Güneş’e secde duranlar

- Berîvan EZDA
418 views

Tarihsel seyir içersinde onlarca kez soykırım saldırılarına maruz kalan Ezidîler, Ferman’ların sonuncusunu ve en ağırını 3 Ağustos 2014’te yaşadı. Diğer Ferman’lardan farklı olarak, Ezidîler bu kez katliama örgütlenerek, güçlenerek, bilinçlenerek ve özsavunmalarını örerek yanıt vermeyi başardı.

Ezidî halkı, kökü tarihin derinliklerine dayanan ve Kürt halkının en eski inanç biçimini barındıran bir yapıya sahip. Ancak kadim bir temele dayansa da şimdiki inanç biçimi, 1000’li yılların başında Şêx Adî’nin öncülüğünde oluştu. Şêx Adî’nin Lübnan’da doğduğu, bir ara kendini Hakkarili olarak tanımladığı ve İslamiyet’in Şafi mezhebinden Kadiri tarikatının öncüsü Şêx Abdülkadirê Geylani’nin yakın arkadaşı olduğu birçok belgede kayıtlıdır. Bilinen bir diğer yön de Geylani ile Şêx Adî’nin İmam Gazali’den Bağdat’ta eğitim aldıklarıdır. Tasavvuf eğitiminin etkileri belirgin olarak vardır. Ezidîler içerisindeki ilk yönetici dönemi olan Adaniler döneminin Şêx Adî’nin soyundan gelenlerin dönemi olduğu belirtilir. Ezidîler Şêx Adî için Arap demeseler de, Adaniler’in Arap olduklarını söylüyorlar. Adaniler ile Kürt Şêxleri arasında yaşanan çelişkilerden sonra giderek Şemsaniler’in yani Kürt kimlikli Şêxlerin hakim olduğu dönem gelişir. Bu tarihten sonra Ezidîlikte eski inançların etkisi daha yoğunlaşır. Arap kimliği, kültürü ve inanç biçimi geriler. Bu anlamda giderek etnodinsel bir yapıya yani sadece Kürtler’den oluşan bir dinsel topluluğa dönüşür.

Tarihin en eski topluluklarının kendilerini dilleri ve kültürel ortaklıkları üzerinden değil dinleri üzerinden adlandırmaları -Yahudilik’te olduğu gibi- hala devam eden bir tanımlanma biçimidir. Özellikle Şengal’deki Ezidîler de Kürt kimliğinden çok Ezidî kimliğinin ön planda olması bu en eski toplumsal kimlik tanımlanması tarzının devamından kaynaklıdır. Ezidîlerin çıkış sürecinde de Kürt halkının Kürt olarak adlandırılmaktan çok, dini ve hanedanlığı üzerinden adlandırıldığı biliniyor. (Kürt kelimesi Sümerler’de bile var olsa ve kelime olarak MS. 200’lü yıllarda kullanılmaya başlanmış olsa da milli ve ulusal kimlik en geç 200-300 yıllık bir tarihe sahiptir) Ezidîlerin hemen hepsi Kürtçe’nin Kurmanciya jor lehçesiyle konuşur. Tek istisna Başika çevresinde Arapça konuşan Ezidîlerdir.  Bunların büyük ihtimalle Adani kökenli olduğu belirtilir. Çünkü Ezidîler onların asimile olan Ezidîler değil, en başından beri Arapça konuşan Ezidîler olduğunu söylerler.

‘Tanrının seçkin topluluğu’

Ezidîliğin temelinde Mazdaizm ve Zerdeştlik vardır. Ateşin ve güneşin kutsanması, ona dua edilmesi, ibadet yerlerinin onların yansıması olması gibi özelliklerle birlikte Ezidîlik dini, bir melek inancı sistemi olması ve reenkarnasyon(kiras guhertin) özellikleriyle bu temeli gösterir. Ateşin sönmemesi için bütün kutsal kubbelerinde ve Laleş’te özel görevlileri vardır, sabah güneşe dönerek dua ederler. Tek tanrılı dinlerden farklı olarak melekler çok etkilidir ve yine onlardan farklı olarak, ölen insanların faklı bir bedende tekrar dünyaya geldiklerine inanırlar. Bu özelliklerine rağmen İslamiyet, Hıristiyanlık, Mani ve hatta Hundi dinlerinden de ciddi anlamda etkilendikleri, bazı özelliklerini benimsedikleri biliniyor. Bütün dinler birbirinden etkilenmiştir. Her din bir başka dinin bazı ibadet biçimlerini, mitolojilerini ve anlam verme biçimlerini benimsemiştir. Ezidîlik dininde de olması anlaşılırdır ancak gerçekliği biraz daha karmaşıktır. Bu karışıklık ağırlıklı olarak Şêx Adî ve O’ndan sonraki durumla alakalıdır. Şêx Adî’yle birlikte İslamiyet’in tasavvuf yanı öne çıkarken, O’nun ölümü ve Adaviler’in zayıflamasıyla eski dini kimlikleri ağır basar.

