Koştur koştur geldik de…

- KAKTÜS
552 views

Dört nala koştur koştur geldik. Eee, ne oldu? Kurtulduk, oleyy?!? Önümüze serilen “özgürlük ve demokrasi yolunda” mutlu, mesut ilerliyoruz. Çok şükür Allahımaa! Darısı başınıza düşmanlarım, pardon “dostlarım”. Ayy ne çok mutluyum, bilemezsiniz… 

Ama, tabi bu mutluluğu nasıl yakaladığımızın da bir hikayesi var. Öyle mutluluk her daim kapınızda bitmez. Kapıyı çalan hırsız da çıkabilir. Aman tanrım ne pis bir espri oldu. Resmen Soğuk Savaşı çağrıştırdı. Zaten başımıza ne geldiyse hep bu Soğuk Savaş devrinden geldi. Soğuk Savaş devri kapanınca da takınılan “özgürlük ve demokrasi” maskeleri eskiyen bir duvarın sıvası gibi döküldü. Neden? Hadi bilin bakalım. Aaa ben söyleyeyim. Sürpriz! Çünkü Avrupa Kürtlerle tanıştı.

Ama son yıllarda özgürlük ve demokrasi maskesiyle sıvanan duvarlar hızla dökülüyor.  Duvarlar neredeyse çıplak artık. Tabi bunun farkında olmayan, olduğu gibi rüyalar ve hülyalar aleminde gezinenlerimizin sayısı yüzdeliğin üzerinde. Avrupa halen büyük bir “özgürlük, demokrasi, bolluk, zenginlik, refah kapısı” olarak görülüyor. Mesela bizim geldiğimiz yerden bakıldığında Avrupa çok büyük bir yer. Oraya ulaşmak demek sonsuz huzura, mutluluğa en çok da paraya kavuşmak demektir. Ne demek anam, para burada ağaçta yetişiyor. Elini uzattın mı en ufağından bir 100 Euro gelir. Tek sorun olgunlaşmasını beklemek?!?

“Düşünüyorum öyleyse varım”

Avrupa’ya nasıl geldiğini hatırlayan var mı? Ya da şöyle sorayım, Avrupa’ya nasıl geldiğini hatırlamak isteyen var mı? Neden ve niçin geldiğimizi, hangi amaçlar için geldiğimizi ve ne bulduğumuzu/bulamadığımızı, neyi arayıp, neyle karşılaştığımızı vs. bunları hala hatırlıyor musunuz? Çünkü mülteci olma sebeplerimiz, aynı zamanda bizim varlık nedenlerimiz. O yüzden hani hala hatırlıyor musunuz diye soruyorum. Yoksa, lütfen mazoşist takılmayalım yani. Evet mi? Hmm, hayır mı? Pardon, “düşünüyorum  öyleyse  varım” mı diye düşünüyorsunuz. Yoksa sizde Erdoğan gibi “düşünmezseniz yoktur” mu diyorsunuz? 

Mesela “umut yolculuğu” sırasında yaşadığınız trajedileri unutunuz  mu? Sanmıyorum. Gerçi benim de amacım hatırlatmak değil. Fakat sürekli sorular sormaktan kendimi alamıyorum? Ekonomik sorunlar yüzünden mi geldiniz? Yani o kadar “umut yolculuğu” kahrını para için mi çektiniz? Eee, eğer öyle ise bir zahmet şu “sosyal” denilen kurumdan kurtulun. Hayatınızı bir düzene koyun. Ekonomik bile olsa bir plan yapın. Bir amaç edinin arkadaş. Bu ne ya!?! Politik sebeplerden ötürü mü geldiniz. Düşüncenizi söylemek yasak mıydı? Dilinizi konuşamıyor muydunuz? Kültürünüzü yaşayamıyor muydunuz? Zulüm altında mıydınız? Peki anam-babam neden bir güne bir gün derneğe gitmiyorsunuz? Neden örgütlenmek için başkasını bekliyorsunuz? 

‘Polis senin derneğe geldiğini öğrenirse…’

Ma bu hayatta da bir saz, bir gitar, bir şarkı ne bileyim bir kitap okunmaz mı? Bir sinemaya gidilmez mi? Tüm bunları bir tarafa bırakarak söylüyorum, ya arkadaş üç kuruşluk pasaport karşılığında Alman devletiyle “derneğe gitmeme” anlaşması yapmak da nedir? Ma hani sen buraya siyasi nedenlerden ötürü gelmiştin? Ne oldu, Avrupa’ya kapağı atınca politik sorunların mı çözüldü? İnanın dostlar, sırf bu yüzden bir derneğin kapısında dalkavukça tartışan çiftler gördüm. Bende masum bir tartışma sanıp, “ya yapmayın ayıptır” falan dedim. Yani şöyle bir araya gireyim, eşler güzel güzel evlerinin yolunu tutsun istedim. İstemez olaydım. Meğer kavga, ‘polis senin derneğe geldiğini öğrenirse pasaportunu alır’ kavgasıymış. Ya Star! Kendi kendime dedim alacağım ikisinin de kafasını birbirine vuracağım, beyinleri zelzele görsün. Fakat, azıcık küçük kaldığım için yapamadım. Sonra içsel bir iğrenti hissettim. Demek çirkinleşmek ve karşındakini kusacak hale getirmek böyle bir şey… Hayatımın en büyük hayretini böyle yaşadım dostlar. 

