Gönüllü kandırılmışlık hali

- Ruken Aras
688 views

2Son süreçte  Türkiye gerçekliğini değerlendirmek, sebep sonuç ilişkisi yakalamak, hemen hemen tüm kesimlerin uğraş alanı haline gelmiş durumda.

15 Temmuz darbe girişimi esnasında ne oldu da darbe başarısız oldu, cumhurbaşkanı neden darbe girişimini öğrendiği saatleri hep farklı söylüyor, bu enişte nereden çıktı…  Roboski olayının emrini kim verdi, Cizre katliamı sürecinde Hrant Dink’in öldürülmesinde şüpheli görülen emniyet müdürü yirmi günlüğüne neden oraya gönderildi, neden Türkiye’de hep darbe oluyor…

Sadece olgu yani olaylar üzerinden giden bir değerlendirme yöntemi var. Örneğin neden hep darbe sorusunun cevabı:

“Düşman çok, sorun çok…”

Peki neden bu kadar çok düşman ve sorun var:

“Ee bizi çekemiyorlar.”

Dünyanın her ülkesini çekebiliyorlar da bir Türkiye’yi mi çekemiyorlar. Türkiye’yi bu kadar çekemiyorlar noktasına getiren şey ne? Demokrasisi mi, denizinin maviliği mi, dilinin güzelliği mi, insanının esmerliği mi… Sonuç vatan, millet, Sakarya oluyor:

Türklük değerli, diğerleri bunun önünde engel!

Erkeklik değerli, özgür kadın kimliği bunun önünde engel!

Müslümanlık değerli, diğerleri değersiz!

‘Kandırıldık’ meselesi ve algı operasyonları

Bugün sistemin algı operasyonları evrensel tüm değerleri alt üst etmiş durumda.

Sürekli olgular üzerinden giden bir değerlendirme yöntemi çözümlemenin derinliğini engelleyebiliyor.

Bilgiye kimin erken ulaştığı, bu bilginin kendisinin ne kadar doğru olduğu da kriz halinde duruyor. CNN’de son zamanlarda üst üste her gece FETÖ itirafçısı diye çıkan insanların adeta işkencede çözülmüş, satın alınmış halleri komediye dönüşüyor. Kadınların bu süreçte iktidar destekçisi konumları da kanallarda karşımıza çıkmaya devam ediyor.

Oysa özgür kadın iddiası taşıyan akıl;  karşısındaki erkeğe soru sorarken yöntem olarak merkezine adaleti, eşitliği, doğayı, farklılıklara saygıyı koyar. Ama bugün iktidarın destekçiliğini yapanlar merkezlerine egemen olanın çıkarlarını koyuyor. Çok merak ediyorum, darbe gerçekleşseydi bugün konuşanlar o g3ün ne diyecekti…

Mesela hep ‘kandırıldık, Allah bizi affetsin’ diyenlere “bir irade olarak yönetime gelinebiliyor da, devletin tüm mekanizmalarına sahip olunabiliyor da, yönetirken nasıl hep kandırılmış olunabiliyor” diye neden sorulmuyor? Bir de her konuda kandırılıyorsunuz da neden Kürt sorununun doğru tanımlanması, barışçıl çözümü konusunda kandırılmıyorsunuz?

Bir gün acaba bu kadın katliamları konusunda da kandırıldık denilecek mi: “Biz kandırıldık, o yüzden kadınları eve kapattık, tecavüz ettik, onları yakarak öldürdük…”

Hayır, binlerce yıllık erkek egemen devletçi zihniyet her konuda kandırılabilir ama farklılıklar ve kadın sorunu karşısında kandırılamaz. Zaten o zaman varlık nedeni kalmaz.

O yüzden ‘kandırıldık’ meselesini kitleleri algı üzerinden etkileme aracı olarak görmeliyiz. Kimse kimseyi kandırmıyor. İktidarı paylaşamayan yapılar kitleleri kendine bağlamak için sosyolojik olarak duygu sömürüsü yapıyor.

Pozitivizmin en somut ürünlerinden biriyle karşı karşıyayız: Ağacın dallarına takılıp ormanı görmemek! Sevdiğin, inandığın kişi ne yaparsa haklı bir nedeni vardır.

– Saray yapmış

– Hakkıdır.

-Ama  Hz. Muhammed vefat ettiğinde bir hırkası varmış.

-O devirle bu devri karıştırmayalım, o zaman öyleydi.

– Çocuk yaşta evlilik?

– Ee  peygamberimiz de onaylamış ya…

 

Gerçekler neden görülmüyor?

Türkiye’de iktidarın yaptıklarını sorgusuz sualsiz benimseyen kesimler sadece haber alma kaynaklarından dolayı mı gerçekleri görmüyor, yoksa kendi tercihlerini mi hayata geçiriyor?

“One minuteler, Rus uçağı düşürmeler, Ey Avrupa’lar, düşman Esad’lar” nasıl oluyor da üç beş ay sonra unutuluyor, yoksa gönüllü bir kandırılmışlık hali mi yaşanıyor?