Neticede diğer dinlerden farklı yanları olsa da çok benzer yanları da yaşatılmaya devam eder. Tanrı anlayışında, tek tanrılı dinlere yakınlık vardır. Tek tanrılı dinler gibi tanrı tek ve mutlaktır. Ancak geçmişin izleri de kendini göstererek tanrının dünyayı yönlendirmedeki bütün yetkilerine sahip olan birincil melek, yani Melekê Tawus ön plandadır. Melekê Tawus tanrı değildir, ama çok daha aktiftir. Melekê Tawus adından da anlaşılacağı gibi Tawus kuşu ile sembolize edilir. Tawus kuşu Kürdistan’a değil Hindistan’a özgü bir kuştur. Kastların oluşumu gibi kutsallığın Tawus’la ifade edilmesi de Hindu toplumsal inançlarının Ezidîlik dini üzerindeki etkilerindendir. İslamiyet’in etkilerinden olan erkek çocuklarının sünnet edilmesi ve kirvelik, Şêx Adî’den sonra uygulanan bir gelenektir. Ezidîler erkek çocuklarının sünnetini müslümanlarla aralarındaki barışçıl bağların bir kanalı haline getirmiştir. Çocuklarını müslümanların kucağında sünnet ederek onlarla kirve olurlar. Kirvelik; her iki dinde de kardeşlikten de öte bir dostluğu içerdiğinden ve kirve çocukları kardeş kabul edilip evlenmeleri uygun görülmediğinden, Ezidîler müslümanlarla kirve olur. Hem çevrelerinde dostlarını çoğaltıp katledilmeyi önlemek, hem de kızlarının müslümanlarca kaçırılıp dinden çıkarılmasını engellemek için kirvelik çok önemsedikleri bir gelenek olmuştur. Zekat toplanır, oruç tutulur. Ama oruç günleri, İslamiyet’inkinden farklıdır. İslamiyet gibi her insanın hayatında bir kez hacca gitmesi gerekir. Hac görevi Laleş’te yapılırken, ibadet boyunca bu kutsal topraklara ayakkabıyla basılmaz. Laleş Şêxan bölgesinde eski bir Hıristiyan tapınağının yerinde kurulmuştur. Hıristiyanlık’taki gibi Laleş suyuyla kutsanma geleneği vardır. Laleş’in görevlileri; rahip ve rahibeler gibi evlenmeyen, Şkesti denilen ve kendilerini tamamen dini hizmetlere adayan gönüllülerden oluşur. Eski inançlarından farklı olarak Ezidîler de Adem ile Havva’yı tanrının yarattığı ve bütün insanlığın ana babası olan ilk insanlar olarak kabul ederler. Ancak diğer bütün insanların her ikisinin çocukları olduğuna, Ezidîler’in Havva’dan değil, Adem’in cennetten bir Huriyle ilişkisinden doğan zürriyeti, tanrının seçkin bir topluluğu olduğuna inanırlar.

Ortak inançların sentezidir Ezidîlik

Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, geçmiş inançları ile diğer tek tanrılı dini inançlardan alınan bazı özelliklerin sentezidir Ezidîlik. Aslında bu sadece Ezidîliğe has bir durum değildir. Ezidîlik gibi 1000’li yılların başlarında şekillenen, yine köken olarak Zerdüştlük ve Mazdaizm’e dayanan Alevilik, Yarsanlık, Dürzilik de benzer bir yapıya sahiptir. İnanç sistemleri farklı olsa da, aynı dönemlerde aynı temelden beslenen, aynı dinsel çevrelerden etkilenmiş, farklı dini gerçekliklerdir.

Bu durumu anlamak için Ortadoğu’nun 1000’li yıllardaki siyasi, toplumsal gerçekliğine bakmak önemli ipuçları verebilir. 1000’li yıllarda Ortadoğu’da iki büyük sorun vardı. İlki; dışarıdan bölgeye yapılan büyük çaplı ve yüzyılları alan saldırılar, ikincisi ise mezhep ve din savaşlarıydı. Batı’dan haçlı seferleri Anadolu, Suriye, Filistin, Mısır’ı büyük oranda kontrol edecek durumdaydı. Bu süreçte çok büyük göçler, katliamlar yaşandı. Diğer saldırı akınları da Doğu’dan Türkî kabilelerin akınlarıydı ki, Haçlılar’ın sınırlarına kadar ilerliyordu. 1400’lere kadar süren Moğol akınlarını da eklersek yaklaşık 400-500 yıl Doğu’dan savaşçı kabilelerin saldırıları gelişti. Batı’dan gelenler Hıristiyanlığı temel inanç sistemi haline getirmeye çalışırken, bölgede İslamiyet bütün mezhepleriyle hakimiyetini koruyor, Doğu’dan gelen Türki kabileler ise gelişmiş bir inanç sistemine sahip olmadığından kendileri için en faydalı, bölgenin inançlarını benimsiyorlardı. Bölge siyasi ve askeri olarak tam bir kaos içerisindeydi ve toplum maddi manevi olarak varlık sorunu yaşıyordu. Bunlarla birlikte İslamiyet içerisinde mezhep savaşları, dini yorumlama biçimlerinin çatışmaları çok şiddetli ve kanlıydı. Hakim çizgi tasavvuf olsa da, dinin değişime ve yorumlamaya açık olmayan, aktarımcı kalıpları etkindi ve diğer çıkışları çok şiddetli cezalandırıyordu. (Hallac-ı Mansur, Sühreverdi vb’nin katledilmeleri buna örnektir.) Zerdüştlüğün merkezi, Sasaniler’in yıkılmasıyla birlikte Hindistan’a taşınmıştı. Bu inancın sahibi olup kaçamayan, kaçmayan yerli halklı ise inançlarını hem Hindistan’daki zerdüştlükle bağlarını sürdürmeye çalışıyor, hem de en güvenli dağ bölgelerine çekilerek varlığını sürdürmeye çalışıyordu. Ancak çarpışmanın kaçınılmaz olduğu, kendini savunma imkanlarının kalmadığı dönemlerde de İslamiyet ve Hıristiyanlığın egemenliğini tamamen kabul etmek ve din değiştirmek durumunda kalıyorlardı ya da kısmen kabul ederek, eski dinleri ile yenilerini harmanlayarak varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Bu da bir direniş biçimiydi. Ezidîlik, Yarsanlık, Alevilik ve Dürziliği bu tarihi gerçeklikle bağlantılı düşünmek daha doğru sonuçlara götürebilir.

