Sahi mültecilere ne oldu?

- Site varsayılanı
594 views

-Bu satırların yazıldığı saatlerde içersinde hamile kadınların, çocukların da olduğu 600 mülteciyi taşıyan gemi Akdeniz’de karaya çıkacak bir liman arıyor. ‘Yolcular’ın aleyhine işleyen bu arayışın her dakikası ölüm tehlikesine biraz daha yakınlaştırıyor onları. Malta, İspanya, İtalya arasında pinpon topu gibi gidip gelmeye devam eden gemi en son dümeni İspanya’ya doğru kırıyor. ‘Modern’, ‘Evrensel İnsan Hakları’na sahip Avrupa için ne büyük utanç! Yıllardır şahitlik ettiğimiz benzer insanlık trajedileri, dünya için adrenalin yükselten seyirlik aksiyon filmine dönüşmüş durumda adeta.

2015 yılından beri yazılı ve görsel basında mülteci ve göçmen kavramları çok sık kullanılır oldu. Bilinçli ya da bilinçsiz bu her iki kavram çoğu zaman eşit anlamlarda kullanılmakta. Oysa uluslararası hukukta mülteci tanımı; “Mülteci ait olduğu ülkede siyasi kimliği, düşünceleri, inancı veya kimliğinden dolayı baskı altında olan, savaş sebebi ile güven içinde yaşama imkanı olmayan, vatandaşı olduğu devlet tarafından korunmadığı için ülkesinden kaçmak zorunda kalan kişilerdir.” diye ifade edilmekte.

Göçmen ise; “Ekonomik sebeplerden, eğitim amaçlı ve aile birleşimi gibi nedenlerle başka ülkelere gönüllü giden kişiler.” olarak tarif edilmekte.

Bu iki farklı kavram birbirine karıştırıldığından, savaş ve siyasi nedenlerden dolayı ülkesini terk etmek durumunda kalan mültecilere kimi zaman ekonomik nedenlerle ülke değiştirenler gözüyle bakılmakta. Mülteciler savaş ve ülkelerindeki baskılardan kaçan mağdurlar değil de, Avrupa’nın imkanlarından faydalanmak için gelen ve yerlilerin iş imkanlarını ellerinden alacak olan ‘yabancılar’ muamelesi görmekte.

Bu yol ‘kurtuluş’a çıkar mı? 

AYDIN, TURKEY - JANUARY 22: Turkish Coast Guard personnel throwBu makalenin de konusu olan Suriye’deki savaştan kaçan mültecilerin yaşadıkları sorunları irdelemeyi, kurtuluş olarak gördükleri Avrupa ülkelerine akın eden yüzbinlerce kişi Avrupa’da umduklarını bulabildi mi? sorusu ile başlayalım.

Savaş cehenneminden kendilerini korumak, çocuklarına mutlu bir gelecek umuduyla ülkelerini terk eden yüzbinlerce mülteci, ‘umuda giden yolculuk’ta onlarca kez ölüm ile yüz yüze geliyor. Yaşamını yitiren binlercesinin doğduğu topraklara sadece cenazesi geri gitti, kiminin ise cenazesi bile bulunamadı.

Çocuklarına sarılmış cansız anne bedenlerinin deniz yüzeyindeki görüntüleri, sahile vurmuş çocuk bedenleri medyanın reyting ve tiraj malzemesi oldu sadece. 2 Eylül 2015’te Bodrum açıklarında sahile vuran Alan Kurdî anne ve kardeşi ile Ege’nin dehlizlerinde can verdiğinde henüz 3 yaşındaydı. ‘Umuda giden yolculuk’ ölüm, parçalanmış hayatlar, kırıklığa uğrayan hayaller ile sonuçlanmıştı çoğu için.

2015’ten itibaren Suriye’deki iç savaşın giderek yayılması ile beraber, Avrupa sınırlarına dayanan yüzbinlerce kişi ile Avrupa’da mülteci krizi de başlamış oldu. Suriye’deki savaşta direk veya indirekt rolleri olan Avrupa ülkeleri nurtopu gibi yeni bir sorun ile karşı karşıya kaldı.

Türkiye ise, mülteciler kozu üzerinden Avrupa ile pazarlığa girerek fıtratında olduğu gibi insan hayatı üzerinden kazanç devşirmeye çalıştı. Avrupa Birliği tarafından ‘Mülteciler Anlaşması’ gereği mültecilere ayrılan ve Türkiye’ye aktarılan fonun yüzde on’u bile mültecilerin ihtiyaçlarına harcanmadı.

Türkiye Suriye, Afgan ve Irak’lı mültecilerin Avrupa’ya geçişinde köprü rolü oynuyor.

2016 verilerine göre 180 bin mülteci Suriye ve Nigerya’dan Türkiye üzerinden deniz yolu ile Avrupa’ya ulaştı. Resmi verilere göre; 2015’te 3700, 2016’da ise 4500 kişi bu yolculuk esnasında yaşamını yitirdi.

Suçlu kim?

PENABERYaşanan deneyimlerden görüyoruz ki Avrupa’nın mültecilik sorununu çözmek için uzun vadeli bir planı yok. Verilen çabalar deniz yüzeyine çıkan cansız bedenleri kendi sınırlarından ırak tutma gayesinin ötesine geçmemekte. Sınırları aşmayı başaran birçok mülteci ise sefalet, kötü muamele, taciz, açlık gibi hak ihlallerine maruz kalabiliyor.

