“Mülteci krizi” tanımı düzeltilmeli

- Newaya Jin
303 views
Cambridge Üniversitesi doktora öğrencisi Beja Protner, Yunanistan’daki mültecilik konusunda araştırmalar yapıyor. Slovenyalı bir ailenin kızı olan Beja, toplumsal farklılıklar, adaletsizlikler gibi konular ile küçük yaşlarda tanışır. Bilmediği ve merak ettiği kültürler ve toplumlar hakkında kafasındaki soru işaretlerine yanıt bulmak için antropoloji bölümü okumayı tercih eder. Ve Cambridge Üniversitesinde antropoloji alanında Master yapar. Alanını ‘Antropoloji Master’ olarak genişleterek doktora için yeniden Cambridge’e başvurur ve üç yıllık burs alır.

2012-2017 yılları arasında İstanbul’a giden Beja, bu süreç içerisinde bir Kürt öğrenci grubu ile ve dolayısıyla ‘Kürt sorunu’ ile tanışır. Tez’ini ’90’ların hafızası, Kürt sorunu, çatışma ve savaşın sonuçları ile ilgili hazırlar. Sabancı Üniversitesi’nde master yaparak, Kürt sorunu, cinsiyetçilik, milliyetçilik bağlarına ilişkin araştırmalara devam eder. Kendi ülkesi Slovenya’da da milliyetçilik ve azınlıklara dönük ayrımcı politikalar yoğunca yaşandığı için Kürt meselesi de dikkatini çeker. Cambridge’e Diyarbakır Sur’ları ve kentsel dönüşüm hakkında tez yazmak için başvurur ama Türkiye’nin akademisyenler ve araştırmacılar için artık güvenli bir ülke olmadığını görerek bundan vazgeçer. Bunun üzerine, Kürt ve Türkiyeli birçok insanın özellikle de 2015’ten sonra göç ettiği Yunanistan’da tez’ini tamamlamaya karar verir. “Göçertilen insanların mekan ile ilişkisi, geldikleri ülke ile ve geri bıraktığı mekanlarla bağlantıları, gelecek perspektifleri, yani ‘yerleşme/me’” konularına dair araştırmaya koyulan doktora öğrencisi, ilk başlık olarak ise kötü ve zorlu mültecilik koşulları karşısında “Umut ve ayakta kalma” yetisini tercih eder. Beja ile konuşmak istediğimiz konu tam da bu. Mültecilik, nedenleri, devletlerin mültecilere dair politikaları ve çoğu mültecinin ortak geçiş durağı olan Yunanistan’daki politikalar…  Yunanistan, Güney Afrika, Suriye, Afganistan, Türkiye, Irak, Cezayir, Fas, Bangladeş, Kürdistan, Pakistan gibi ülkelerden savaş, ekonomi gibi zorlu hayat şartlarından dolayı akışı devam eden mültecilerin kesişim durağı.

“Mültecilik çocukluk gibidir”

Mülteciliği yurtsuzluk, hayatın alt-üst olması olarak tanımlayan Beja, “Kendi ülkene, ailene, arkadaşlarına bir süreliğine veya hiçbir zaman dönemeyeceğini bilmenin ağır bir duygu” olduğunu hatırlatıyor. “Mültecilik çocukluk gibidir” diye ekleyen Beja, gidilen yerde hayata dair her şeyi yeniden bir çocuk misali öğrenmeyi şart koşuyor. Bir mültecinin gittiği yerde yaşadığı zorlukları anlamak için onun geldiği yeri, geçiş konteksini(bütünlüğünü) anlamak gerektiğini belirten Beja, “sorun aslında tam da gelinen yerde başlıyor” diyor. Beja, Türkiye ve Bakurê Kürdistan’dan yakın tarihte artan göçün nedenlerine dair ise şunları aktarıyor: “Hükümet ile İmralı arasında diyaloğun devam ettiği yıllarda  Kürdistan’a giderek gözlemlerde bulundum. İnsanlar kendi öz kültürü ile yaşıyor, kendisine yetiyordu. Toplumsal projeleri vardı. Kadınlara destek amaçlı politik ve ekonomik projeler hayata geçiriliyordu. Belediyelerde eşit temsiliyet perspektifi ile sosyal, toplumsal projeler uygulanıyordu. Sorun bunların ötesinde daha kompleks. İktidar, ‘Kürtler aslında devletsiz de yaşayabiliyor’u görünce sürece müdahale etti, durdurdu. Bu kez savaşın, şiddetin dozajını daha da tırmandırarak yürüttü. Şehir savaşlarında (özyönetim direnişleri) yüzlerce genç şehit düştü, binlerce insan evsiz kaldı. Hak ihlalleri, işkence, katliamlar yoğunca yaşandı. Bu durumdan dolayı birçoğu ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Türkiye cephesinde de ‘darbe’ söylemi ile akademisyen, gazeteci ve muhalif kesimlere ciddi baskılar oldu, kitlesel tutuklamalar yaşandı ve bu kesimler ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Bu yurtdışına akışın ilk duraklarından biri de Yunanistan…” Beja, bu geçiş sürecinin büyük risk ve hayati tehlike barındırdığını hatırlatıyor ve ekliyor: “İnsanların illegal olarak sınırları, akar suları geçmesi gerekiyor. Bu bazen ölümle sonuçlanıyor. Çünkü hem akarsularda/denizde boğulma riski var hem de askerlere yakalanma riski… Maddi bir külfet de gerekiyor. Arada kaçakçılar, arabulucular oluyor.”