Ezidîlikte toplumsal katmanlar

Ezidîlikte oluşan toplumsal yapı da tarihi ve dini gerçeklikle bağlantılı şekillenmiştir. Kast sistemi aslında bölgeye ait bir özellik değildir. Hindistan’daki kastlaşmadan örnek alındığı söylense de ondan farklıdır. Ezidîlerdeki kastlaşma ekonomik yapıya dayalı katı bir hiyerarşi değildir. Bazı statüleri ifade etmekle birlikte yaşamda yan yana duran farklı toplumsal kimlikler gibi yansıyor. Nedeni kesin olarak bilinmemekle birlikte etnik ve dini açıdan başlangıçtaki farklılık ve çeşitliliğin karışmasını engellemek amacıyla yapılmış gibi görünüyor. Çünkü kastlaşma ağırlıklı olarak evlilik ilişkilerinin düzenlenmesi ve toplumsal görevlerle alakalıdır. Çok çeşitli toplumsal roller olmakla birlikte üç temel kast vardır. Pirler, Şêxler ve Müridler. Pirler Şêx Adî öncesi inancın devamcıları olan en eski öncülerdir. Toplumsal manevi değerlerin en eski temsilcileridir. Pirler Şêxliğin kurulmasından sonra eski etkinliğini kaybetmiştir. Siyasi ve dini bir otorite olmaktan çok, toplumun korumaya devam ettiği, manevi değerlerinin ve kısmi bazı ibadetlerinin temsilcileridir. Pirler sadece Pirler ile evlenebilirler. Şêxlik, Şêx Adî’den sonra oluşmuş, eski toplumsal yapıda var olmayan bir statüdür. Toplumun ruhani işleri bu grubun öncülüğündedir. Şêxler’de kendi arasında kastlar oluşturmuştur. Bütün Şêxler birbiriyle evlenmezler. Her öncü Şêxin devamcıları kendi içinde evlenir. Ruhani meclisin başkanı baba Şêx’tir ki, bütün Şêxler’in ve Ezidî toplumunun dini öncüsüdür. Toplumun statü sahibi olmayan en geniş kesimi de müridlerdir. Bütün müridlerin bağlı olduğu Şêxleri ve Pirleri vardır. Ezidîler içerisinde ayrı bir kast olmayan ama ayrı toplumsal rolleri olan kesimler de vardır. Koçekler; geleceğin kahinleri ve hakikatin dillendiricileridir. Hem kadın hem erkek Koçekler vardır. Koçekliği kabul edildikten sonra, dünya nimetlerinden elini çekerek, topluma hizmet etmeyi esas alırlar. Şkestiler; Laleş’te gönüllü olarak kendini dini hizmete adayan, kadın ve erkeklerden oluşan rahip ve rahibelerdir. Kawwallar; dini beyitleri Kawal ve def eşliğinde bütün Ezidî topluluğu içerisinde dolaşarak söyleyen, Laleş’te dini törenlere katılan görevlilerdir. Dini beyitleri sadece Kawwallar aktarır. Fakirler; Şêx Adî döneminde toplumun en fakir kesimleri iken, Şêx Adî’nin korumaya aldığı ve hırkasını vererek onurlandırdığı bir kesimdir. Fakirler de Mürid kastındandır. Ancak hırka sahibi oldukları için özellikle hırka giyenleri dini bir saygınlığa sahiptir ve dokunulmazdır. Ezidî toplumunun dünyevi işlerinin temsilcisi de Mir’lerdir. Büyük oranda aynı aileden olmasına rağmen toplumun eğilimiyle seçilerek göreve gelirler. Bu farklı toplumsal kimliklerin dışında Ezidîlerde aşiret kimliği de çok canlıdır. Herkes aşiretiyle tanınır, aşiretiyle hareket eder. Bu o kadar belirgindir ki, bazı aşiretlerin bayramları bile birbirinden farklıdır.

