Rüzgar nereden eserse

- KAKTÜS
636 views

Eskiden derlerdi ki, “bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıptır!” Şimdilerde ise “Öğrenmemek ayıp değil, bilmemek ayıp!” olmuş. Çok şükür, insanlık olarak “enformasyon” çağındayız da öğrenmeden biliyoruz. Yoksa kim uğraşacaktı “ayıp” kısmıyla… Öğrenmemek bir tarafa da bu ayıp işi hakikatten zor. Neyse ki onu da atlattık. Artık utanacak, ayıplanacak bir durum da kalmadı. Çünkü ne öyle bir yüz ve ne de astar var artık. Zaten astar da yırtık-pırtık olmuştu. Hep böyle utanıyormuş yaması yapmaktan kimisine bıkkınlık gelmişti. Neyse ki komple yırtıldı da kurtulduk.

Zaten her şeyi biliyoruz. Öğrenmek, öğretmek, öğretilmekten öteyiz şimdilerde.

Çağımız “enformasyon çağı” zaten. Enformasyon nedir peki? Bana sor, bana. Ben biliyorum. Yani şimdi enformasyon dediğiniz şey var ya, hani o enformasyon… Ooo, öyle çok anlamı var ki, hangisini desem? Bakın mesela kimi diyor enformasyon demek; gidip birilerine danışmak demektir. Kimisi de haber almak, haber vermek yani iki köy arasındaki uçurumda haberleşmektir avazının çıktığı kadar.  Hatta denilebilir ki eskiden çoğu ses sanatçısının doğma biçimidir enformasyon. Öyle o yayladan, o tepeden öbürüne bağırdın mı, ses bir açılır bir açılır sormayın gitsin. Bir de bakmışsınız yeni bir yıldız doğmuş, üstüne bir de yanık bir ses… Böyle ciğerinizi yakar ha!.. Zaten enformasyon ya da information denilen şey 21. Yüzyıla da  böyle bağır-çağır geldi. Bir informa olduk bir informa olduk sormayın gitsin. Hatta bazılarının paçasından ukalalık, seviyesizlik, çapsızlık akıyor. Hani o derece “bilme”lerdeyiz yani… Sorun, bilmediği bir şey varsa, taş kesilsin!

Memleketi kaplayan cehalet

Hişt, okuyucu! Hey sana diyorum değerli okuyucu! Ben böyle yazıyorum da, siz okuyor musunuz? Hay Allah sizi cahile konuk yapmasın. Ayıplara gelesiniz inşallah! Star sizi çok “bilen”den korusun! Hadi ben sinirlendim, böyle yazıyorum. Ama siz de hiç sormuyorsunuz “senin derdin ne?” Bi sor ya, bi sor! Millet dorneyi tarlaya tohum ekmek için kullanıyor, devlet, toplumlar arası nifak ekmek için kullanıyor. Buna rağmen de milleti devlet yönetiyor. De gel de kafayı kazıtıp dövme yaptırma?!? Kazıttığın saçı toplayıp isyan bayrağı diye dalgalandırma. Bakmayın canım öyle, az evvel enseden gözlere kadar dövme yapan bir adama rastladım. Dedim, “Akla gel akla… Star aşkına! İçerdeki fazla gelmiş, dışa taşmış.” Ama hakikat bu mudur? Belki de içi boştu, dışarıdan doldurmak istemiştir. Nereden bileceğiz? Olamaz mı yani? Olabilir tabi?!?

Fakat mesele şu ki, memleketi kaplayan cehalet büyük bir sefalet yaratmış. Bazen düşünüyorum, hakikatten bu kadar sefil nereden çıktı? Hangi ara türedi? Artık “insan oluyoruz” derken, bu yaratık, yaratıklaşma hali nedir? Ya bir cümlede aynı anda nasıl ırkçı, cinsiyetçi, dinci ve milliyetçi olabiliyorsun? Bu nasıl bir sefilliktir? Biri mikrofonu uzatmış soruyor; “Sizce ezan Türkçe okunmalı mı?” Cevaplar akıllıya hasretlik çektiriyor. “Hayır, olmaz. Ezan hiç Kürtçe olur mu ya? Olmaz!” Artık o kafa nasıl çalışıyorsa algı hemen ötekileştiriyor durumu. Spiker ısrarla ezanın Arapça okunduğunu söylemesine ve Türkçe okumalı mı demesine rağmen, adamlar bildikleri ve bindikleri daldan inmeyerek, ezanın zaten Türkçe okunduğunu iddia ediyor ve “ezan Türkçe yazısıyla okunuyor, Ne diyor, bismillah… Allahû…” diyor, gerisi gelmiyor. Daha doğrusu getiremiyor. Çünkü bilmiyor. Hatta bilmediği şeyin bile bilgisini vererek bir üste çıkmaya çalışıyor. İlla üstün olacak ya! Taş kesilesin inşallah! Bir de kadını ezercesine, cahil ilan edip, “sizin yanlışınız var. Ezan kesinlikle Türkçe” deyip hızla uzaklaşıyor. Ya Star! Bu nasıl bir beyindir? 30 saniyede karnındaki tüm zehri ortalığa saçtı. Kürtçe’de böylelerine “Zik reş” derler. Sizi gidi sefil, zik reşler sizi… Tanrım ya, bir büyüklük göster. Bir çarp yaa, bir çarp artık! Senin ne kadar kudretli olduğunu anlatmaktan yorulduk.

“Bilen susarsa, bilmeyen konuşur” 

Ya adam tarih öğretmenidir, piramitlerin hakikatten çalındığına inanıp, bir de nasıl çalınmış olabileceğinin şemasını çiziyor. Eee ben ne diyeyim şimdi? İnsanın beyni yoksa dışarıdan ne kadar içeriye beyin sokmaya çalışırsan çalış girmez. Çünkü tüm hareketler, filizlenmeler içeriden dışarıya doğru olur. Dışarıdan içeriye ancak hava basabilirsiniz. Malum hava bu, uçar. Hava uçucudur, “rüzgar nereden eserse”ne bakar. Nitekim memlekette öyle olmuş. Rüzgar nereden eserse kafa öte yana yatıyor. İçinde bir şey yok ya, sallan ha sallan… Sonra da oturup düşünüyorsun, memleket nasıl bu hale geldi diye? Gelir tabi, “bilen susarsa, bilmeyen konuşur” demişler. Bence bilmeyen takla bile atar. Nitekim atıyor da… Lakin suç onlarda değil, suç ‘İmam’da. ‘İmam’ os.r…a cemaat ülkeyi hela sandı. Ama size bir şey diyeyim mi, olan gelecekteki insana oldu. Neden mi? Bu çağa bakıp, bilginin onlara gökten yağacağını sanacaklar. Ben ona yanıyorum!?! Fakat her şeye rağmen umut var. Ne demişler: “Değişim ancak içeriden açılabilen bir kapıdır.” Bir zahmet biri kapıyı açsın. Zaten sinirlerim zıplamış tavana bir de adabı bozmayayım. De haydi, Star aşkına! Kapı nerde? Hele bir ışık tut şuraya, aydınlık gelsin..!