Birçok ülke mültecileri, iç politikada güvenlik ve sosyal hakların kısıtlanması, aşırı sağ ve ırkçılığın yükselişinin bahanesi yapıyor.

Avrupa Konseyi ( Europese Raad) 2015 yılında mülteci akımını engellemek için kimi kararlar aldı. AK’nin bu kararları ile yetinmeyen kimi AB üyesi ülkeler bir takım yeni kararlara daha gitti. Bazı ülkeler sınırlarını yeniden tel örgüler ile kapattı. Kimi ülkeler ise katı yasa değişikliklerine giderek ülkeyi mültecilere fiili olarak kapatmış oldu.

Bütün bunlar yaşanırken, Avrupa ülkelerinin desteği ve katkısı ile Ortadoğu ve Afrika gibi kimi ülkelerde savaşlar gittikçe derinleşiyor, binlerce yeni mülteci ülkelerini terk ederek yollara revan oluyor.

Bu trajedi karşısında sorulması gereken soru; ‘suçlu, kaçmak zorunda olanlar mı, yoksa kaçmalarına neden olarak yaratılan koşullar mı? Şu bir gerçek ki; ulus-devletler arasında yürütülen ideolojik, ekonomik ve siyasi çıkarlar uğruna körüklenen savaşlar zorunlu mülteciliğin asıl sebebi. Avrupa kamuoyu kendi devletlerinin hegemonik savaş politikalarını sorgulayıp karşı çıkmadığı müddetçe mültecilik akını devam edecek ve onların yaşadığı her trajedinin suç ortağı olacağız.

Kadın ve çocuk mülteciler 

SURIYELI MULTECILERSavaşlarda; insan hayatı kadar, doğa, yerleşim yerleri, tarihi kalıntılar, hayvanlar da zarar görüp mağdur olur. Savaş kadar mültecilik de toplumun her kesimini etkilese de, en çok da kadın ve çocuk yaşamlarını vurur. ‘Umut yolu’nda en çok da onlar kötü muamelelere maruz kalır.

BM’nin son yıllardaki raporları kadın ve çocuk mülteciliğindeki artışı gözler önüne sermekte. En çok da kadınlar savaşın şiddetinden, taciz, tecavüz, köleleştirme, toplumsal/politik baskı ve kadın haklarının olmayışından dolayı yönünü Batı’ya vermekte.

Onlar henüz savaş trajedisi ve yol travmasını üzerlerinden atmazken, ulaştıkları ülkelerde dil, kültür ve sosyalite farkının yarattığı zorluklar ile yüz yüze gelmekte. Bir Suriyeli mülteci ülkesinden çıktıktan ortalama 1-2 yıl sonra herhangi bir Avrupa ülkesine ulaşabiliyor. Ülkelerinde yitirdiklerinin acısı, geride bıraktıklarına özlem, tanıklığını yaptıkları şiddet; geldikleri ülkelerde karşılaştıkları dışlanmışlık, horlanma, barınma sorunu, temel ihtiyaçların karşılanamaması, eğitim imkanının olmayışı gibi sorunlar zamanlar psikolojik sorunlara, korku, kaygı, panik, güvensizlik ve depresyona götürmekte. Psikolojik olarak yaşanan bu sorunlar zamanla fiziksel sağlık sorunlarına evrilmekte.

Onları Avrupa’da bekleyen diğer bir sorun ise ekonomik sorundur. Ülkelerinde edindikleri iş tecrübeleri ve diplomalarının geçersizliği, yine dil bilmemekten dolayı mesleki seviyelerinin çok altında angarya işlerde düşük ücrete çalıştırılmaktalar. Mülteciler daha fazla kar sağlamayı amaçlayan birçok çevre için yeni sömürü alanına dönüştü.

Alan, Mawda ve diğerleri…

IRAQ-UNREST-YAZIDISYükselen aşırı ırkçılık ve yabancı düşmanlığından dolayı mülteciler çoğu ülkede dıştalanılıp zaman zaman saldırıya maruz kaldılar. Almanya, Hollanda, Avustralya gibi kimi ülkelerde ‘mültecileri istemiyoruz’ türünden gösteriler düzenlendi. Çoğu kez ülke sınırlarında saldırı ve hakaretlere maruz kaldılar.

Hollanda’da mülteci Kürt bir ailenin kız çocuğu ırkçı Türkler’in saldırısına uğradı. Yine Belçika’da Kürt bir ailenin 2 yaşındaki çocukları Mawda Shawri polis kurşunu ile öldürüldü. Bu trajik kava örneklerini çoğaltmak mümkün.

Avrupa Konseyi- Lanzarote komitesinin, mülteci krizinden etkilenen çocuklar için yürüttüğü, cinsel istismara karşı mücadele ve koruma yolları raporuna göre, çocuklar için en büyük tehlikenin cinsel istismar olduğu tespiti yer alıyor. Türkiye’de Suriyeli mültecilerin kaldığı kamplarda çocuklara yönelik pek çok istismar olayı basına yansımıştı. Çocuklar bu çileli yolculukta sadece devlet ve insan tacirleri tarafından değil, bizzat aileleri tarafından da çocuk yaşta evlendirme, fuhuşa zorlama, gündelik işlerde çalıştırılma gibi şiddet yöntemlerine maruz kalabiliyor.

‘Mülteciler sorunu’ elbette ki sadece devletleri ilgilendiren bir sorun değil. Onları kucaklama, yaralarını sardıracak destek eli uzatmak kadar, mülteciliklerine sebep olan devletlerin savaş politikalarına karşı daha yüksek sesle karşı çıkma görevi hepimizin.