması da aynı süreçlere denk gelmişti.

Sonra büyük bir tufan koptu, iki aile servis şoförünün yaptıklarını fark etti, soruşturma açıldı, müfettişler geldi, bütün çocukların ifadesine başvuruluyordu.

Babam beni bir odaya çekti, kapıyı hızla kapattı, o hep korktuğum işaret parmağını burnumun tam önüne getirip götürerek “bak sana söylüyorum o adamcağızın çocukları, ailesi var, sakın bir şey anlatma yoksa seni gebertirim” dedi.

Tabii önce ısrarla bana da yapıp yapmadığını sormuş ve bana yapılmadığını öğrenince rahatlamıştı.

Sonra isimlerinin “müfettiş” olduğunu öğrendiğim kocaman, iri yarı, yaşlı,  takım elbiseli üç tane adam beni odaya çağırdı. Babama verdiğim sözü tuttum. Şoförün beni hiç kucağına almadığını, bu arada hep diğer kızları sevdiği için kucağına oturttuğunu, beni hiç sevmediğini ağlayarak anlattım. Aynı şekilde imamı da şikayet ettim, beni de kucağına alıp sallanarak Kur’an öğretmediği için. Benim bu çocuksu sitemim üzerine cami imamına da soruşturma açıldı.

Çocuk aklı işte… 

Tacizci imamla, şoför  sürgün edildiler, eşleri ve çocukları da onlarla gitti. Ama eşlerinin ve çocuklarının gözlerinin yere baktığını, kafalarını kaldıramadıklarını dün gibi hatırlarım. Sonra babaları olan erkeklerin gittikleri yerlerde  kaç çocuğa daha,  kaç yıl tecavüz ettiklerini ise bilmiyorum…

5Planlı bir savaş: Tecavüz

Şimdilerde Türkiye Cumhuriyeti tarihi tecavüz olaylarının en fazla basına yansıdığı dönemleri yaşıyor.

AKP’nin can damarı olan Ensar Vakfı’nda çocuklara sistematik tecavüzler inkar edilemeyecek kadar gün yüzüne çıktı.

Bir ülkenin hükümetine bağlı bakanlık “tecavüz edenle tecavüze uğrayan çocuğun evlendirilmesini, 5 yıl boyunca bir sıkıntı çıkmadığı taktirde olayın tatlıya bağlanabileceğini komisyonda tartıştırıyor.

Otobüs şirketi Metro’da bir muavin;  kadın yolcu uyurken bir bardağa boşalttığı spermini kadın yolcunun yüzüne fırlatıyor. Kadın yolcu uyandığında olayın şokunu yaşıyor ama orada ilginç olan bir nokta da diğer yolcuların tepkisizliği ve ona inanmak istemeyişleri…

Öyle ya; tacizin de tecavüzün de bir adabı vardır…

Aslında tecavüz olayları artıyor mu yoksa eskiden beri vardı da kadınların mücadelesi ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte daha fazla görünür kılınmaya başladı tartışmaları sürüyor. AKP döneminde tecavüzlerin artmış olduğunu söylemek bir önceki dönemin temsilcilerine ait pratikleri aklamamalı elbet.

Burada rakamlardan ziyade zihniyetin kendisini, nasıl işletildiğini, nasıl meşru kılındığını tartışmak daha önemli geliyor. Kendi çocukluğumu bile hesapladığımda bir imam en az 15 kız çocuğunu sistematik olarak taciz etmişse yüz bin erkek kaç çocuğa yapmıştır hesabı anlamsızlaşıyor…

Kadınlara ve çocuklara dönük tecavüz olaylarını toplasak bir savaş bilançosu karşımıza çıkıyor. Bunun adı bir savaş: Erkek egemen zihniyetin temsilcisi tarafından inşa edilen erkekliğin kadın kimliği üzerine planlı, sistematik, sürekli bir savaşı…

Toplum tecavüzlere neden sessiz?

Tecavüzün bir kültüre dönüşmesi sadece tecavüzcülerin sayısının artması, tecavüz şekillerinin değişmesi değildir aslında… Tecavüzlere karşı sessizliğin ve meşrulaştırılmasının kendisi de bir kültüre dönüşüyor.