Son yıllarda ise başka bir moda gelişmiş. Eylemlerde kameradan kaçınma, fotoğraf çektirmeme, akıllı telefonlardan sayfalarını silme ya da seyahat edecekse yeni telefon alma, çıkan haberlerden adını sildirme daha neler neler yapmıyorlar ki? Duysanız aklınız şaşar. Sormayayım diyorum ama yine de dayanamıyorum. Allahınıza siz buraya neden geldiniz? Zaten Türk devleti de sizden çok şey istemiyordu ki, kendinizi inkar etmeniz yetiyordu yani. Bunun için kıta değiştirmeye ne gerek vardı. “Niye kameradan kaçıyorsun, yeni telefonu ne yapacaksın?” diye sorduğunuzdaki pişkin cevaba diyecek hiçbir şey yok. Yüzsüzlüğün daniskası yeminle. İnsan bir utanır ya, bir utanır. 

“Bunların teröristlerle ilişkisi var”

Düşünebiliyor musunuz bu yüzden arkadaşları, hatta akrabasını ziyaret etmeyen var. Neden, biri gidip devlete “bunların teröristlerle ilişkisi var” demesin diye. Buradaki “terörist” kavramını bilerek kullanıyorum, çünkü bunu salakça söyleyen var. Bir de “güvenmiyor musunuz bana” diyor. Tabiki güvenmiyorum. Üç kuruşluk pasaporta, üç günlük ziyarete inanç, düşünce, kimlik değiştirene ne denir dostlar siz söyleyin. Peki bunca şeyi değiştirdiğinizde siz, kendiniz olarak kalabildiniz mi? Vallah ben buradan söylüyorum, böylelerine selam vermek içimden gelmiyor arkadaş. Düşünsenize, sırf bu yüzden bir imza vermekten kaçınanlar var. Diyor ki, “ben bilmiyorum hangi tarihte imza vermiştim, kimse bize sahip çıkmadı. Kimliklerimiz, oturum kartlarımız elimizden alındı. Öyle ortalıkta kaldık. Artık imza vermiyorum.” Bu başlı başına bir tartışma konusu. Şimdi anam-babam, kardeşlerim, hatta çocuklar, sen buraya politik nedenlerden dolayı gelmedin mi? Evet. Bu devlet sana sırf bu yüzden kimlik vermedi mi? Evet. Peki bu yüzden senden kimliğini, oturum hakkını almasını nasıl haklı bulup, dava açmazsın? Allahını seversen neden mücadele etmezsin? Burası Avrupa diye hak yemiyor mu sanıyorsun? Bal gibi de yiyorlar. Hem de iliklerine kadar eme eme hakkını yiyorlar. Öyle sandığınız gibi emek, demokrasi, özgürlük falan filan yok. Resmen ve de resmen burada düzen var, sistem var, özellikle de sınırlar var. Nereden mi biliyorum? Durun size Avrupa’da bir gözaltı anımı anlatayım. Aradaki tüm bölümleri atlıyorum. 

Bir rüzgar gibi özgür olun

Herkesi tek tek sorguya çekiyorlar. Kulağıma yan odadaki sesler geliyor. Vatandaşın biri, “burası özgür bir ülke, herkes istediği yere gidebilir. Ben de istediğim yere gidebilirim. Serbest dolaşma hakkım var” dedi. Polis ise, “hayır burası özgürlükler ülkesi değil. Burada sınırlar var” dedi. Yani adam diyor ki, “sınırlar var, sistem var. Özgürlük ve demokrasi bizim çizdiğimiz sınırlara kadardır.” “Sınırımıza dayandınız” diyor adam. Oysa özgürlük sınırları olan bir şey değildir, değil mi? Ama bu adam sınır var diyor. Peki sınıra ne zaman dayandınız? Kendiniz kalmakta ısrar ettiğinizde tabi ki. O yüzden dostlar, dört nala koştur koştur geldik de, özgürlük hak getire. 

Hele Kürtler’in her gün eylem yaptığı bir Avrupa’nın halini düşünseniz, tam bir rezalet. Prestij kalmadı. Dünya-aleme deseydik ki, Avrupa’da özgürlük ve demokrasi sorunu var, kimse inanmazdı. Şimdi Kürtler yüzünden ellerinde hiçbir şey kalmadı. Ne mahkemeleri, ne kurumları, ne hukukları ne yasaları hiçbir şey kalmadı. “Takke düştü, kel göründü.” Her gün yasa değiştiriyorlar. Adamlar ne yapsın!?! Anti-demokrasinin gereklilikleri işte. Tabi bunun faturasını Kürtler’e keseceklerdi. Köklerinden kopup buna rağmen ağaç kalabilmek, saksıdaki çiçek olmamak önemli. O yüzden her gün kendimize “Avrupa’ya neden geldim” diye hatırlatmalıyız. Bunun bir bedeli olsa da… Ne yapacaklar, dünyanın sonuna mı sürecekler?!? Zaten o sonda değil miyiz? De hayde Star sizinle olsun! Her daim bir ağaç gibi sağlam, bir rüzgar gibi özgür olun.