Ezidî inancında kadınlar da dini öncü olarak kabul edilirler. Xatuna Ferxa en kutsal kubbelerden biri olarak bir kadının adınadır. Kadınlarla erkekler Laleş’teki ibadetlere birlikte katılır, ibadet törenlerinde dini görevliler, kadın ve erkeklerden oluşur. Evlilik kuralları ve boşanma kanunları diğer bölge dinlerine nazaran hem kadınlar için hem de erkekler için daha esnektir. Geçmişte tek eşlilik temel evlilik biçimi olurken, giderek bazı yerlerde özellikle de Şengal’de çok eşlilik gelişmiştir. Düğün ve etkinliklerde kadınlı erkekli halaylar çekilir. Ezidî toplumunda eğitim çok az gerçekleşmiştir. Eğitim imkanı oluşmaya başladıktan sonra kadınlar da erkekler gibi -Ezidî halkının olduğu yerlerde- okullara gitmiştir. Ancak yine de belirtmek gerekir ki Ezidî toplumu aile içerisinde ataerkil bir yapıya sahiptir. Erkek belirleyicidir. Tüm bu özellikler değerlendirildiğinde Ezidî kadınları da ataerkil bir toplumsal gerçeklik içerisinde ikinci cins olarak görülür, ezilir. Ancak kendi toplumları içerisinde toplumsal yaşama katılma oranları ve söz sahibi olma hakları diğer bölge dinlerine nazaran erkeklerinkine daha yakındır.  Bu nedenle özgüvenleri daha fazladır. Görece daha iyi olmaları özgür yaşadıkları anlamına gelmez. Kendi içlerinde daha rahat olmaları, dışa karşı savunmayla dengelenir. Kadınlara yaklaşım meselesi, doğal toplum özelliklerinin varlığını sürdürmesi ve Ezidî inanç sisteminin kökleriyle de ilgilidir.

Ezidîler’de katliam ve soykırım gerçeği

Ezidîler yaşadıkları katliama ferman diyorlar. Ferman bir otoritenin verdiği buyruk demek. Katliamı ‘Ferman’  olarak tanımlamaları katliamların büyük çoğunluğunun Osmanlı İmparatorluğu döneminde sultanların ve eyalet valilerinin verdiği Fermanlarla gerçekleşmiş olmasındandır. Katliam ve Osmanlı Ferman aynı anlama gelir Ezidîlerde. Osmanlılardan Ezidî diline kalan en belirgin kelime Ferman’dır.

Ezidîlerin Osmanlı İmparatorluğunun kurulmasından hemen önce Kürdistan’ın hemen her yerinde çok yayıldığı 13. yüzyılda Maraş’tan Serhat’a, Güney’de Şengal’e kadar etkili oldukları biliniyor. Osmanlının kuruluşundan sonra ilk katliamları en Batı’da olan ve Osmanlının komşuları olan Ezidîler yaşadılar. O coğrafyadan öyle silindiler ki bir zamanlar Kilis, Sivas, Akdeniz üçgeninin en güçlü Ezidî Mirlik’lerinin toprağı olduğu tarihi belgelerden bile çıkarıldı. Kilis’te şimdi Arap suni olarak aşiretlerin bir zamanlar Ezidîler olduğunu kimse tahmin bile edemiyor. Fırat’ın batısında Osmanlılar tarafından gerçek anlamda tarihten silindiler. Osmanlı Safevi savaşları döneminde her iki imparatorluğun arasında kalarak, her iki taraftan da kendi lehlerine tutum almaları istendi ve her iki tarafın da saldırılarıyla büyük katliamlara uğramaktan kendilerini kurtaramadılar. Osmanlı’nın diğer Ortadoğu bölgeleri gibi Şengal-Şêxan alanlarını da hakimiyeti altına almasından sonra Ezidîler’i müslümanlaştırmak için defalarca bu bölgeye yönelik Ferman çıkardığı belgelerce teyit edilmiş. Müslümanlığı kabul etmeyen  Ezidîler’e her türlü muamele mübahtı. Kadın ve çocukların kaçırılıp satılması, kadınlara tecavüz edilmesi ve cariye olarak satılması, erkeklerin öldürülmesi bir gelenek haline getirildi. İnsanlık, DAİŞ saldırılarından dehşete uğramıştı ama toplumsal hafızası çok canlı olan Ezidîler için bu uygulamalar hiç yabancısı olmadıkları vahşetlerdi. Bütün tarihi belgelerde Ezidîler’in bu saldırılara karşı kendilerini savundukları geçer. Hatta bir belgede ele geçirilen daha 14’ünü doldurmamış olan iki Ezidî  kızın direnişi, Ezidî kadınlarına ibret olsun diye neler yaptıklarını da anlatmaktadır. Osmanlı askerlerinin tecavüz saldırısına direnen Ezidî kızlardan birinin askerin gözünü çıkardığı, diğerinin de elini ısırdığı yazılıdır. Belgede,  direnen Ezidî kızlarının göğüslerinin kesilerek yaralarına kireç bastırıldığı ve bu biçimde asılarak öldürüldükleri, böbürlenerek anlatılır. Bu korkunç olay sadece iki Ezidî kızının direnişi ve onlara yapılanları anlatır. Daha neler yaptıkları belgelenen ve belgelenmeyenleriyle tarihin en karanlık, en vahşi sayfalarıdır.

