RETE Jin: demokratik kadın konfederalizmi fikrinden ilham alıyor

- Newaya Jin
301 views
2018’de İtalya’da kurulan ve şuan ülkenin birçok bölgesinde varlık gösteren RETE Jin ağı, patriyarkal sistemi alt etmenin özsavunma ve örgütlenmeden geçtiği perspektifi ile çalışmalarını yürütmekte. Kısa, orta ve uzun vadeli hedefleri bulunan ağ’ın, demokratik konfederalizmin değerlerine ve pratiklerine dayanan yeni yaşam modelini kendi alanlarına da uyarlama arayışında. Oluşumun örgütlenme esasları, çalışma metodları ve hedeflerini RETE Jin üyesi Camilla Z. ile konuştuk.

RETE Jin ağı ne zaman ve hangi ihtiyaç üzerinden kuruldu? Örgütlenme şemasına dair neler söylenebilir?

RETE Jin 2018 yılında Frankfurt’ta düzenlenen ‘Revolution in the Making’ (Yapım Aşamasındaki Devrim) buluşmasından sonra kuruldu. O dönemde Kuzeydoğu Suriye’deki devrim, özellikle DAİŞ’e karşı sürdürülen savaş nedeniyle medyada oldukça yer almaktaydı. Özerk yönetim ve kadın özgürlük teorisi ve pratiği üzerine genel vurgu yapan birçok tartışma yapılmaktaydı. Bu buluşmadan sonra, bir grup olarak İtalya’da Kürt kadın hareketiyle ilişki içinde bir ağ kurmak için çalışmaya başladık. RETE Jin bünyesinde 30 kadın bir araya gelmekte ve Milan, Roma ve Floransa’nın da aralarında olduğu İtalya’nın bazı büyük şehirlerinde varlık göstermektedir. RETE Jin, birçok kadının bir araya geldikten ya da devrim ve demokratik konfederalizmden haberdar olduktan sonra kendilerini bu direniş perspektifi ve paradigmalarıyla özdeşleştirmeleri sayesinde kuruldu. Kadınlar olarak patriyarkal sistemi alt etmenin tek yolu, sadece baskıyı sona erdirmede üzerimize düşeni yapmak değil, demokratik konfederalizmin değerlerine ve pratiklerine dayanan yeni bir yaşamı kendi yaşadığımız alanlarda kurmak için de, kendimizi eğitmek ve öz savunmayı pratiğe koymaktan geçiyor. Bu ağ İtalya’nın her yerinden kadınları tartışmak, araştırmak ve örgütlenmek için bir araya getirmenin ve diğer kadın hareketlerinin deneyimlerinden öğrenmenin bir yolu. Bu nedenle daha çok kadını aramıza katılmaya davet ediyoruz. Sadece bir arada olarak baskıyı sona erdirebilir ve özgür bir hayat yaşayabiliriz. RETE Jin ulusal düzeyde düzenli aralıklarla bir araya gelen bir meclis aracılığıyla örgütlenmekte. Her bölgede bir ya da iki sorumlu bulunmakta. Ağa dahil olan kadınların sayısının diğer yerlere göre biraz daha fazla olduğu Milan’da haftalık toplantılar düzenlemekteyiz ve belirli aralıklarla değişen iki sorumlu bulunmakta. RETE Jin feminist, ekoloji grupları, sendikalar, üniversite ögrenci birlikleri ile ilişki içindedir. Kürt halkı ve kadınlarıyla bağlantılı olan tek grup biz değiliz. Fiilen İtalya’da bir Jineolojî Komitesi, RETE Kurdistan ve UIKI (İtalya Kürdistan Enformasyon Ofisi) de faaliyet göstermekte. Bizim çalışmalarımız kadın hareketinin diplomatik ilişkilerini yürütmeye odaklı olarak gerçekleşmekte. Bazılarımız Jineolojî alanında üstlenirken diğerleri basın ve çeviri işlerinde, uluslararası kampanyalarda, eğitim ve etkinlik gibi çalışmalarda yer almaktadır.

RETE Jin’ın çalışma kapsamı nedir, ne tür proje ve hedefleri öncelemekte?

