Günahsız sevap yok mu?

- KAKTÜS
562 views

Hiç kuşku yok ki, dünya eril zihniyetin aşırı istek ve arzuları yüzünden bozulmuştur. Olay, “daha fazlası” yani daha fazlasındadır. Ve asla “daha fazlası” talebi bitmez. Aç gözlülükte böyle başlamıştır. O yüzden derler ya, “gözünü toprak doyursun” diye. Diyeceksiniz “tüm bunlar yokluktan doğuyor.” Hayır tüm bunlar bir artıdan (1+) doğuyor. Tüm mesele doyumsuzluktur. Günümüz toplumunun da tek meselesi budur: Doyumsuzluk…

Yani ne yaparsınız yapın, ne kadar doyurmaya çalışırsanız çalışın, bazıları asla doymaz. Çünkü onlar için “yeterince” diye bir kavram yoktur. Hatta “yeterince” sözcüğü literatürlerinde bile yer almaz. Biz, yani toplumun büyük bir çoğunluğu “yeterince” kavramını idrak edemeyenleri doyurmak için çırpınıyoruz. Bizim için imkan ve sınırlar söz konusuyken, onlar için sınır yoktur…

Sizi fazla merakta bırakmayacağım. Gerçi merak insanı ileriye fırlatan bir maniveladır ve öğrenme yetimizi dürtükler. Ama bir rahat vermiyorlar ki, insan bir okusun, bir şeylerle meşgul olsun. Yok anam yok, bir damla rahat yok! Ya düşünebiliyor musunuz, aklınızın ucundan geçmeyen yerlerde bile öyle şeyler duyuyorsunuz ki, tepenize üşüşen cinlerinizi kovalayacak duruma geliyorsunuz. Ya anacağım, bacım, bak ne güzel dışarı çıkmışsın, çocuğunun okul müsameresine gelmişsin. Kır dizini iki dakika bir dur, bir otur. Bir düşünme ya… Bırak İsmail olacak o adamı evde. Ne kendinle gezdiriyon adamın hayaletini? Bak ne güzel İsmail’siz bir yere gelmişsin. Bi rahat ver kendine bacım ya. Olmadı bize tanı o hakkı. İnanın düşünüyorum, ben doğarken anam nerede hata yaptı diye. Bu nasıl bir talihsizliktir ki, gittiğim yerden olaysız dönmüyorum? Ya da o kadar insan içerisinde niye gelip benim bir koltuk arkamda oturuyorsun bacım? O kadar elin yabancısı var, dilini bilmeyeni var. Niye benim kulağımı kendine misafir ediyorsun. Yani elin memleketinde rica üzerine gittiğim bir çocuk müsameresinde Türkçe bilen iki kişinin bir ön koltuğuna denk gelmem kaçta kaç ihtimaldir? Soruyorum yani… “Kız Sevilay abla, iyi ki gelmişsin. Ben de böyle ne yapacağım diye düşünüyordum.” “Eh ne edecen Gülsüm, çocuğun var dedin var. Benim büyük oğlan tiyatroya heves ettiydi. Dedim çocuk yalnız kalmasın, bi de “anne gel beni izle” dediydi. Ben de geldim.” Çocuklardan başlayan konuşma, kim nerede, kiminle ne yapıyorlara  kadar uzanıp, oradan yönünü mutfağa ve ardından erkeğin midesine kadar ilerledi. Zaman aktı. Gözüm önde, kulağım arkada. Bende kafa bir git-gel oldu. Çok normal, vücut bütünlüğüm kalmadı. Anaaa bir süre sonra Gülsüm’ün aklına İsmail gelmez mi? Zaten tedirgin tedirgin oturan Gülsüm, İsmail’i de hatırlayınca hepten uçtu, gitti. Sanırsınız biri kadının aklını aldı, düşüncesi iletişim kuracak frekans bulamayıp, uzay boşluğunda asılı kaldı. “Şimdi ben netçem, İsmail eve gelip yemek bulamazsa vallah beni yer. Anam, ben nasıl düşünmedim, bari yemek yapıp çıkaydım, onun gelmesine az kala evde olsam yeterdi. Ayy şimdi İsmail’e ne diyeceğim? Ayy kız daraldım