Osmanlı’nın en son katliamının Osmanlı Rus savaşı sırasında yaşandığı da belgelerde yer almakta. Ermeni soykırımı çokça dillendirilir. Dillendirilmeli ve hesabı da sorulmalıdır. Ama o süreçte büyük bir soykırım yaşayan sadece Ermeniler değildi. Bir milyona yakın Ezidî’nin katledildiği ve Kuzey Kürdistan topraklarında özellikle de Serhat’ta Ezidîler’in yok olmasına neden olan bu soykırımın da dillendirilmesi gerekir. Katliamdan kurtulan az sayıdaki Ezidî Kafkaslar’a kaçmıştır. Irak devletinin de özellikle Saddam döneminde saldırıları olmuştur. Saddam Hüseyin Ezidîler’i  kontrol edebilmek için dağda kalmalarını yasaklayarak, ovada birkaç köyden oluşan kasabalara yerleştirmiş ve ekonomik, siyasi, güvenlik açısından kendine bağımlı, düşmanlarının insafına bırakılan, savunmasız bir toplum haline getirmiştir. Devlet saldırılarının dışında tarih boyunca Ezidîler, Hıristiyan, Kürt ve Arap müslüman komşuları tarafından da defalarca saldırıya uğramışlardır. Mîr Bedirxan’ın Ezidîler’i müslümanlaştırmak için zorladığı, kadınlarına el koyduğu, müslüman olmayarak direnen 400 Ezidî‘yi de öldürdüğü söylenir. Hıristiyan komşuları da zaman zaman benzer saldırılar yapmıştır. 73 kez katliamları aşan Ezidîler, ağır soykırım saldırılarına maruz kalmışlar. Eskiden Kürdistan topraklarının her yerindeki temel inanç sistemi olmasına rağmen, şimdi Kürdistan’da neredeyse kalmadılar. Yüzyıllardır süren soykırımlara rağmen özellikle Şêxan ve Şengal’de varlıklarını korumaları mucizedir ve direngenliklerinin kanıtıdır.

Susuzluktan ve sıcaklardan öldüler

3 Ağustos 2014’te DAİŞ tarafında gelişen en son soykırım saldırısı, Ezidîler’in Kürdistan’da tamamen yok olmalarını hedefleyen nitelikteydi. Ezidîler çevre halklarının saldırılarından korunmak için hep iyi ilişkiler geliştirmeye çalışmışlardı. Komşuları olan Arap ve Kürt müslümanların kucağında çocuklarını sünnet ederek, kardeşlik bağı kurmuşlardı. Zaten bu nedenle bölgede radikal İslami örgütlerin güçlenmesine rağmen Kirvelerinin kendilerine saldırmayacağını düşünerek kaçmadılar. Ezidîler’in, Arap sınırındaki Koço köyü, buna güvenerek DAİŞ’in alana girmesine rağmen kaçmamıştı. Ama kirve dedikleri komşuları ergenlik çağını geçmiş bütün erkekleri ve yaşı ilerlemiş bütün kadınları katletmeye başladı. O saatten sonra kaçmaya çalışsalar da dağa uzak oldukları için yapabilecekleri bir şey kalmamıştı. Binlerce insan katledildi, kadınlar ve ergenlik çağına girmemiş çocuklar esir alındı. Siba, Til Ezer köyleri ve Şengal merkeze yakın köyler, Koço’ya yapılanları fark edince kaçmaya çalıştı ama onlardan da binlercesi ele geçti. DAİŞ’in ele geçirdiği yerlerde direnen iki Ezidî ananın direnişi tarihi gerçeklerin bir diğer yansıması olarak anılara kazınıyor. Arabalara doldurulan Ezidî halkı katledilmeye götürülürken ve herkesin korkudan donduğu bir anda bir Ezidî ana DAİŞ’linin elindeki silahı kapıp taramaya başlıyor ve o DAİŞ’liyi öldürüyor. Olaydan sonra Ezidî anası katlediliyor. Tek başına yaşayan bir diğer kadın ise katliamdan önce Ezidî halkının ihtiyaçlarını karşıladığı yaşlı bir kadındır. DAİŞ alanı işgal edince kaçmıyor ve onlara küfür ediyor. DAİŞ’liler o yaşlı kadını da orada katlediyorlar.

Katliamda dağın kuzeyine düşenler Rojava’ya doğru, dağın güneyine düşenler ise dağ zirvelerine doğru kaçmaya başladı. O dönemde Şengal’de binlerce peşmerge vardı. Ordunun da büyük bir gücü vardı. Ordu askerlerinin bazıları DAİŞ’e katıldı, bazıları da kaçtı. Binlerce peşmerge ellerinde ağır silahlar bulunmasına rağmen ve DAIŞ çetelerini geri püskürtme imkanlarına sahip olmalarına rağmen, her şeylerini toplayarak kaçtılar. Halk tamamen savunmasız kaldı. Yaz sıcağında çocuklar ve yaşlılardan bazıları susuzluktan ve sıcaktan öldüler.

Gerilla Şengal’in hawar’ına yetişti

12 Kürdistan gerillası Ezidîler’in hawarına yetişti. Bu gerillaların ferdi silahları bile yeterince yoktu. Dağın tepesinde peşmergelerin bırakıp kaçtığı bir doçkayı kullanarak DAİŞ’in araçlarıyla dağa girmesini önlediler. Onbinlerce insan, bu 12 kişinin cansiperane direnişi sayesinde katliamdan kurtuldu. Dağa sığınan bunca insan için ne yeterince su, ne yemek, ne de gelecek daha da kapsamlı bir saldırı halinde yeterince cephane vardı.