Çalışmalarımızı kısa, orta ve uzun vadeli hedefler çerçevesinde düzenlemekteyiz. Şu an bunları şekillendirmeyi hedeflediğimiz iki paralel hat bulunmakta. İlk olarak, kendi içimizdeki çalışmalara ve buna bağlı olarak sistem karşıtı kadınlar olarak kendimizi çözümlemeye, yeniden inşa etmeye ve güçlendirmeye odaklanmaktayız. Bunun bilincini oluşturmaya çalışmaktayız. İkincil olarak daha çok kadınla buluşmak ve içimize dahil edebilmek için dışarıyla ilişki bağları kurmaya çalışmaktayız. Demokratik konfederalizm sistemini İtalya’nın tarihine ve bağlamına uygun olarak nasıl inşa edilebileceğimiz üzerine araştırmalar yapmaktayız. Bizler, kendilerini ve direnişlerini paradigmayla ortaklaşan noktalarda tanımlayan, ekoloji, faşizm ve ırkçılık karşıtı gruplar, LGBTQIA+, sendikalar vb. bütün gruplar ve bireylerle bağlantı kurmayı hedeflemekteyiz. Kısa dönem hedeflere değinecek olursak, birkaç hafta içinde ulusal düzeyde bir toplantı düzenleyeceğiz. Ayrıca İtalya’ya gelecek olan Zapatista kadınlarıyla bir buluşma düzenlemeyi hedeflemekteyiz. Orta vadede ise farklı şehirler ve bölgelerdeki varlığımızı güçlendirmek ve daha iyi yapılandırmak istiyoruz. Ayrıca, ulusal düzeyde yerel kadınlara yönelik bir dizi eğitim düzenleyebilmek için kendimizi eğitmeye ve özgürlük paradigması hakkındaki bilgimizi arttırmaya odaklanmaktayız. Uzun vadede, kendi problemleri ve çelişkileriyle ancak ahlaki değerlerini yeniden kazanmakta olan, kadınların özgürlüğüne ve toplumun örgütlenmesine olanak tanıyan kurumsal yapısı ile kendi toplumumuzda demokratik konfederalizmin inşası için çözüm yolları geliştirmeye/üretmeye ve uygulamaya koyabilecek düzeye ulaşmak büyük bir başarı olurdu.

Dünya genelinde günlük olarak onlarca kadın erkek/devlet şiddeti sonucu öldürülüyor. Bunu engellemeye dönük herhangi bir girişiminiz var mı? Size göre dünya kadın hareketleri bu konuda nasıl bir mücadele metodunu esas almalı?

İtalya’da patriyarkal zihniyet, kültürümüz, yaşam tarzımız ve insani ilişkilerimizde kemikleşmiş durumda ve erkek şiddeti ifadesini birçok farklı biçimde bulmakta. Öte yandan bu konuda iki hat üzerinden ilerlemeli. Elbette küresel hareketlerin kadın özgürleşmesi, özerklik ve öz örgütlenme üzerine düşünmeye başlaması ya da bu yolda devam etmesi oldukça gerekli. Özgürlüğe sadece kadınların kendi değerlerini, zekasını, gücünü ve birliğini yeniden keşfetmelerine olanak tanıyacak, öz savunmayı, özerk örgütlenmeleri ve yapıları geliştiren süreçler sonucunda ulaşılabilir. Diğer yandan, erkeklerin kendi içlerindeki baskıcı patriyarkal erkekliği öldürme ve dönüştürmenin önemini anlamaları temel bir gereklilik. Özgür bir toplum, toplumun diğer yarısı patriyarkaya karşı direnişi bizlerle birlikte ele almadığı sürece mümkün değil. Erkekler ciddi bir çaba göstermedikçe patriyarkayı ortadan kaldırmak bir ‘kadın meselesi’ olarak kalmaya devam edecektir. Paradigma bu nedenle de çekici: Bu kadınlar ve erkekler arasında bir muhalefet değil, herkesin özgürlüğü için bir çözüm yolu. Eğer daha çok erkek zehirli erkekliğin yarattığı zihniyetin dışında özgürlüğün ve yaşamanın keyfinin farkına varabilirse, onlar da direnişe katılacaklardır.

Diktatörlük deneyimi yaşamış bir ülke olarak şuan Türkiye’deki Erdoğan diktatörlüğüne dair neler söyleyebilirsiniz. Onu durdurmak için ne yapmalı?

