Güvence örgütlülüğümüzdür

- Ayşe BERKTAY
344 views

Türkiye’de iktidar koalisyonu bu sıralarda tartıştırdığı ve neticelendirdiği konularla ülkeyi hızla bir kıvama getirme çabası içinde. Bu yazıda bu durumun kadınlar ve toplum açısından ne anlama geldiğine dair kısa bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.

Neler bu konular? İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı yasa, Nafaka, evlilik yaşının indirilmesi, çocuk istismarcılarına af yolu, toplumsal cinsiyet eşitliğinin reddi, çarşı ve mahalle bekçileri yasası, rekabet yasası, Ayasofya, sosyal medya yasası. Bunların hiçbiri yeni başlıklar değil. Bir çarkın görünürdeki hareketi 2016’da başlamış gibi ve şimdilerde neticeleniyor. Her birinin kendi içinde anlamı, tarihi ve etkisi var. Ancak hepsinin bir arada boca ediliyor olması, birbirlerine ve genel duruma eklemlenmesi nasıl bir sonuç yaratmakta?

Karşımızdaki sıradan erkek egemenliği değil. Patriyarkanın en uç, en vahşi hallerini yaşıyoruz. Bir yandan faşizm koşulları, bir yandan tek adam diktatörlüğü, sömürgecilik, bir yandan azgın neo-liberalizm, açlık, işsizlik, yoksulluk, enflasyon ve ekonomik kriz, azgın kadın düşmanlığı, bir yandan ağır ekolojik kriz, su sıkıntısı, kapıda bekleyen kıtlık, hepsinin üstüne covid-19 ve savaş. Bütün bunlar medyanın tümüyle iktidara bağlı olduğu, örgütlenme, ifade ve gösteri özgürlüklerinin tanınmadığı, azgın kadın düşmanlığı, tarikatların ve mukaddesatçıların kol gezdiği koşullarda gerçekleşiyor. Yaşamın her alanı ve mekânını hegemonyası altına almaya çalışan, egemenliği dışında toplumun tek hücresini bırakmama mücadelesi veren, denetim altına alamadığını hizaya getirmeye, hizaya getiremediğini de etkisiz-nefessiz bırakmaya kararlı bir akıl, bir hegemonya.

Bir tür kızılca kıyamet kopmakta buralarda.

İktidar koalisyonu farklılığa alan bırakmayan tahakküm peşinde

Olanları güvenlikçi devlet politikaları çerçevesinde ele alıp, salt hukuk devleti-güvenlikçi devlet ekseninde değerlendirmek eksik kalır. Mutlak egemenlik, mutlak itaat iklimi yaratmayı hedefleyen iktidar, eli her konuda serbest olsun istiyor. Bunun için insanı, toplumu ve mekânı tam tahakküm altına almanın adımlarını atıyor. İktidar sadece güvenlikçi ve diktatör değil, faşist, fetihçi, sömürgeci, ırkçı, militarist, erkek egemen, kadın düşmanı, doğa düşmanı, farklı cinsel yönelimlere düşman ve dinci-İslamcı; bütün bunların bileşkesi. Başına buyruk olma potansiyeline sahip, irili ufaklı hegemonların emirlerine, arzularına, çıkar ve zevklerine boyun eğmeyen herkes ve her şeyin zapturapt altına alındığı bir iklim yaratmayı hedefliyor. Bu, siyasetle sınırlı bir iktidar hedefini aşan bir şey. İktidar koalisyonu toplumun en kılcal damarlarına, hayatın her alanına nüfuz eden, farklılığa alan bırakmayan bir tahakküm peşinde. Merkez bankası faizlerinden çocuk sayısına, kimin suçlu olduğundan kadınların nasıl giyindiğine, hangi haberin nasıl verileceğinden filmin sahnesinin, dizinin senaryosunun nasıl olduğuna her konuda kendilerinin doğrudan müdahil ve belirleyici oldukları bir yaşam tarzı. Bu, bir yönüyle erkek-egemen sistemin-kültürün bütün özelliklerini en uç haliyle taşıyan bir erkek-toplumunu tarif ediyor.

