Sakine’nin öyküsü özgürlüğün öğretisi

- Nagihan AKARSEL
437 views
Yalın olan derindir. Hayat hissi verir. Coşkulu bir tefekküre, berrak bir tinselliğe çağırır. Çünkü yalın olan hayatın öğretisi, oluşun diyalektiğidir. Olmaktır. An-anlam-anlamak diyalektiğinde sezgilerle zamanda yol almak, hayatı kurmaktır. Hayatı doğru kuranlar “olmak” fiilinin anlamını en iyi bilenlerdir. Çünkü an’ı özgürlük öğretisine kurar, anlamı, evreni anlama arayışına kaydederler. Kalbi ve akli paradigmanın bütünlüğünde olmaktır tek telaşları…

Sakine Cansız’ın (Sara heval’in) öyküsü de öyle. Çok sade… Coşkulu, berrak, hayat dolu… Bir o kadar da asi, asil ve kavgalı… Yaşamının diyalektiğindeki bütünlük özgürlüğün öğretisidir. Toprağın, kadının, inancın, emeğin öyküsü. Cins, sınıf, ulus ve inanç çelişkisine çözüm arayan sade bir devrimcinin öyküsü ya da… Bu yüzden Onu yazmak tahakküm altında olan kimlikleri ve onların direnişini yazmaktır. Çünkü Sakine’nin öyküsü, köklerine yabancılaşmış insanın yeniden kökleri üzerinde yeşermesi, kırımdan geçen toprağının öfkesi,  zemheride doğmanın anlam gücü, öze bağlı kalmanın öyküsüdür. Kendisi olmayı başardığı için Sakine’nin öyküsü hepimizin öyküsüdür. “Nehirler denizlere doğru akarken kaynaklarına hep bağlı kalırlar” çünkü… Rêber Abdullah Öcalan’ın dediği gibi, “Sakine’nin mücadelesi özgürlük çizgisidir”.

Hatıra sayacında biriken anlamlar

Bu nedenle ince ince renklerin ışık dokularına dokunmak gibi özgürlüğün öyküsünü anlatmak… Hatıra sayacında biriken anlamların geleceğe akışını hissetmek… Hakikatin anlam katmanlarında aşkı, bilgeliği ve özgürlüğü aramak… Bu, düşünsel çaba kadar ruhsal çaba, yani aşk işi. Aşk koşulsuz inanç, katışıksız sevgi, karşılıksız bağlılık demek. Sakine’nin öyküsü hakikatle ilişkilenmenin engin bilgeliğini barındıran ve kanaya kanaya oluşan bir aşk… Dünyaya etik ve estetik değerlerle başkaldırmanın yaşam duruşu… Sakine’nin öyküsü sükunetle kainatın nabzında özgürce atmanın kavgasıdır… Ve bu kavga bu yolda yürüyen her devrimcinin pusulasıdır… Oluşu Dersim’in yaraları ile başlar… Annesi ve babası Dersim katliamının çocukları… Dillerinde sessiz bir ağıt… Gözlerinde uzak bir özlem… Öfke ve korkuya mekan olan yüreklerinde ağu kaynatan tarifsiz bir acı… Acıyla başetme yöntemleri ise katliama dair her anlatıdan sonra gelen akıllı olun öğütleri. Ancak toprağın da ruhu vardı. Ve Sakine küçük yaşlarda Besêler’den Beritanlar’a uçurumlarda yankılanan sesi hissediyor. Seyit Rızalar’dan Yılmaz Dersimler’e taşınan bu ruhun manifestosuna yüreğini sürüyor.

Oluş sürecinde ikinci durak

Oluş sürecinde ikinci durağı ise Kürt olmak… Kışla lojmanlarına taşındıklarında annesinin Kürtçe konuşması karşısında yaşadığı utanma duygusu. Ve bunu hisseden annenin, “Kürtlükten utanma” nasihatı… Öfkelerine rağmen yaşamlarına egemen olan korkunun başedemediği bir bilinç… Her şeye rağmen hayatın damarlarında samimi bir şekilde akan bir kaynak oluyor sonra. Lice’nin Fis köyünde Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin kuruculuğuna uzanan… Munzur nehrinin Harçik nehri ile birleştiği yerde doğan Xızır gölü, yüksek bir dağın zirvesinde olan Düzgün baba ziyareti, o ziyarete giderken geçilen dut ağaçlarının görkemine kaynak olan çeşmeler, kayalıktan sızan su birikintisinin toplandığı Hıniye Xaskar yani Haskar çeşmesi inancının kaynakları… Felsefesini doğadan alan Alevilik inancını kendinde anlama kavuşturma gücü… “Xızır vo” dualarında hep bir özgürlük dileği…