Pushback metodu yaygınca uygulanıyor

Yunanistan’a ulaşmayı başaranlar açısından zorlu koşulların bitmediğini aktaran Beja, Yunanistan ve AB ülkelerinin etkin uyguladığı pushback (geri itme) ve farklı caydırıcı uygulamalara dikkat çekiyor: “Yunanistan’a ulaşan birçok insan rahatlıyor ama Yunanistan da aslında pek güvenilir değil. Avrupa ve Yunanistan’ın göç politikaları, sınır ve duvar politikaları var. Pushback metodu yaygınca uygulanıyor mesela. Polis ve illegal çete grupları giriş yapan kişi veya gruplara karşı harekete geçiyor ve sert müdahalelerde bulunuyor. Resmiyette statüsü olmayan kimi karakol ve noktalar var. Mülteciler buralarda aç ve susuz bırakılıyor. İnsanlık dışı koşullarda tutuluyorlar. Bu yerlerin kendisi bile başlı başına işkencehane gibi. Sonra ise birçoğu sınırdan geri gönderiliyor. Kimilerini bir tır’ın içine koyup nefessiz bırakıyor, coplarla saldırdıktan sonra sınır dışı ediyorlar. Mültecilerin Avrupa’ya ulaşmak istediği tüm ülke sınırlarında bu pushback uygulaması sistematik olarak uygulanıyor. Buna dair ‘Border violence monitoring network’ (Sınırdaki şiddeti izleme ağı) adlı kuruluşa yoğunca raporlar/bilgiler ulaşıyor. Çünkü bu uygulama (Pushback) illegal bir durum. İnsanların (ilgili uluslararası ve devlet yasalarında yer alan) iltica başvurusu hakkı engelleniyor. İnsanların geliş nedenlerine dair ilk ifadeleri bile hiç alınmadan geri gönderiliyor -Ki geri gidiş birçoğu açısından hayati risk barındırsa bile-. Geri gönderilirken de çok sayıda insan botlara bindirilmekte. Aslında bir nevi ölüme gönderilmekte ve bu bir suç!”