Kadınlar, gençler ve çocuklar baş şüpheli

Aileler/haneler ve mahallelerin mutlak denetim ve mutlak hakimiyet kurma peşindeki iktidar için esaslı bir belirsizlik ve tedirginlik kaynağı olduğunu görüyoruz. İktidar, ailelerde/hanelerde kadınları, mahallelerde kadınları artı gençleri ve çocukları baş şüpheliler, teslim alması, mutlak itaatini sağlaması gereken kesimler olarak görüyor. Aile/hane ve mahalle, ilk itirazların dile geldiği, ilk isyanların yeşerdiği, iç dayanışma duygu ve mekanizmalarının geliştiği, tavrıyla bunlara izin verme ya da daha doğarken bastırma potansiyeline sahip mekanlar/dinamikler olduğu için önemli.

İstanbul Sözleşmesi, TCK 103, istismarcının çocukla evlenmesi halinde affı, nafaka, 6284 sayılı yasa kadını şiddete karşı korumayı ve desteklemeyi esas alan, devlete kadını destekleme ve şiddeti önleme konularında somut sorumluluk yükleyen kadın kazanımları, yasalar. İktidar, kazanımları geri alma, özellikle de İstanbul Sözleşmesini iptal konusunda ısrar etmekle, erkek şiddetini serbest bırakarak kadınları bastırma, itaat ettirme tercihini ortaya koymaktadır. Erkek şiddetini engelsiz salıverip ya kadınların itirazlarını ya da itiraz eden kadınları ortadan kaldırmak, toplumun bir yarısının özgürlük düşlerini böyle boğarken, diğer yarısının yani boğma eyleminin erkek-failleri haline gelenlerin de yeşerebilecek her türlü özgürlük arayışını böylelikle baştan zehirleyerek haneleri teslim almak bu planın bir ayağıdır. İktidar koalisyonunun eşitlik, evlilik yaşı, çocuk istismarcılarına af, boşanma-nafaka, İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı yasa, şiddet konuları üzerinden aileyi nihai kapışma hattı haline getirmesinin en önemli nedenlerinden biri budur. İktidarın, bunca tecavüz, kadın kırımı ve şiddet, bunca cinayet ve çocuk istismarı ortasında İstanbul Sözleşmesini kaldırma konusundaki ısrarının önemli bir nedeni kadının ve çocuğun bedenlerini erkeğin mülkü olarak gören erkek egemen kültürü arkasına alıp aile içi şiddet yoluyla kadınları kontrol altına almak ise, bir diğer nedeni de sokaklarda kendisine itiraz ve mücadele etmeye cüret eden kadınları bu son hatta yenilgiye uğratmak. Kadın cinayetleri en vahşi yöntemlerle işlenirken, İstanbul Sözleşmesi yaşatır diyen, çocuk istismarcılarını, kadın katillerini protesto eden kadınların polis saldırısına uğramasının, yerlerde sürüklenmesinin, işkence görmesinin nedeni budur. Polis neden kendisini öldürülen kadınlarla değil katillerle özdeşleştiriyor? sorusunun yanıtı burada aranmalıdır.

Kürt kadınları direnme dinamiğini harekete geçirdi

Bu noktada Kürt coğrafyasında on yıllardır ciddi ve aralıksız kadın özgürlük mücadelesi yürüten, kadınların ve toplumun dönüşmesine sevgi ve bilinçle yoğun emek veren Kürt kadın hareketine yönelimin misliyle ağır olduğunu vurgulamak gerekir. Hem ülke genelinde hem de bölgede direnme dinamiklerini harekete geçirici rol oynayan Kürt kadınlarına hem devlet tarafından ağır baskılar uygulanmakta hem de kadınlar erkek şiddeti karşısında bütünüyle korumasız bırakılmaktadır. Bölgedeki devlet görevlilerinin adı çocuklara cinsel istismar, kadına yönelik tecavüz, şiddet olaylarına çokça karışmaktadır. En son Şırnak’ta bir çocuğa cinsel istismarda bulunan ve Batman’da bir çocuğa tecavüz edip alıkoyan iki uzman çavuş ifadeleri alınıp serbest bırakılmış, Şırnak valisi mazeret bildirir gibi uzman çavuşun sarhoş olduğunu söylemiştir.

