Hatice Teyze’ye ne oldu?

- Ruken Aras
667 views

Küçükken bizim mahallemizde Hatice Teyze vardı. Herkeslerden farklı giyinir, farklı bakar, farklı davranırdı. Konuşması hoş, bakışları sevecendi. Kendine özgü bir kadındı. Kadınlar ona bakmadan edemez ama çocukların fazla bakmasını da istemezlerdi. Mahalledeki kadınlar onunla çaktırmadan görüşür ama eşlerine bundan bahsetmezlerdi. Galiba hep erkekleri kötülerdi.

Eşi olan adam Hatice Teyze’yi sürekli döverdi. O adam her dövdüğünde mahalledeki kadınlar Hatice Teyze’nin bu sefer ne yapmış olabileceğinin analizini yapardı. Huysuz bir kadındı mahalleliye göre o… Hatice Teyze’nin eşi devlet memuruydu, çok şık giyinir, takım elbisesini üzerinden çıkarmaz, saçını asfalt gibi siyaha boyar, jöle sürerdi. Mahallede yürürken herkeslere selam verir, dimdik yürür, insanların dertlerine çare buldukça burnu daha da büyürdü.

Biz çocuklar ise nedendir bilinmez mahallelinin “ hafif meşrep” dediği Hatice Teyze’ye içimizden sempatiyle bakardık. Ama anlayamazdık neden o kadar güçlü ve yakışıklı bir erkeği hep kızdırdığını ve dayak yediğini.

Oysa o erkeği kızdırmasa dayak da yemeyecek, mutlu mutlu yaşayacaktı. Niyeydi ki bu inadı…

Yüzü gözü mosmor olsa da Hatice Teyze kendi olmaktan hiç vazgeçmedi.

Bir gün boşanmaya karar verdi Hatice Teyze ve tabii ki kıyametler koptu. Eskiden sadece onu döven eşi şimdi arkasından kötülemeye başladı. Ama bir yandan kötülerken bir yandan da boşanmaktan vazgeçmesi için dil dökerdi. Baktı olmuyor bu sefer onu ölümle tehdit etti.

Velhasıl Hatice Teyze biz çocuklar için gizemini hep korudu. Ne zaman ki “devlet” denen güçlü, isterse her şeyi çözen, isterse döven erkekle tanışana kadar…

O zaman Hatice Teyze’nin sömürülen ve özgürleşmesinden korkulan bir kimlik olduğunu anladık. Yani kadınlık ile Kürtlük kaskatı kesilmiş erkekliğe ve devletçiliğe karşı büyük birer tehlikeydi her zaman.

Biz Kürtler de Hatice Teyze gibi kendi varlığımızdan vazgeçmediğimiz sürece dayak yiyoruz. Büyük yalanlar mahallede Hatice Teyze’nin ayağına takılır dururdu. Biz de dünyanın gözü önünde yaşansa da büyük yalanlarla hala savunma psikolojisinden kurtulamıyoruz.

Hatice Teyze’yi uslandıramayan erkek ile Kürdü uslandıramayan devlet aslında aynı mayadan çıkmışlardır.

Hatice Teyze fahişe ve komünist diye;  bizler de terörist diye algı operasyonuna dahil ediliyoruz.

Hatice Teyze gözüne yumruk yerdi, biz bodrumlarda üzerimize benzin yakılarak öldürülüyoruz.

Hatice Teyze en sevdiği elbiseleri eşi tarafından yakılarak cezalandırıldı, biz de tarihimiz ve kültürümüz yakılarak cezalandırılıyoruz.

Hatice Teyze eve kapatılarak;  biz ise zindanlara konularak korkutulmak isteniyoruz.

Bu devlet Kürtler’den ne istiyor?

Kürdistan’da en çok duyulan serzenişlerden biridir: Bu devlet Kürtler’den ne istiyor?