Mültecilere “burada istenmiyorsun” mesajı veriliyor

Yunanistan’da gönderilmeyip kalabilenler açısından da tehlikenin devam ettiği bilgisini paylaşan Beja Protner, ilerleyen sürece ilişkin şu detayları aktarıyor: “İnsanların iltica başvurusu yapması bazen uzun bir süreyi alıyor. İltica başvurusu yapıldıktan sonra da bir mülakat yapılıyor. Ve bu mülakat tarihinin netleşmesi bazen yılları alıyor. Tanıştığım bir arkadaş vardı. 2018’de başvuru yapmış. İlk ifadesi için 8 yıl sonrası (2026) tarihi verilmiş. İlk mülakattan önce kısmi sağlık hakları oluyor ama dil sorunundan dolayı erişilemiyor. Yine aylık çok cüzi (120 euro dolayında) maddi yardım alınabiliniyor. Ciddi barınma sorunu yaşanıyor. İnsanlar ayrı bir eve çıkamıyor, sayıca kalabalık olan mekanlarda kalmak zorunda kalıyor. Sokaklarda/açık alanlarda kalanlar var. Bu alanlardan biri de Viktoria Meydanı. İnsanlar  yerlere halı gibi bir şey atıp kuru betonlar üzerinde yatıyor. Mülteciler için kapıları açık olan ‘işgal evleri’ var. Bunlar da hükümet tarafından kapatılmak isteniyor.  Tüm bunlar mülteci akışını durdurmak için caydırıcı bir politika olarak uygulanıyor. Ama insan haklarına aykırı bir muamele. İşlemlerin yavaş olması, yasa dışı olması, güvenliksiz ve güvencesiz yürümesi mültecilere “burada istenmiyorsun” mesajıdır. Bunu sadece Yunanistan değil, Balkan ülkeleri, İtalya ve daha birçok ülke yapıyor. İnsanlar güvenli bir yer bulamıyor. Bundan dolayı Yunanistan’da birikiyor. AB’nin mültecilerin Türkiye’de kalması için imzaladığı anlaşmalar var, aktardığı mali fonlar var.  Yunanistan da bu anlaşmalara dahil oluyor. Yunanistan’da iktidara gelen Yeni Demokrasi (Néa Dimokratía/ND) göç/iltica politikasını daha da sertleştiriyor.  Önümüzdeki süreçte kapatılacağı belirtilen BM kampları kısmen daha ‘insani’…  Ama Yunanistan devlet kamplarında özellikle de izole ada kamplarında ciddi boyutlarda hak ihlalleri yaşanıyor. Örneğin bin kişilik kamplarda 8 bin kişi tutuluyor. Çürümüş yemekler veriliyor. Her aileye sadece bir şişe su veriliyor. Hijyen sıfır. Bu tür yerler özellikle de çocuklar ve kadınlar açısından çok riskli. Orada da yaşam mücadelesi devam ediyor. Geri gönderilmek istendikleri için o adalardan çıkmaları yasak.. Kapalı hapishane gibi. Kaçacak bir yer de yok zaten. Bu kapalı ve travmatik ortamlarda yaşamak çok zor. Kadınlar açısından daha da zor. Birçok kadın cinsel şiddete maruz kalmakta, fuhuşa zorlanmakta…”

“Yığın” veya “bela” muamelesi yapılmakta

Beja, Türkiye ve Avrupa’ya nazaran Yunan toplumunda hala mevcut olan sol bilinçten kaynaklı hak savunucularının mülteciler ile dayanışma içerisinde olduğunu, ama devlet politikasından güç alan bir kesimin ise ırkçı saldırılar gerçekleştirdiği bilgisini paylaşıyor: “Devlet mültecileri insan olarak görmüyor;  “yığın” veya “bela” muamelesi yapıyor ve bunun üzerinden söylem ve politika geliştiriyor. Bu söylemlerle hareket eden kimi ırkçı gruplar  adalarda mültecilere saldırılar gerçekleştirdi.”

Tüm bu süreçlerin çocuklar açısından tam bir kabus olduğunu aktaran Beja şu yorumu yapıyor:

“Çocuklar bu travmatik durumlarla nasıl yaşayacak bilemiyorum. Uzun zaman yaşam korkusu taşıyacaklar. Travma ilk kaçış nedeni ile başlıyor. Yine zorlu ve riskli yol süreci var. Örneğin Afganistan’dan Yunanistan’a ulaşmak bazen yıllar alıyor. Çocuklar bu yıllar içerisinde çalışmak zorunda kalıyor, eğitim alamıyor, cinsel, fiziki veya psikolojik şiddete maruz kalıyor. Yetişkinler açısından bile çok zor olan bu süreç çocukların hayatında bir boşluğa ve derin travmalara neden olabiliyor.”

“Mülteci krizi” tanımı düzeltilmeli

Avrupa ve hegamon devletlerin sömürge politikalarının yoğun mültecilik akışının nedeni olduğunun altını çizen Beja, “mülteci krizi” tanımının düzeltilmesi gerektiğini vurguluyor:

“Devletler önce insanların emeğini sömürüp yaşamlarını alt-üst ediyor sonra da ülkeden çıkmalarını engelliyor. Avrupa’da şöyle bir sorun var; Kriz savaşın kendisidir, ekonomik sorunlarıdır, anti-demokratik rejimlerdir, tüm bunların nedeni mülteciler değildir. Siyasetin dili de bu söylem üzeri kurulu. ‘Bir virüs, bir hastalık, bir tehlike, bir yük geliyor’ gibi bir algı yaratılıyor.  Oysa insanlar hem ekonomik, hem politik hem sosyal açılardan sadece güvenli bir yer arıyor.”

Beja son olarak, bir yere yerleşememenin tüm hayatı etkilediğini hatırlatarak, ülkelerini terk etmek zorunda kalan ve mülteci statüsüne giren insanların gittikleri yerlerde daha güçlü örgütlenmeleri ve kendilerini savunmaları gerektiğinin altını çiziyor.