Bir yandan istismar ve tecavüz vakalarının ardı arkası kesilmezken, bir yandan da bununla mücadele eden ve kadınlara destek olan kadın örgütlerine saldırılmakta, kadınlar tutuklanmakta. Kadın örgütleri 8 Mart’ı kutladığı, 25 Kasım’da miting yaptığı, katledilen veya kaybedilen kadınların peşine düştüğü ve örgütlendiği için, İstanbul Sözleşmesini savunduğu için suçlanıyor. Öyle sözlü olarak da değil, gözaltına alınıp tutuklanarak suçlanıyor. Gözaltına alınan kadınlara kendi evlerinde işkence ediliyor, üzerlerine polis köpekleri saldırtılıyor. Kürt kadınlarını güçsüzleştirmek, topluma gözdağı vermek, teslim almak için özel bir konsept uygulanıyor. Mezarlar ve cenazeler saldırıya uğruyor, bellek, inanç, geçmiş ve gelecek yok edilmeye çalışılıyor. Böylelikle yaşamı üreten, geçmişi geleceğe bağlayan sözün ve toplumsal belleğin taşıyıcısı kadınlara saldırılıyor. Mezara tahakküm, cenazeye tahakküm, belleğe tahakküm. Öyle bir karabasan ki mezarlıkta mezarı, camide imamı esirgeyerek insanların inanç dünyasında var olan ahiret üzerinden bile hegemonya kurmak hedefleniyor.

İktidarın hakimiyet ağı kapımızın önüne kadar geldi

Devletin toplum üzerinde mutlak hakimiyet kurmak için denetim altına alma ve varlığını sürekli gösterme ihtiyacı duyduğu bir diğer alan mahalle. İktidarın mahalleyi kontrol edememe, bilinmezlik ve belirsizlik endişesi çok fazla. Mahalle öncelikle kadınlar, çocuklar ve gençlerin yaşam alanı. Büyük kentlerde kimi mahalleler, daha çok da Kürtler’in, kente ülkenin dört bir köşesinden göç etmiş emekçilerin, yoksulların yaşadığı mahalleler, ilk sosyal tepkilerin, dertler ve sevinçlerin paylaşıldığı, memleket meselelerinin tartışıldığı, kadınların birbirinin yardımına koştuğu, güç verdiği, ilk dayanışma ağları, dostlukların kurulduğu, kolektifliğini yitirmemiş mekânlar olmaya devam ediyor. Diğer birçok semt ve mahallede ise Gezi döneminin esin kaynağı olduğu dayanışma ağları, kooperatifler, pandemi dönemi acil yardımlaşma girişimleri, mutfaklar, bostanlar, ekoloji odaklı gruplar ve kadın grupları var. Özellikle pandemi döneminde semt ve mahalle destek ve dayanışma ağları çok yaygınlaştı. Mutlak tahakküm kurmayı hedefleyen iktidar hem buralara nüfuz etmek, hazırlıksız yakalanmamak istiyor, hem de o sokaklarda devletin varlığı aralıksız görülsün istiyor.

İktidarın devasa silahlı emniyet gücü vasıtasıyla kurduğu hakimiyet ağı silahlı bekçiler kanalıyla mahallelerimizin sokaklarına, kapımızın hemen önüne kadar gelmiş oldu. Gerekli eğitimi almamış, muğlak yetkilerle donatılmış, iktidarın resmi milisleri niteliğinde böyle bir gücün mahallelerde konuşlanması herkes için büyük sorunlara, yaşama müdahaleye yol açacak gibi. Kadınlar açısından ahlak ve namus bekçiliği yapmaya kalkabilecek silahlı erkeklerin yaratacağı sorunu öngörmek zor değil. İktidarın bekçileri korku salmak için kullanacağının işaretlerini pandemi döneminde  sokağa çıkma kısıtlamaları sırasında çokça gördük.

Bekçi sayısı 1500’den 30 bine çıkartıldı

1991-2015 yılları arasında hiç bekçi alımı yapılmamış; bekçi sayısı 21 binden 3 bine düşmüştü. ’90’larda sokaktan çekilip merkez hizmetine alınan bekçilerin 2008’de Emniyet Hizmetleri sınıfına alınmasıyla bekçilik de fiilen ortadan kalkmış oldu.  Yaklaşık on yıl sonra 2016’da çarşı ve mahalle bekçileri yeniden gündeme alındığında eskilerden kalmış bekçi sayısı 1500 kadardı. Sokağa çıkma yasaklarının sürdüğü Diyarbakır, Şırnak, Hakkâri, Urfa, Mardin’e 2 bini aşkın çarşı ve mahalle bekçisi alındı. 2019’a gelindiğinde tüm ülkede 21 bin civarına ulaşan bekçi sayısı şu anda 30 bin.

