Özsavunma haktır

971 views

Sistematik şiddet ve cinsel saldırıya maruz kalan, buna karşı özsavunma geliştiren birçok kadın erkek yargının şiddet ve adaletsizliği ile yüz yüze. Kadın kurumu temsilcileri, Şule Çet’in ölümüne neden olan fail erkekler hakkında görülen davada da olduğu gibi manipülasyonlarla sanıkların aklanmaya çalışıldığını belirtiyor. Yine katil ve tecavüz faillerine ‘iyi hal’ ve ‘tahrik indirimi’ yapıldığını, Türkiye Anayasası’nda ‘meşru müdafaa’ hakkı yer almasına rağmen kendini savunan kadınların yargı tarafından adeta cezalandırıldığını aktarıyorlar.

Kadın kurumu temsicileri, devletin erkeklikle derin bir işbirliği içinde olduğu kanısında. Yine yargıyı, iktidarını sürdürmek isteyen erkek devletin bir organı olarak tanımlayarak, devletin, kadınları ‘ailenin bir parçası’ olarak konumlandırarak kendi iktidarlarını güçlendirdiğini düşünüyor.

‘Türkiye’de yargı ile erkeklik dayanışma içinde’

Şule Çet Adalet Komisyonundan Hivda Selen, yargının ‘erkeklik’ ile bir dayanışma içinde olduğunu belirterek, kadına saygı duyan, öğretilmiş erkek profilinin dışına çıkan erkekleri de kabul etmediğini söyledi. Savcının, Şule’nin babasına ‘kızının orada ne işi vardı?’ şeklindeki sorusunun bunun en iyi kanıtı olduğunu belirtti. Nevin Yıldırım, Namme Öztürk, İpek Tuncer, Çilem Doğan davalarını örnek gösteren Hivda, “Çilem savunmasında ‘Kocam olsaydı bir kravat takardı, belki benim yandan güldüğüm ve parkta çekilmiş bir fotoğrafımı getirip ‘namusumu temizledim’ deseydi onu iyi hal indirimiyle, namus meselesi diye serbest bırakırdınız’ diyerek bunu açıkça dile getirdi. İşte bu yüzden kadının mutfaktan çıkmasını, hayatın herhangi bir alanında özneleşmesini istemeyen erkek egemenliği, kadının kendi haklarına, kendi hayatına sahip çıkmasını da istemiyor” dedi.

‘Söz konusu kadınlarsa yargı acele kararlar alabiliyor’

Kadın cinayeti davalarına yakından bakıldığında öz savunma yapan kadınların yerinde erkeklerin olması halinde yargının eşit karar alamayacağını dile getiren Hivda, Nevin Yıldırım’a verilen müebbet cezasını işaret etti. Hivda, Şule Çet’e tecavüz eden sonra da katleden Çağatay Aksu ve Berk Akand’ın yargının erkeklikle olan dayanışmasından dolayı 3 ay serbest kaldığını hatırlatarak, dosyanın intihar denilerek kapatılmaya çalışıldığını, fakat kadınların tepkisi sayesinde tutuklu yargılanmaya başlandığını aktardı.

‘Caydırıcı yöntemler yerine şiddetin sistematize edilmesi sağlanıyor’

Mor Dayanışma’dan Deniz Uslu da, Türkiye’nin kadın katliamları, kadına yönelik şiddet ve istismar vakalarında Avrupa ülkeleri arasında ilk sırada olduğunu hatırlatarak; Türkiye’de yargının, şiddetin ve istismarın sistematize olmaması için caydırıcı yöntemler kullanması gerekirken durumu körüklemeye uğraştığını belirtti. Öz savunmada yani meşru müdafaada bulunan kadınların adaletin iki yüzü ile karşılaşmasının kadınların önünü kapatma girişimi olarak da değerlendirilebileceğini söyleyen Deniz; “Yani tecavüze uğra, şiddete baskıya maruz kal ama sesini çıkarma mesajının bir başka versiyonu olabilir bu cezalar. Dolayısıyla bizim -elbette ölmemeyi ve öldürmemeyi savunarak- öz savunma yapmak zorunda kalan kadınları sahiplenmemiz gerekir. Onlar tutuklu ya da hükümlüyken mücadelelerini devam ettirmeliyiz.” şeklinde konuştu.

‘Uluslararası sözleşmeler yok hükmünde’

Kadına yönelik şiddetin, kadınların emeklerini ve bedenlerini baskı altına almak ve denetlemenin doğrudan aracı olduğunu söyleyen İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi Kadın Komisyonu üyesi Ayşenur Kizaroğlu; şiddetin en uç noktası olan cinayet ve tecavüzlerin münferit, eğitimsizlik, sapıklık veya kültürel değil sistematik ve erkek egemenliğinin kendisi olduğunu belirtti. Yine kadın hareketlerinin, feministlerin, demokrasi güçlerinin çabasıyla kabul ettirilen kadına yönelik şiddete karşı oluşturulan uluslararası sözleşmelerin uygulamada yok hükmünde olduğunu belirtti. Ayşenur, “Adli tabibinden polisine, savcısından hakimine yargıda yer alan tüm aktörlerdeki cinsiyetçi anlayış, cinsiyetçi rolleri gereği kadını koruyan yasaların erişimine engel teşkil ediyor. Evde karısını döven bir polisin, şiddet uygulayan bir erkeğin koruma kararı infazında görev alabilmesi ne kadar sağlıklı olabilir?” diye sordu.