Ezidî soykırımının yani 74. Ferman’ın duyulmasıyla Medya Savunma Alanları’ndan HPG ve YJA STAR gerillaları ile Rojava’daki YPJ ve YPG güçleri Şengal’e doğru hemen harekete geçti ve dağ zirvelerinde mahsur kalan halkın yardımına ulaştı. DAİŞ’in oluşturduğu çemberi kırarak insanları Rojava’ya geçirmek için bir koridor oluşturdu. Dağda kalmak isteyenler için de savunmalarını yapmak üzere güç bıraktılar. Şengal dağının çevresi tamamen DAİŞ’in egemenliğindeydi. Yardıma gelen güç, dağların kritik yerlerini tuttu. Bu süreçte Ezidî gençleri de savunma eğitimi aldılar. Kendilerini korumayı öğrendiler. Şengal’in savunma gücü olan ve Ezidî kadınları ve erkeklerinden oluşan YBŞ-YJŞ böyle oluşturuldu.

YBŞ-YJŞ, HPG-YJA STAR ve YPG-YPJ birlikte Şengal dağının çevresini DAİŞ’ten temizlemeye başladılar. Şengal özgürleştirilinceye kadar halkın savunma güçleri bu genç kadın ve erkekler DAİŞ’e karşı savaşarak alanı peyderpey özgürleştirdi. DAİŞ’e karşı son saldırı hamlesine ‘Koalisyon’ güçleri, Irak ordusu ve peşmergeler de katıldı ve Şengal tamamen özgürleştirildi.

Ancak özgürleşen Şengal büyük bir yıkım yaşamıştı. Soykırımdan kaçan halkın büyük çoğunluğu uzaklaşabileceği kadar uzaklaşma refleksiyle gitmişlerdi. Bir kısmı Rojava’daki, bir kısmı Güney Kürdistan bölgesindeki, bir kısmı da kuzey Kürdistan’daki kamplara yerleşmişti. Avrupa ve diğer kıtalara gidebilenler de olmuştu. Ezidî halkı büyük bir savrulmayı yaşıyordu. İnsanlık tarihi boyunca yaşamak için direndikleri son toprakları da bırakıyorlardı.

Kendi kimliğine düşmanlaştırıldılar

DAİŞ’in denetimine giren her yerdeki Ezidî halkının malları talan edilmişti. Şengal viraneydi. Ezidîler’in evleri yakıldı, yıkıldı, yaşanamaz hale getirildi. Şengal’de bulunan 68 dini kubbe, hemen hemen hepsi patlatılarak imha edildi. BM’in verilerine göre 6417 Ezidî esir alındı. Bunların 3548’i kadın, diğerleri çocuklardı. Binlerce erkek, kadın ve çocuk katledildi. Şuan Şengal’in kasabalarında 81 tane toplu mezar bulunuyor. Ayrıca bir-iki cenazenin birlikte gömüldüğü çok sayıda küçük toplu mezarlar var. Esir alınan kadın ve çocukların kurtarılması için her türlü imkan değerlendirildi. Esir alınan kadın ve çocuklar sadece satılmamıştı aynı zamanda dinleri değiştirilmişti. Kurtarılan birçok çocuk aralıksız olarak DAİŞ’ın ideolojik eğitimlerinden geçirildiği için Ezidîler’e kafir diyor, ailelerine yabancı gibi bakıyordu. Gelişmelerden haberi olmayan esir alınmış Ezidî kadınlar korkudan Ezidî olduklarını söylemiyorlar, bu nedenle bulunamıyorlardı. Özellikle Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetiminin savunma güçleri olan QSD, DAİŞ’ten temizledikleri yerlerde, Ezidî kızları ve çocuklarını, kendilerine bir daha zarar gelmeyeceğine ikna ederek ailelerine teslim etti. Böylece binlerce kadın ve çocuk kurtarıldı. Ancak bu kadınların ve çocukların toplumlarına yeniden adapte olması için uzun bir zamana ihtiyaç olduğu ve aslında bir daha asla eskisi gibi olmayacakları da tahmin edilebilir. Diğer yandan hala 3000’e yakın Ezidî kadın ve çocuğu kayıptır ve akıbetleri hakkında hiçbir bilgi yoktur.

Soykırım TC ve KDP üzerinden sürüyor

Ezidîler bu son Fermanla yani soykırım saldırısıyla, hem fiziksel olarak büyük bir kayıp yaşadılar, hem maddi değerlerinin tümünü yitirdiler, hem toplumsal travmanın en ağırını yaşadılar hem de çok daha büyük bir dış göçle büyük bir savrulma yaşadılar. Yani çok açık olarak katliam değil soykırım yaşadılar. Yok olma sınırına ulaştılar. Bunca yaşanmışlıklarına bir de kamplarda hala maruz kaldıkları muameleleri de eklemek lazım. Özellikle Kuzey Irak Kürdistan bölge yönetimi ve KDP, kamplarda Ezidîler’i siyasi ve ekonomik rant kaynağı olarak değerlendiriyor. Yoksulluk, korku, güvensizlik içindeki halkın, ahlaki, ekonomik olarak savrulmasına, manipülasyonlarla topraklarına dönmesinin engellenmesine yol açan uygulamalarda bulunuyorlar. Halkın Şengal’e geri dönmemesi ve rant kapılarının kapanmaması için her yolu deniyorlar.