Çok doğru, evet İtalya bir dönem diktatörlüğü yaşadı. Bu, belki böylesi bir rejim altında var olabilecek dinamikleri ve durumları anlamamızı sağlayabilir. Erdoğan bugüne kadar birçok kez bir diktatör olduğunu kanıtladı. O ve AKP, insanlığa karşı işlenen binlerce suçun sorumlusu; AB, NATO ve üye ülkeler Erdoğan yönetimine göz yumduğu sürece durumun iyiye gitmesi zor olacak. Uluslararası düzeyde ülkeler Türkiye’ye yaptırım uygulayabilir ve yapmalıdırlar da. Türkiye’nin saldırıları, işgalciliği ve şiddeti durdurulmalı. Bunun için harekete geçmelidirler. Ama devletlerarası resmi diplomasi bizim tek ve ana hedefimiz olamaz, çünkü ulus devletler hiçbir zaman gerçek demokratik bir çözüm arayışında olmayacak, tersine varlık gösterdikleri her yerde kendilerini ve ulus devlet modelini dayatacaklardır. Nitekim İtalya da iki yüzlü politik bir tutum takınmakta. Bir yandan Türkiye’nin insan hakları ihlallerini kınayan münferit açıklamalar yaparken aynı zamanda hükümet Türkiye ile ticari ilişkilerini hiçbir zaman durdurmadı, özellikle de silah ticaretini. Demokratik-sosyal gruplar, örgütler ve partiler kendi aralarında ve ülkeler arasında faşizme karşı birbirlerine güç verecek daha sıkı bağlar kurmalılar. “100 Reasons” (100 Neden) ve “Boycott Turkey” (Türkiye’yi Boykot et) gibi kampanyalar daha çok insana ulaşmak bu anlamda bireyleri, vatandaşları, tüketicileri, gazetecileri ve turistleri bilinçlendirmek, Türkiye’ye karşı tavır almaya teşvik etmek için yararlı yöntemler ve çalışmalardır. Bununla birlikte, diktatörlüğe karşı direnişin en temel unsuru insanların öz örgütlenmesidir. Kim bir bölgenin ihtiyaçlarını, problemlerini ve kaynaklarını orada yaşayan insanlardan daha iyi bilebilir?Bizler yerel toplulukların ve nüfusun kendilerini yönetebilmesi için gerekli koşulları sağlamak adına elimizden geleni yapmalıyız. Çünkü insanlar kendi kimliklerini keşfetmek ve örgütlemekle özgürlüğün farkındalığını yaşarlar. Böyle olursa diktatörlükleri durdurmak mümkün olabilir.

Erdoğan açıktan DAIŞ’e destek vererek savaş suçları işledi, ama ilgili evrensel hukuk mekanizmaları sessiz kaldı. Bu sessizlik bize neyi anlatıyor?

Avrupalı’lar, DAİŞ saldırıları kendi ‘barışçıl’ kıtalarında baş gösterince korktular. Sol partiler Charlie Hebdo bayrakları sallarken, sağ partiler İslamofobik önerilerini hayata geçirebilmek için insanların korkularından faydalandılar. Avrupa’da ana akım medyada yüzeysel tartışmalar döndü ve liberal insanlar durumu anlamaktan çok normal, barışçıl hayatlarına dönmeyi ister hale getirildi. DAİŞ askeri olarak yenildiğinde insanlar artık bu konu üzerine düşünmek istemediler ve Kuzeybatı Suriye’den gelen haberler yeniden, “buradan” kilometrelerce uzakta, “Orta Doğu Sorunları” olarak ele alınmaya başlandı. Televizyon haberleri ve medya bakışlarını tamamen başka yere çevirdi. Üstelik geliştirmek istedikleri sessizlik ulus devletlerin tam da bu konuda konuşmama istemi ve mümkün olan en kısa sürede, bu bölgede ilerleyen süreci sessizleştirmesiyle bağlantılıdır. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin varlığı var olan sosyal sistem için bir tehlike unsuru çünkü paradigma ile önerilen alternatif tüm alanlarda ve toplumun içindeki hegemonik güç yapılanmalarında -ulusal devletlerden, çok uluslu şirketlere ve dini kurumlara- bir krize yol açacaktır. Bunun net örneklerinden biri özellikle DAİŞ’e katılan ve AB vatandaşlığı olan çete birey ve gruplar için kurulacak uluslararası bir mahkeme önerisi konusundaki sessizlik gösterilebilir. Sessizlik sadece bir durum değil, bir irade ve gücü elinde bulunduranların tercihidir. Bu nedenle tam tersi şekilde davranmanın, konuşmanın, paylaşmanın ideolojik içeriğini yaşam felsefesini ve paradigamasını yaymanın bizim görevimiz olduğunu düşünüyoruz.

Son olarak, 22 yıldır ağır izolasyon koşullarında tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğüne dair  herhangi bir çalışma veya girişiminiz var mı? 

Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü önemli ve esas bir nokta elbette. İtalya devleti, kendisinin kaçırılması sürecinde kritik bir rol oynadı ve buna karşın İtalya’nın sorumluluk almasının vakti geldi. Öcalan’ın Kenya’ya gitmesinin hemen ardından, İtalya kendisine siyasi iltica hakkı tanıdı ve bu hak halen geçerli. İtalya devleti yıllardır insan haklarının savunulmasını destekledi ve birçok anlaşmaya imza attı; ancak işin gerçeği hiçbir zaman tutarlı bir tutum göstermedi. Bununla birlikte birçok grup ve birey, RETE Jin’de dahil, “The Time Has Come” (Zamanı Geldi) kampanyasını imzaladı. Elbette Abdullah Öcalan’ın tutuklanmasının oldukça sembolik olduğunun farkındayız. Yaşadığı tecrit onun ve sözlerinin dünyanın her yerinde insanlar için taşıdığı anlam ile ilgili. O özgürlüğüne kavuşana dek mücadeleye devam edeceğiz.

Çeviri: Ceren EGE