‘Devlet kadını aile kurumunda tutmak için şiddeti meşrulaştırıyor’

Yine devletin korumasında olduğu halde devletin korumadığı kadınlar, kendini korumaya kalktığında ya da sırf tecavüzden, sistematik eziyetten kendini korumak için faili ya da saldırganı öldürdüğünde kadının cezalandırıldığını da sözlerine ekledi.

Ayşenur, “Devletin kadınları ancak aile kurumunda ise makbul gördüğünü, her türlü eziyet, taciz ve tecavüz olsa da aile kurumunun sürdürülmesinin kendi iktidarını sürdürmek için bir zorunluluk olarak görmekte. Dinle meşrulaştırılan katı bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği çerçevesinin dayatıldığı bir toplumda kadının kendi hayatının sahibi olma çabası, kendi hayatına sahip çıkma çabası meşrudur. Erkek devlet bu meşruluğu cezalandırmaktadır. Kadının kendi hayatına sahip çıkma çabası, erkek egemen devleti oluşturan ‘külli iradeyi’ sorgulayacak, sarsacaktır. Yargı da bu konuda üstüne düşeni yapmakta. Eziyet ederek öldürülen kadının katiline her türden indirimi uygulamakta. Kendi hayatının sahibi olmaya çalıştığı için meşru müdafaa hakkını kullanan kadına ise üst sınırdan indirim uygulanmaksızın ceza vermektedir” dedi.

Patriarkanın oyununu bozan az’

“Özsavunma yapan bu kadınların yerinde  erkekler olsaydı yargının yaklaşımı aynı olur muydu? Yargının yaklaşımı A veya B şahsında ‘erkekliği’, devleti, ‘aile reisliği’ni korumaya dönük bir çaba mı?” sorularını yanıtlayan feminist avukat ve Prof. Dr. Öykü Didem Aydın konuya ilişkin şunları belirtti: “Tabii ki öyle bir çaba. Eşleri olsaydı bence öyle karar vermezlerdi. Nasıl ki hakimler ev sahibi olduktan sonra kiracılar aleyhine içtihatlar arttı deniyor, hakim erkekse ve erilse vereceği karar da ona göre olabiliyor. Tabii bunu sadece hakime bağlamamak gerekir, bir hakim toplumunun ürünüdür. Kanun, kim kanunu yapıyorsa onun eseridir. TBMM’nde kaç tane kadın vekil var? Patriarkanın oyununu bozan az. Patriarka aynı zamanda heteronormatif ve seksist düzenle de bağlantılı.”

‘Kadınlar ibret olsun diye şiddetle cezalandırılıyor’ 

Artan kadına yönelik şiddete karşı, kadınların kendi yaşamını savunmasına verilen hapis cezalarına değinen Öykü, “Şiddet gördüğünüzde buna karşı kendinizi koruyabilmeniz daha önce karşı koymayı öğrenmiş olmanıza bağlı. Haksızlığa karşı ‘dur’ dediğinizde size bedel ödetilmemiş olmalı. Ama nasıl ki erkek çocuklara ‘aslanım, kaplanım iyi ki vurdun iyi ki kırdın’ deniliyor, kız çocuklarına munislik öğretiliyor. Şimdi bu tırnak içindeki ‘munis’lik yalanını, boyun eğme kültürünü kıran kadınlar da şiddetle cezalandırılıyor ki kimse sesini çıkarmasın, şiddete katlansın. Şu da var: Şiddete şiddetle yanıt vermemem için başvurabileceğim bir mercii olmalı. Konu komşu, aile, eş dost, kolluk gücü, yargı erki; yani tüm sosyal kontrol mekanizmaları ile birlikte hukuki kontrol mekanizmaları işletilmeli. Bunlar işletilmiyorsa ne olacak? Yalnız kalacağım demektir. Bu şiddete katlanmak zorunda mıyım? Bir çıkış yok mudur? İşte bu kadınlar da bu çıkışsızlık içinde bu tırnak içindeki suçları işliyorlar. Başını kesip köy meydanına atıyorsa, herhalde bu kadın ‘seri katil’ değil, bir tacizle karşılaşmış uzun süredir, çıkışı yok, kimsesiz, deyim yerindeyse ‘çıldırmış’ ve ‘çıldırtılmış’. Kadınları bu şekilde çıldırtan bir sistemin ‘neden çıldırdın’ diye soramaması lazım” ifadelerini kullandı. 

Cinsiyet eşitliğini tam olarak sağlayacak programlar lazım’

Toplumsal cinsiyet açısından nasıl bir perspektif gerektiği noktasına da dikkat çeken Öykü, konuşmasına şöyle devam etti: “Toplumsal cinsiyet oyunu bozulmalı, kurulmuş tezgahlar dağıtılmalı, bunu en başta kadınların kendilerinin vereceği mücadeleler yıkacaktır. Sömürü düzeni cinsiyetler-üstü değil, erkek sıfırdan bile kadına üstün kabul ediliyor. Kadına atfedilen üstünlükler bile onun değil erkek egemen düzenin işine yarayan üstünlükler! O zaman sorunun cinsiyet eşitsizliğinde olduğunu, eril sistemde, patriarkada olduğunu görmeliyiz. Efendim işsizdi, efendim şu mahalledeydi, efendim şuydu buydu ile olmuyor, cinsiyet eşitliğini tam olarak sağlayacak programlar lazım.”