Zihniyet olarak tecavüzün ne olduğu doğru temelde tartışılmadığı sürece bunların sayısı da şekli de artarak devam edecektir. Ve hatta meşrulaştırılacaktır… Hatta anayasanın maddelerine alınacaktır.

Bir cumhurbaşkanının kadınlar için söylediği sözlere muhalif olanlar çeşitli mücadele yöntemleriyle tepki gösterirler ama ona adeta tapınan bir kesimin çocukları içinse zihinsel inşa gerçekleşiyor demektir. Ona hayran olanlar, onun sözlerini şerbet olarak içebilirler.

Kadınlardan en az üç çocuk yapmalarını istemesi, çocuk yapmayan kadının yarım olduğunu söylemesi ve bunu “yüce peygamberimiz de üç çocuk derdi” diye ifade etmesi sorgulanmaz mesela.

3Tecavüzler meşrulaştırılıyor ve buna teşvik ediliyor.  AKP için zaten kadın varlığının kendisi tecavüzler için sunulmuş birer objedir. Çocuklara tecavüz de “oğlancılık” kültürünün bir geleneğidir. Sadece bedensel zevk için yap
ılan bir tecavüz değildir oğlancılık; kendi iktidarının devamlılığını sağlayacak olan kendi cinsinin kontrol altına alınmasıdır. İktidarı denetim altında tutmaktır aslında. Dikkat edersek Ensar Vakfı’ndaki çocuklar kendi yandaşlarının çocuklarıdır, ne Pozantı cezaevindeki çocuklardır, ne Antep  AFAD’a bağlı Nizip Mülteci Kampı’ndaki Suriyeli çocuklardır, ne de Kürdistan’daki çocuklardır. Sömürgecinin sömürge ulusun çocuklarına tecavüzü bir ele geçirme, talan etme zihniyetidir. Kendi yandaşlarının çocuklarına yapılan tecavüz ise geleceğin iktidar sahiplerini ele geçirme, denetim altına alma zihniyetidir.

Erkeklerin kadınlara tecavüzünde yatan zihniyetin biraz da kadına karşı duyduğu kıskançlık, onun bedenine karşı gösterdiği korkaklık olduğunu söyleyen feministlerin bu tespitlerini de dikkate alabiliriz. Zaten biz de tecavüzü ele geçirme, gasp etme, talan etme üzerinde değerlendirmiyor muyuz. Aynı zihniyet halklara, anadillere ve doğaya böyle yaklaşır. Bunun adı tecavüz kültürüdür. En iyi biz Kürtler biliriz tecavüzün sadece kadın bedeni üzerinden gelişmediğini…

Sömürgecilik=Tecavüz ve gasp

Erkeklik; sadece kendi kimliğini sürdürmek için tecavüz etmez; korku duyduğu bir varlığı ele geçirmek için de yapar bunu. Erkekliğin korkulu ve kıskançlık halleridir tecavüz kültürü… 

Sömürgecilik sadece bir coğrafyanın halkına, madenlerine, suyuna el koyma değil ki. Sömürgecilik;  zihniyet düzeyinde gelişmedikçe kendini zaten var edemez, sürdüremez, haklı çıkaramaz.

Bu zihniyet sömürüsü binlerce yıldır ikna yöntemlerini ustaca kullanıyor. Bu ikna sürecinde düşünce yöntemleri olan mitoloji, din, felsefe, bilim kullanılıyor.

Ama halklar, bireyler nasıl ikna oluyor, nasıl kaderine razı geliyor, nasıl düşünemez- soru soramaz hale getiriliyor.

Nasıl oluyor da Kürt kadınlarının DAİŞ’in tecavüzlerine karşı direnişini ve ardından yakılmalarını CNN Türk “DAİŞ cinsel ilişkiye girmek  istemeyen kadınları yaktı” olarak veriyor. Tecavüze karşı direnmek kavramı eğer bir ülkede cinsel ilişkiye girmeyi istememek olarak  haber yapılıyorsa artık yerin dibine batsın diyorsun. Yerin dibine batsın bu yaşam…

Erkekliği yücelten dinciliğin bir eseri

4Bu toplumsal sorunu doğru tanımlamak ve bu zihniyeti kırmak için bir yönteme ihtiyacımız var.