4-5 yıl içinde kadük bir yasaya ve yönetmeliklere dayanarak 1500’den 30 bine çıkardıkları bu silahlı sokak gücünün yasası arkadan geldi. Önce normal işleyiş içinde kurdurup oturttular akabinde 2020’nin 2 Ocak’ında yine Erdoğan’ın “Artık şehirlerimizin dış güvenliğini surlar ve hendeklerle koruyamayacağımız, içerideki düzeni de sadece kolluk gücüyle sağlayamayacağımız bir yere gelmiş durumdayız. Öyleyse bu yeni duruma karşı yeni yaklaşımlar, yeni fikirler, yeni yöntemler geliştirmemiz gerekiyor” işareti sonrasında büyük bir hızla komisyondan ve Meclisten çıkartılıp yasayla doğrudan merkeze  (İçişleri bakanına) bağlı bir teşkilat haline getirdiler. Atamaları merkezden İçişleri bakanı tarafından yapılacak; her mahallede değil, merkezden doğrudan bakanlığın belirlediği mahallelerde görevlendirilecek, durdurup kimlik sorabilecek, üst araması yapabilecek, yasadışı olduğuna kendi karar verdiği gösteri ve karışıklığa müdahale edebilecek, sözlü sınavla belirlenecek,  bakanlığın talimatıyla farklı görevlere gönderilebilecek,  gündüz de çalışabilecek,  Merkez’e göbekten bağlı, eğitimsiz ama yetkili ve silahlı bir yeni güvenlik ordusu yarattılar. Keyfi ve muğlak yetkileriyle hep büyüyen polis devletinin yeni ve özel bir kolu olarak mahallelerimizin sokaklarına yerleştirildi. Karşımızda, üniversitelerde öğrencilere saldıran bıçkın özel güvenlik elemanlarının silahlandırılmış, özel harekatçıların eğitiminden geçmiş mahalle versiyonu var. Bir tür merkezi özel güvenlik. Mahalle komisyonlarımıza, mahalle meclislerimize, mahalle dayanışmalarımıza alternatif, yaşam alanlarımızı tam denetim altına almaya odaklı “iktidar-merkezi-özel güvenliği”.

Kadın kazanımları saldırı altında

Bu konular etrafında yürütülen algı operasyonları, ‘Fatih’in İstanbulu’nun adının İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilmesi talebi, kadınların aileyi yok etmeye çalıştığı suçlamaları, yürütülen kadın karşıtı, hak karşıtı, eşitlik karşıtı propaganda, kadın mücadelesine ve aktivistlere yönelik genel karalama kampanyası, milli kültürün altını oyan İstanbul Sözleşmesi’nin feshi, aileleri parçalayan 6284’ün iptali, Kuran’a karşı çıkan, halkı mağdur eden TCK 103’ün değiştirilmesi yönünde beyanlar istismar ve şiddet suçlarında artışa, pervasızlaşmaya, kadın kazanımlarını, koruyucu tedbirleri uygulamakla sorumlu yerlerde tutum değişikliğine yol açmakta. Ayasofya’nın “yeniden fethi”, AİHM kararının bağlayıcı olmadığına dair AYM kararı, gerçek nedeninin açıklanmadığının herkesin farkında olduğu yeni bir silahlı kolluğun toplumu ikna ve rıza çabası hiç gösterilmeden getirilmesi, gökkuşağının renklerinin tartışılması, yaygın nefret söylemi ülke iklimini kadınlar için nefes alınmaz hale getiriyor. Çocuklarla evlenilmesini, boşanmaların engellenmesini, kadınların evlilik içinde mal sahibi olmamasını, kadınların itaati ibadet bilip erkeklere her şartta itaat etmesini, şiddet karşısında ses çıkarmamasını, haklarını aramamasını isteyen, bunu hak bilen ve savunan bir kesimle karşı karşıyayız. Bunların iktidar içinde yerleri ve arkalarında siyasi irade var. Ellerinin altında yalanlarını ve düşüncelerini pompalayıp toplum atmosferini etkilemelerine olanak veren medya var.

Türkiye’de kadın kazanımlarının ağır saldırı altında tehlikede olduğundan söz ederken bunları kastediyoruz. Henüz yasalar değişmemiş olsa bile, tartışmalarla yaratılan iklim ve oluşturulan algılar, sürekli hedef alınmak, aralıksız birbirini izleyen ve vahşileşen kadın kırımı, tecavüz, çocukların cinsel istismarı olayları, cezasızlık hallerinin artması kadınları kuşatıyor.