Hakikaten bu devlet bizden ne istiyor? Varlığımız neden onu rahatsız ediyor…

Kendini anlamlı bir tanımlamaya koyan her bir varlık için üstten olan varlıklar tahakkümcüdür, katliamcıdır. Kürdün sessiz kalanı, dilini konuşmayanı, tarihini bilmeyeni elbette devlet için zararsızdır, çünkü o artık Kürt değildir. Kadınların  uslu olanı, annelikten başka hiçbir yaşam bağı kuramayanı, bedenini sahibi olduğu erkeğe sunanı erkek için zararsızdır, çünkü o kadın artık özgür kadın değildir.

Kendini özgürce yönetmek isteyen ama yerelinden, sokağından, mahallesinden doğru yönetmek isteyen; diline sahip çıkan, tarihi ve kültürüyle gurur duyan Kürt devlet için ne kadar tehlikeliyse, kendi iradesine sahip çıkan, politik ve ahlaki toplumun öncülüğüne soyunan kadın da erkek ve devlet için bir o kadar tehlikelidir.

Bugün Kürdistan’da halkın iradesiyle seçilmiş belediyeler  “kayyum“ adı altında işgal ediliyor.

Binlerce öğretmen “savaşa hayır” dedikleri için görevlerinden ihraç ediliyor.

Bugün Kürtlerin mahalle düğünleri bile yasak.

Her gün onlarca insan evleri şafak vakti basılarak gözaltına alınıyor ve eski işkence aletleriyle günlerce hücrede bekletiliyor.

Batı’da Kürdün linçi başlatılıyor. Otobüsler taşlanıyor, Kürtçe konuşanlar yakılarak öldürülüyor, Kürt muhtarlara kayyum atanıyor. Kürtler’le dost olanlar birer birer zindana atılıyor.

Kürdistan’da bir korku imparatorluğu kurulması için uğraşılıyor.  Ve Kürde dair ne varsa yok edilmek, geri kalanlar unutturulmak isteniyor.

Korku ile yıldıramazsınız

Zafer kazandığını düşünenler bugün Sur’da , Cizre’de Şırnak’ta , Nusaybin’de iki sıra beton bariyerlerle kendi güvenlik mekanlarını koruyor.

Amed’de eskiden insanların önünden geçebildiği valilik binasının etrafı beton bariyerlerle şehir trafiğine kapatılıyor.

Arama noktalarında aylardır eller tetikte kaygı içinde polisler bekliyor.

En küçük bir eylem için sokağa çıkmak isteyenlere gaz bombası atılıyor, küfürler ediliyor, ateş açılıyor.

Nereye kadar?

Bir toplum nereye kadar korku politikaları ile yönetilebilir. Bir toplum kendi olmaktan vazgeçmeyecek kadar tarihi bilince sahipse ve bu uğurda evlatlarını yitirmişse korku ile bu toplumu nasıl yönetebilirsiniz?

Makarna ile mi, önce aç bırakıp sonra asgari ücretle işe alarak mı, din ile iman ile mi …

Bir toplumun hafızasına özgürlük bilinci yerleşmiş ise kolektif bilinç eyleme dönüşür.

Korku politikaları ile toplumu yönetmek isteyenlerin asıl korkuya kendilerinin sahip olduğunu biliyoruz. Bu iktidarını kaybetme korkusudur, bu teklikten çoğulluğa geçme riskinin korkusudur.

Farklılıkları yok saymak evrenin var oluş ilkesine terstir.

İktidar sahipleri bilmelidir ki başkasının varlığını reddetmek üzerine kurulu olan güç mutlaka bir gün yıkılır. Tekleştirme üzerine kurulu hiçbir iktidar kendi egemenliğini garanti altına alamaz.

Çünkü özgürlük bilinci  tıkatılmaya çalışılsa da akan bir nehir gibidir. Bazen önüne set koysan da birikir, birikir ve sel olur, önündeki tüm bariyerleri yıkar gider…

Hatice Teyze’ye ne mi oldu? Ne olduğunu kimse öğrenemedi ama ona meraklı gözlerle bakan küçük kız çocukları bugün Hatice oldu…