vallahi.” Sevilay’dan çıt çıkmıyor. “Sessiz kalmak onaylamaktır” derler ya, aynen öyle yapıyor. Gülsüm’ü telkin etmek gibi bir niyeti yok. Gülsüm aynı sözlerden bir yumak yapıyor. Zaten aklı uçtu, yerine İsmail oturdu. Kadına dönüp, “bırak kız Gülsüm bu İsmail’i evde. Bak gelmişsin çocuğunun yanında durmuşsun. İsmail’siz bir kaç saat geçiyorsun. Hayatın tadına bak be Gülsüm. Bırak İsmail şerefsizi bir öğün yemek de yemeyiversin. Merak etme bir öğün yemek yememekle deminden beri şikayet ettiğin kilolarından bir şey eksilmez, İsmail açlıktan ölmez. Ama yeter yani Gülsümcüm, şunun şurasında çocukların mutluluğu yanında İsmail az biraz mutsuz olmuş, ne olmuş? Şu haline bak be Gülsüm, okul müsameresine değil de sanki korku filmine gelmiş gibisin. İsmail’in hayaletiyle dolaşıyorsun. Bırak şerefsiz gitsin” diyecek gibi baktım. Gülsüm de anlamış olacak ki, sustu. İşte ben buna telepati derim. İnanın bu konuşmadan etkilenmedim desem yalan olur. İki saat kafamda tanımadığım İsmail şekilden şekile girdi. “Sen neymişsin be İsmail, olmadığın yerde bile kadına korku salıyorsun” dedim kendime. Ve içimden bir ürperti geçti. Demek ki, korku imparatorluğu böyle kuruluyormuş dedim. Tabii İsmail’i dünyadan sürgün edecek çeşitli yol-yöntemler düşünmedim desem doğru söylememiş olurum. Ama tüm bunlara rağmen İsmail için en iyisini bulamadım. Diyeceksiniz, sorun sadece İsmail mi? Zaten ben de onu diyordum. Başımıza ne geldiyse hep bu İsmailler yüzünden geldi. İbrahim, tanrısından İsmail’i dilemeseydi, dilediğinde İsmail’i kurban vereceğine yemin etmeseydi, yeminini bozup yerine koyun kesmeseydi bugün hayvan katliamı olur muydu? Hacca gidenler, şuursuzca hayvan kesip, kesilen o hayvanlar devletin kazdığı çukura gömülmeseydi, Somali’de insanlar açlıktan kırılır mıydı? Allah’ınıza söyler misiniz, günümüzde Arap yarım adasıyla, Somali arasındaki mesafe ne ki, kimi bolluktan kusuyor, kimi açlıktan yıkılıyor? Sonra birileri kalkıp, kurban kesmenin ne kadar kutsal ve sevap olduğunu söylüyor. Alışmışlar; fakire sadaka vermek sevaptır. Güzele bakmak sevaptır. Sevapları bir sıraya koysam, günahsız sevap bulabilir miyim merak ediyorum doğrusu. Garip, tüm sevaplar günahlar üzerine oturtulmuş. Günah olmadan “sevaba” girilememiş. Sonra da çıkıp işin kutsallığından dem vuruyorlar. Yok anam yok… İbrahim, o İsmail’i kesecekti. Kurtulacaktık biz bu “sevaptan”…  “O kutsal, bu sevap, şu iman ve bu da nimet”… Birileri de hızını alamamış, hemen dibine yaptırmış “imandan sonra iyi bir kadından daha büyük bir nimet yoktur” diye. Aç gözlüsünüz deyince de sinirleniyor. Aç gözlüsünüz işte! Başımıza ne geldiyse hep bu doyumsuzluğunuzdan geldi. “Kadından daha büyük nimet yokmuş.” Bakın, beni günahınıza çekip, burada sevap işlettirmeyin!?! Biliyorsunuz, ölüyü yıkayıp, kefenlemekte bir sevaptır. Daha ne diyem? Niye doğdun İsmail? Sen hangi günahın sevabısın ki, senin uğruna kanlı bayramlar kutlanıyor? Nedir bu dünyada ve ahirette senden çektiğimiz? Doymadın gitti. De hadi İsmail, al ruhunu da çek git, “sevaba” sokma beni!..