KDP, kamplardaki Ezidîler üzerinden ekonomik yardım ve siyasi destek alıyorken, DAİŞ öncesi dönem gibi peşmergenin Şengal’de yeniden egemen olmasını istiyor. Halkı korumaya yanaşmayan ama halkın üzerinde egemenlik kurmayı esas alan bu politika, Ezidî halkı tarafından kabul edilmiyor. KDP,  YBŞ ve Ezidîler’in siyasi örgütlerini karalayarak ve her türlü oyunu oynayarak, amacına ulaşmak istiyor.  Türkiye devleti ise Ezidî halkının PKK tarafından kurtarılmasından rahatsızlığını Şengal’e hava saldırılarıyla gösteriyor. Daha yeni soykırım yaşamış olan bir halkın kendini savunma güçleri terörize edilerek hedefleniyor, katlediliyor, halk korkutulup kaçırılmaya çalışılıyor. KDP ve Türk devletinin saldırıları açık ki soykırımın tamamlanmasından başka bir sonuca götürmüyor. Nüfusu bu kadar azalmış olan bir halk üzerinden hala egemenlik politikaları yürütmek, çocuklarını hava saldırılarıyla katletmek, insani yardımların gelmesini engellemek, Osmanlı’nın yarım kalan işlerini bitirmekten başka ne anlama gelebilir. Yani Türk devleti ve KDP üzerinden soykırım devam ediyor.

Şengal’de yeniden inşa

Şengal özgürleştikten sonra HPG-YJA STAR ve YPG-YPJ güçleri Şengal’den çıktı. Ezidîler’in özsavunma gücü olan YBŞ-YJŞ Şengal’in temel dayanağı olarak halkı korumayı sürdürüyor. Şengal savunma güçlerinin etrafında en güvenilir ve yaşanabilir yerlerde Ezidîler yaşamlarını yeniden örgütlemeye başladılar. Ezidî gençlerinin yoğun katılımıyla güvenliklerini güçlendirdiler. YBŞ-YJŞ binlerce deneyim kazanmış ve eğitimli savaşçısıyla başarılı bir savunma oluşturdu. DAİŞ’ın Irak topraklarında birçok yerde saldırıları devam ederken, Şengal’e yönelik saldırıların tümünün boşa çıkarılması, Şengal savunma güçlerinin ne kadar etkili olduğunun göstergesi oldu. Öyle ki, Irak’ın birçok yerine nazaran Şengal en güvenli yerlerden biri haline geldi.

Ezidîler ellerindeki imkanlarla evlerini tamir ederek yerleşmeye başladılar. Temel yaşam ihtiyaçları için belediyelerini inşa ettiler. Belediye halkın seçimle görevlendirdiği kişilerden oluşurken, öncelikle elektrik, su ve temizlik işlerini çözmeye başladılar. Elektrik ihtiyaçlarını karşılamak için bütün halka hizmet veren büyük jeneratörler kuruldu. Mahallelerini ve çevrelerini temizlediler. Su sistemi büyük oranda tahrip olduğu ve Irak merkezinden alana çok az su verildiği için, kuyular açıp, tankerlerle evlere su taşıdılar. Ezidîler geri döndükçe nüfus arttığından, yerleşik olduğu bütün kasabalara aynı demokratik halk yönetimi perspektifiyle belediyeler inşa edildi. Parasız tedavi ve ilaç hizmeti veren hastaneler açtılar. Hastanelerde her türlü ilaç ve jinekolog, dahiliye, cerrahi doktorlar gibi temel sağlık sorunlarını karşılayabilecek imkanlar oluşturuldu. Daha ciddi sağlık sorunları da, Rojava hastanelerine gönderilerek karşılanmaya çalışıldı. Çocukların kendi dilinde ve kendi inançlarına uygun olarak eğitim alması için okullar açıldı.  Geçim kaynaklarını oluşturmak amacıyla bazı toprağın işletilmesi ve hayvancılığın teşvik edilmesi için bazı küçük çaplı çalışmalar yürütüldü, ticaret imkanları için zemin yaratıldı. Nüfus arttıkça kasabalar normal yaşam koşularına dönmeye başladı ve YBŞ’de gücünü ağırlıklı olarak kasabaların dışardan korunması biçiminde mevzilendirdi. İç güvenlik, kurulan asayiş üzerinden sağlanmaya başlandı. Asayiş, Şengal halk meclisine bağlı olarak, hem kasabaların iç güvenliğini sağlıyor, hem de trafiği düzenliyor.

Siyasal olarak Ezidîler adına konuşabilecek, Ezidîler’i siyasi zeminlerde temsil edebilecek olan PADE partisi Ezidîler’in öz güçleriyle oluşturduğu ilk çağdaş parti. PADE demokratik parti seçimi ve halk iradesi ilkelerine dayanıyor.