Teknolojinin gelişimiyle birlikte bilgilerin aktarılması, yorumlanması eskisi kadar zor olmayabiliyor. Ancak eskisi gibi zor olan iki temel nokta var sanki: Teknolojinin kullanımının ve denetiminin iktidar aygıtlarının elinde oluşu ve alternatif bilgiyi edinen bireyin kalıplaşmış ön yargılarının muhalif bilgiyi yorumlama biçimi…

Kürtler’e gelince ‘ama’

4Bu iddiayı yaşadığım tanıklıklar üzerine de söyleyebilirim. Bizler Kürdistan’da yaşanan vahşetin neden Türkiye’de görülmediği tartışmalarını yürütürken, bir gün Sur içinde bulunan kadın derneğimize devletin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığından iki kişi yanlışlıkla girdi. Yanlışlıkla diyorum çünkü bizim kurumlarımıza baskınlar dışında devletin birimleri pek girmez. Zaten öfkeli olan bizler onları bırakmadık, sohbete başladık. Sivaslı olan görevli JÖH, PÖH nedir bilmiyordu, Cizre’de bodrum katında yakılan insanları duymamıştı, onlara göre bölgede iki temel sorun vardı o da “terör ve cehalet.” Bu yüzden kız çocukları okutulmalıydı. Biz durur muyuz, hazır da jineoloji atölyesinden çıkmışız, sohbeti derinleştirdik. Oryantalizmden tutalım, okumuşluğun hangi ahlaki değerlerle ele alındığına, anadilin yasaklanmasının nasıl bir etiğe sokulacağına, ulus devletin yarattığı bireylerin sürekli “düşmanımız var” korkusuyla yetiştirilmesine kadar uzunca sohbet ettik. Hepimiz kardeşizden, her şeyin demokratik yollarla çözülebileceğini söyledikleri noktada bize bir yol göstermelerini istedik. Meclise giriyoruz olmuyor, basın açıklaması yapıyoruz olmuyor, kitap yazıyoruz olmuyor, peki bize ne öneriyorsunuz?

Verdikleri her öneriyi tarihsel ve toplumsal gerçeklikle çözümsüz bıraktık. Her birimiz önerdikleri çözüm yollarını denediğimizde başımıza neler geldiğini anlattık.

Neden böyleydi, neden bizim bildiklerimizi onlar bilmiyor, neden kendileri için istediklerini bize gelince “ama”lara boğuyorlardı…

Neden evlerindeki televizyon kumandalarında farklı kanallara da basmıyorlardı…

Meselenin kökeni zihniyet yapılanmalarının derinliğinde yatıyordu. Öylesine kalıplaşmış ve inandırılmış bir bilgi yapısı var ki birkaç söylemle, birkaç mitingle, kitapla çözülemeyecek kadar derindir.

Ama diyalogun kendisinin ne kadar etkili olduğunu görmüştük o gün, çünkü arada sistemin engelleyici mekanizmaları azalıyor, müdahale etme şansı artıyordu.

 

Kandırılmaların erkeklik halleri

5Parçalı olan bilgi yapıları, sorunları da parçalı değerlendirdiği için iktidarı anlamada ve çözüm üretmede muazzam bir körlük ortaya çıkıyor.

Örneğin darbe girişimi gecesi sokaklara çıkan darbecilerin ve darbe engelleyicilerin erkeklik halleri bu bütünün bir parçası olarak görülmüyor. Birbirini ihanetle suçlayan, “kandırıldım da kandırıldım” diyenlerin erkeklik halleri sorgulanmıyor.

Yakılarak katledilen Hande Kader’in, kadınların tecavüze uğramasının, binbir sebeple öldürülmesinin bu bütünün bir parçası ve hatta ana kaynağı olduğu görülmüyor …

Hangi ahlaki yapı Antep’teki turistleri “Müslümanlığı kötülüyorlar” diye kovarken, 9 aylık bebeğe tecavüz edilmesini hasır altı edebilir?

Düşünsenize ‘zavallı erkeklik’ hiç özgürlük mücadelesi veren kadınlar tarafından kandırılmaz, hep kendi benzeri tarafından kandırılır. Kolay kolay duymayız işte “ben kandırıldım kardeşime pantolon giymeyi yasakladım, kandırıldım bir kadını taciz ettim, ben kandırıldım eşimi kıskandım yüzüne kezzap attım, kandırıldım tek taş yüzükle kandırıp kendime bağladım.”

Çünkü o zaman egemenliğin gerçek kaynağı hasar görmeye başlar.

Dibe vurmak ev kaos aralığı

Toplumun ahlaki yapısı kendi oluşum diyalektiğine göre değil de egemen olanın iktidar gerekçesine göre şekillendiğinde ortaya saymakla bitiremeyeceğimiz olay ve olgular çıkar.

Ve toplumun politik yapısı zayıflamışsa, kendi hakkında karar alma, kendini yönetme iradesi kırılmışsa varlık gerekçesi olarak hep krizler üretilir.

Günlük yaşamda kullandığımız “dibe vurmak”  bir kaos aralığı olarak değerlendirildiğinde sağlıklı çıkış yapma olanakları da doğabilir. Türkiye bugün dibe vurmuş durumda. Ama halklar her zaman hakikati gösteren bilgelerle tanıştığında yaşadığı gerçeklerin kendi hakikati değil, egemenin hakikati olduğunu görebilir. Bu hakikati gösterecek olan yöntemin öncüleri de  nasıl ki Ortadoğu’da tarım köy devrimini gerçekleştirdiyse bugün de 21. yüzyıl devrimini gerçekleştirebilir.