Çünkü karşımızdaki sorun erkekliği yücelten dinciliğin bir eseri. Ve din dogmatizme dönüştürülmüş. Soru sormak, eleştirmek günahkarlığın, lanetlenmenin sonuçlarına götürür.

Karşımızdaki sorun erkekliği yücelten milliyetçiliğin bir eseri. Ve milliyetçilik bir varoluş gerekçesi yapılmış. Karşı çıkmak  vatan hainliğine götürür.

Ve karşımızdaki sorun erkekliği yücelten cinsiyetçiliğin bir eseri. Cinsiyetçiliğe karşı çıkmak erkek düşmanlığına, toplumdan dışlanmaya götürür.

Karşımızdaki sorun bilimciliğin eseri. Toplumsal sorunların doğru tahlil edip çözüm önerileri sunması gereken sosyal bilimlerin kendisi zaten devletin ve erkeğin işlettiği çarkların içinde.

Yöntem olarak bu sorunların temeline kadın özgürlüğünü koyduğumuzda toplumsal sorunların çözümüne ışık tutuyor.

Ancak şuna inanmak koşuluyla: Kadın hakikati yaşamdan koparıldığı için dünya  bu kadar yerin dibine batmış… 

Sanki bütün mesele bilmelerin, inanmaların, adlandırılmaların tekrar kadın aklı, vicdanı, kadın hakikatiyle sorgulanmasında yatıyor.

Tüm bu yaşananlar kadın kültürünün yaşamdan koparılması, lanetlenmesi ile geliştiyse bize düşen de bu kültürü yeniden insanlıkla tanıştırmak. Olmayan bir şeyi inşa etmek değil; hala kendini sürdüren komünal yaşam anlayışını, ekolojik bilinci, özgürlük aşkını açığa çıkarmak.

Bizler konuşmadıkça, yazmadıkça, tartışmadıkça, eğitimler düzenlemedikçe boş kalan zihinleri erkek  egemen sistem dolduruyor. Hem de öyle bir dolduruyor ki bizim o zihinlerdeki  inşa edilmiş anlamlandırmaları  çıkarıp yerine iyiyi, doğruyu, güzeli teklif etmek  için vereceğimiz çaba çok zorlaşıyor.

Reddetmek bir sorumluluktur

“Böyle gelmiş böyle gider; kaderimizdir, ne yapsak boşuna, yedisinde neyse yetmişinde de odur ” diyenler için yakın tarih deneyimini incelemek önemli olabilir. Kürdistan’da yaşanan özgürlük mücadelesi insan zihninin ve toplumsal hafızanın ne kadar  esnek olduğunu da bize gösterdi. Birçok insan  kendilerine yedirilen köleliği reddetti, birçok kadın klasik kadın olmayı reddetti, bir çok erkek içindeki egemen erkeği sorgulamaya başladı, bir çok emekçi zincirlerini kırmayı başardı. Ve zihniyet dönüşümünün ardından alternatif yaşamı kurmak için mücadeleye devam etti.

Reddetmek bir sorumluluktur. Çünkü reddettikten sonra savunduğumuz şeyi yaşamla buluşturmak, yaşamsal kılmak daha da önemli bir sorumluluk oluyor.

Tecavüzleri reddediyorsak sadece kendi çocuklarımızı ve kendi bedenlerimizi öz savunmayla koruyarak değil; çevremizdeki tüm insanları zihniyet dönüşümüne çağırarak, örgütlenerek, meclisler oluşturarak ve sürekli düşünüp tartıştırarak ve bildiğimizi paylaşarak gerçekleştirebiliriz. Bu da bizi ahlaki ve politik topluma götürüyor.

Biraz yoruluruz belki bu zihniyet devrimi mücadelesinde ama bu yorgunluk özgürlüklere kapı araladığında Güneş’in sıcaklığıyla bir ağacın altında üzerine bir bardak kaçak çay içerek dinlenebiliriz.