Karabasan çökmek üzere

İktidarın yerelde özgürlük alanı tanımama politikasını Kürt coğrafyasındaki belediyelere atadığı kayyumlardan da biliyoruz. Tabii Kürt coğrafyasındaki belediyelere yapılan var olanı ele geçirme değil, var olana dair bütün izleri yok etme, işgal ve talan uygulamasıydı. Batıdaki belediyelerde müdahaleler henüz engelleme, sabote etme, işletmeme ile sınırlı. Ancak en son İstanbul Belediyesinin kredisine el koyulması bir tırmanışa işaret ediyor. İktidarın programı yerelde merkezin-kendisinin mutlak kontrolü altında olmayan hiçbir tür yönetime, yaşamın, siyasetin, ekonominin, kültürün, ekolojinin, sporun, basının yönetimine dair hiçbir alan bırakmamaktır. Onun için kayyum atamalarını sadece belediyelere el koymak olarak ele almak eksik olur. Kayyum, Kürt illerindeki yaşamın tamamına ve doğaya ve insana bütünüyle el koymaya yönelik bir “fetih” hamlesidir. Hedef kendisine tabi veya kendinden olmayan, özgürlük iddiasına sahip veya başına buyruk olan hiçbir varlığa yaşam hakkı tanımayan bir işleyiş ve ortam yaratmak, itaat etmeyen bir coğrafyaya tahakküm kurmaktır. Hayvanlar susuzluktan, insanlar açlıktan veya hastalıktan kırılabilir, kadınlar öldürülebilir, çocuklara tecavüz edilebilir, failler serbest bırakılır.

Bunların hepsinin ve sayamadığım daha nicelerinin aynı anda olması, topyekûn ve dört bir koldan üstümüze gelmesi yaygın insan hakları ihlallerinin ötesinde bir şeyleri ifade ediyor. Bir karabasan sadece kadınların değil, kadınları alt edip tüm toplumun, yaşamın, doğanın ve coğrafyanın üzerine çökmek üzere konuşlanmakta.

Ülkeyi sürekli savaş halinde tutma tercihi

İktidar toplumu hücrelerine kadar esir alma, aileden mahalleye, kültürden sanata, eğitimden sosyal medyaya, sağlıktan ekonomiye, emeğe, kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı herkesi ve her alanı zapturapt altına alma operasyonunu tamamlama çabası içinde. Benden sonrası tufan diyerek insanı ve doğayı iliklerine kadar sömürme, yalan ve baskı üzerine kurulu iktidarının ve kârının devamı için ülkeyi ve bölgeyi sürekli savaş halinde tutma tercihi yapmıştır.

Her konuda alabildiğine despotken pandemi konusunda herkes tedbirini alsın diye halkı kendi başının çaresine bakmaya terk ederek, ağır pandemi koşullarını iktidarı için fırsata çevirmeyi düşünecek, piyasayı önceleyecek kadar gözü dönmüş bir yönetimin planladığı mutlak hegemonyayı kurması önündeki engellere karşı yapabileceklerinin sınırı olmadığı açıktır.

Şırnak, Silopi, Bismil, İdil, Batman, Van, Antep, Çorum, Ağrı ve daha birçok yerdeki çocuk istismarları ve tecavüzlerin, Ağrı, Muğla, Diyarbakır, İstanbul, vd. kadın cinayetlerinin öfkesiyle dolu ülkenin her yerinde bütün gücümüzle isyanımızı haykırırken, patriyarka ve eril zihniyetin kadınlara ve kadın kazanımlarına yönelik dıştan ve içten her türlü şiddet ve saldırısına, mücadelemizin altını oyma hamlesine karşı kadın özgürlük değerlerimizden taviz vermeden, örgütlü, açık ve net mücadelemizi her alanda sürdürüyoruz. Ve başarıyoruz.

En büyük güvencemiz örgütlülüğümüz ve özgürlük mücadelemiz. Bu kritik eşikte kadın kazanımlarını korumanın hem kadınlar hem de toplum için yaşamsal öneminin bilinciyle “özgürlük için sen de ayağa kalk”; “kadın mücadelesi her yerde” diyerek yürüyoruz.

*Çevirmen, yazar, aktivist