Şengal’de eşit temsiliyet

Bütün bu kurum ve örgütlerin çatısı altında toplandığı demokratik halk iradesi ise Şengal demokratik Özerklik meclisidir. Bütün çalışmalar halk meclisinde bir araya gelerek bir koordinasyona kavuşuyor. Temel kararlar halkın iradesiyle birlikte alınıyor. Bütün temsilcilerin katılımıyla düzenli toplantılarında siyasi-güvenlik durumu, Şengal’in uygulaması gereken temel politikalar, savunma stratejileri belirleniyor. Ayrıca toplumsal ihtiyaçları karşılamak üzere oluşturulan kurumların durumu, yapılması gerekenler ve meclisin ele alması gereken toplumsal sorunlar değerlendirilerek, yaklaşım belirleniyor. Toplumun kendi geleneksel yollarıyla çözdüğü sorunları da saygıyla karşılanıyor. Ezidî toplumu Koçk dedikleri cemaatlerde sorunlarını değerlendirip çözme geleneğine sahipler. Ayrıca dini ve ruhani görevlilerle birlikte sorun çözen mekanizmaları da var. Bunlar toplumun doğal, doğrudan, büyük oranda demokratik işleyişleridir ki, bunların korunarak sürdürülmesi esas alınıyor. Şengal demokratik özerklik meclisi Şengal ve çevresindeki bütün halkların demokratik birliğine ve dayanışmasına dayanıyor. Halkların devlet politikalarına karşı öz iradelerini açığa çıkarmasını ve demokratik yaşam ilkeleri esasındaki ortaklıklarını ifade ediyor. Açılan yaralar daha tam sarılmamış olsa da bu konuda ilerlemek için önemli bir çaba da var. Kadın ve erkeklerin savunmadan, siyasete, sanattan, eğitime kadar her çalışmaya eşit katılımı ve eşit temsil edilmesi, demokratik özgürlükçü katılım anlayışına dayanan temel bir ilkedir.

Direnişe ruh veren kadınlar

Katliamdan sonraki bütün toparlanma çalışmalarında kadınların belirleyici bir rolü oldu. Analar topraklarını savunmak için silah eğitimi bile aldılar. Dışarıdan dayatılan bütün saldırgan, rantçı politikalara en önde tepkilerini gösterdiler. Daha önce hiç siyasi çalışmalara katılmamış, bir örgütsel zemine katılmamış olmamalarına rağmen, gönüllü ve gerekliliğinin bilincine vardıklarından çok hızlı adapte oldular. Esir alınan Ezidî kadınlarının kurtarılması için çok çaba sarf ettiler. Toplumun yaşamı yeniden kurması için kurulan hizmet çalışmalarında, meclislerde kurucu roller üstlendiler. Ezidî kadınları hızla politikleşiyorlar. Toplumun genel örgütlü yapılarına katılmakla birlikte kadınların kendi örgütlülüklerinin de kurucuları oldular. Kadınların eğitimini, örgütlenmesini, mücadelesini, siyasallaşmasını sağlayan, Ezidî özgür kadın hareketi olan TAJE’yi kurdular. TAJE, Ezidî halkının direnişlerine ruh veren, cesaret veren ve soykırımcı tarihine karşı direnişin sembolü olan örgüt olarak kuruldu. Kadim hakikatine sahip çıkan ve yüzünü özgür geleceğe dönen bir örgüt olarak gelişti. TAJE bünyesinde kadınların ve çocukların birçok ihtiyacını karşılamak üzere bir vakıf kuruldu. Her kasabada meclislerini oluşturdu, sorunlarını tartışarak çözüm arayışına girdi. Kuşkusuz bunlar hem Ezidî halkı için hem de Ezidî kadınları için tarihleri boyunca ilk kez yaşanan gelişmeler. Birçok kadın bu çalışmalarda öncülük rolünü oynasa da hala bütün Ezidî kadınlarının örgütlü yapılar içerisine girmediği gerçeği de var. Ama şunu belirtmek lazım, örgütlü olmanın önemi kavrandıkça, neler yapabildiklerinin somut örnekleri açığa çıktıkça kadınlar daha çok katılıyor, daha çok gelişiyor.

Bütün bu gelişmelerin yaşanmasında Ezidîler hiçbir devletten yardım almadılar. Sadece Rojava’dan yani Kuzey Suriye demokratik özerk yönetiminin yardımı oldu. Sağlık için doktor, ilaç temini, belediye malzemeleri, ekonomik imkanlar, eğitim imkanı ve manevi destek sağladılar. Başka bir yerden destek gelmediği gibi Irak devletinin de hiçbir desteği olmadı. Tersine DAİŞ bitirildikten sonra Rojava ile Şengal arası kapıyı kapatıp yine Ezidîler’i kendilerine muhtaç hale getirdiler, öz güçleriyle açtıkları okulları tanımayıp, Arapça eğitim veren okullar açtılar. Belediye ve hastanelerin en zorlu koşullarda harcadıkları emekleri görmezden gelerek hiç olmamış gibi yaklaştılar.      

Tek yaşam garantisi öz örgütlülük

Ezidîler’in yaşanan katliamlardan çıkardıkları en önemli ders; siyasi, öz savunma ve toplumsal ihtiyaçları açısından kendi öz örgütlülüklerine sahip olmalarının tek yaşam garantileri olduğudur. Sadece örgütlü ve her türlü gelişmeye hazırlıklı olan Ezidîler ayakta kalabilir, varlıklarını sürdürebilirler. Aksi takdirde yok olmaktan kendilerini kurtaramazlar. Tarihi geçmişlerinden de anlaşılacağı gibi Ezidîler’in her şeyden önce soykırımdan kurtulmaya ihtiyaçları var. Önce var olabilmeyi garantilemeleri lazım. Ezidîler’in yaralarını sardığı ve tekrar topraklarına dönmeye çalıştıkları şu günlerde yapılması gereken tek şey kendilerini savunma, özerk ve demokratik olarak kendilerini yönetme haklarına saygılı olmak, geri dönüşlerine ve toparlanmalarına destek olarak demokratik haklarının yasalarla garanti altına alınmasını sağlamaktır.