Duruşuyla kadına güç, erkeğe ölçü verir

Ve sol teori ile tanıştığı ’68’li yıllar… Yeni bir yaşam tarzına, paradigma değişimine ihtiyacın ilk hissedildiği zamanlar… Duygu ve düşünce bütünlüğünde emeğin, kimliğin, kadın özgürlüğünün gençlerin öncülüğünde yol aradığı bir su yatağı… Protestolara katılmaktan, yoldaşlarını korumaktan, devrimci ruhunu güçlendirmekten bir an bile yılmadığı zamanlar… Fabrikada işçi kadınlar ile katıldığı grev, ilk cezaevi pratiği bu döneme denk gelir. Ve hem cellatlara hem işbirlikçiliğe başkaldıran Leyla Qasım… Düşmana, “Ben bu yola girmedim, ben bu yolda doğdum” diyen Leyla’dan çok etkilenir. Kürt kadınının köleliğini ancak mücadele ederek aşacağına dair iddiası güçlenir. Ve Sakine Leyla’nın yolunda yol olur. Özgürlüğünden alıkoyacak her tür gelenekselliğe isyan ederek akar… Tarihi, tercihleri ile kendisinde toplayan bir öncüdür… Kadın özgürlüğüne en zor yerden, gelenekselliğin en çok tahrip ettiği duygular dünyasından başlar… Cesurdur. Çünkü düşüncelerine, duygularına ket vuran köleliği kabul etmez. Çok ince bir şekilde ruhuna sızan geleneksel duygular ile mücadele eder… Duruşuyla kadına güç, erkeğe ölçü verir. “Bir kadın beni kaba erkekliğimden utandırdı” dedirten etik ve estetik bilinci sunar.

‘Yaşamın anlamı, bitimsiz bir akışın kendisidir’

Bu oluş, bu akış devrimin Önderliği Rêber Abdullah Öcalan ile özgür kadın öncülüğünün buluşmasıdır. Lice’nin Fis köyünde Kürdistan İşçi Partisi PKK’nin kurucu üyesi olmasıdır. “Kadının Ulusal Kurtuluş Mücadelesindeki Yeri ve Önemi” başlıklı ilk belgeyi hazırlamasıdır. Kadın devrimciliğini toplumsallaştırmasıdır. Ulusal kurtuluş ve kadın kurtuluş mücadelesini bütünleştirmesi, yerel ile evrensel arasındaki bağın kurulmasıdır. Zindanlarda eşi görülmemiş direniştir.  Düşmanına, “Sakine Cansız’ın Esat Oktay’ın işkencelerine boyun eğmediğini duyduğumda PKK’nin yenilmeyeceğini anladım” dedirten bir iradedir. “Gördüğüm işkenceler karşısında ‘ah’ demeye utandım” diyen bir bilinçtir. Besêler’den Beritanlar’a düşmanın eline geçmemek için kendini uçurumlara vuran iradenin ordulaşmasıdır. Zilan’ın Dersim’de bedeniyle yazdığı anlamlı yaşam manifestosunun partileşmesidir. Konfederal sistem ile toplumsallaşan özgüçtür. Şehit Helin Dersim’in jineolojî yoğunlaşmalarında belirttiği gibi, “Sara hevalin yaşamı özgür kadının tarihidir”. Akrebi aşka, yelkovanı özgürlüğe kurulu olan yaşamına -Fidan ve Leyla yoldaşlarıyla birlikte Paris’te kapitalist modernitenin başkentinde- kastedildiğinde unuttukları bir şey vardı: Sakine hevalin mücadelesi çoktan özgürlük ruhunu kazanmıştı. Kendisinin Hep Kavgaydı Yaşamım kitabında dediği gibi, ‘Yaşamın anlamı, soluk alıp verişlerin, yürek atışlarının, bir ideale yol alışın, bitimsiz bir akışın kendisi olduğu gerçeğindedir. Yoksa o duyuşların yüceliği anlaşılmaz”…