Sömürgecinin Sureti

- Deniz ÇINAR
569 views

TURKEY-KURDS-UNRESTJohn Berger, “Emperyalizmin Sureti” adlı makalesinde, Che Guevara’nın Higueras köyü yakınlarında bir çatışmada öldüğünü kanıtlamak için 10 Ekim 1967 Salı günü dünyaya servis edilen ceset fotoğrafının imgesel anlamını ele alır. Berger, “10 Ekim’de yayınlanan fotoğraftan amaç bir efsaneye son vermektir” der. Çünkü Che yaşarken bir efsaneye, bir mite dönüşmüştür; görünmezdir, yeri bilinmez olandır ama her yerde hazır ve nazır bir duruma gelmiştir. Berger, Che’nin cenazesine yapılanların ise Che’nin eline düştüğü kişilerin kafa yapısı hakkında fikir verdiğini yazar. Che’nin cenazesi önce saklanır, sonra sergilenir, sonra bilinmeyen bir yerde adsız bir mezara gömülür, sonra gömüldüğü yerden çıkarılıp yakılır ama yakılmadan önce teşhis edilebilsin diye parmakları kesilip saklanır. Berger’e göre teşhis için parmakların kesilip saklanması, eline düştüğü kişilerin onun cesedinden korktuğunu gösterir. Che’nin yukarıdan bedenini izler şekilde yerleştirilen cesedinin fotoğraflanmasındaki amaçlardan biri de ölüye ders vermektir.

Devlet Cizre’yi sergiliyor

Aynı şekilde bugün Cizre sergileniyor. Her ne kadar mahallelerde, evlerine dönen halkı yıldırmak için zırhlı araçlarla ‘turlayan’ polisler, yıkımı görüntülemek isteyen gazetecileri göstermelik olarak bir süreliğine alıkoyup yıkıntı halindeki binaların önünde “İnsanların özel hayatını ihlal etmeye utanmıyor musunuz?” gibi kendilerince dalga geçen sorularla gazetecileri sorgulasalar da herkesin ilk andan itibaren idrak ettiği gerçek çok açık: Devlet, Cizre’de ‘eserini’ sergiliyor.

 Cizre Halk Meclisi Eş Başkanı Mehmet Tunç ile arkadaşlarının katledildiği ve cenazelerin bir kısmı çıkarıldıktan sonra bulunduğu beş katlı bina yerle bir edilen ikinci bodrum dışında diğer iki bodruma her gün yüzlerce insan girip çıkıyor. Bunların arasında çok sayıda çocuk da var. Delillerin korunması için Cizre Belediyesi ekipleri, yasağın kısmen kaldırıldığı ilk gün vahşet bodrumlarının etrafını güvenlik şeridiyle çevirdiği halde polislerin şeritleri hemen kaldırmasının arkasında nasıl bir niyet aramak gerekir? Mesele sadece suç mahallinin açık bırakılarak bu yolla delillerin yok edilmesi olsaydı devletin delil karartmada ne kadar ustalıklı çalıştığını ve buna hiç ihtiyaç duymayacağını herkes biliyor. Öyleyse yakılıp yıkılan mahallelerin ve bodrumların halkın ziyaretine açık tutulmasının, görüntülerin servis edilmesinin ve buna izin verilmesinin nedeni vahşeti sergilemek dışında başka ne olabilir? Hiç kuşku yok ki bundan yaklaşık 50 yıl önce Che’nin fotoğrafını servis eden ve cenazesine işkence eden aynı kafa yapısıyla karşı karşıyayız. Cizre’nin sergilenen halinde devletin “ne kadar gaddarlaşabileceğinin” yanı sıra başka bir şeyi görüyoruz: Sömürgecinin suretini.

hkr-30-10-15-gever-ozgur-yasam13İnsan için katlanılamaz olanı değiştirmek

Tekrar makaleye dönecek olursak Berger, Che’nin ölümü üzerine yorum yapanların esas yanılgısının, onun sadece askerlik becerisi veya devrimci stratejiyi temsil ettiğini sanmak olduğunu yazıyor. “Bu nedenle onlar bir terslikten veya yenilgiden söz ettiler” yazan Berger, Che’nin bundan daha öte bir şeyi, bir kararı ve sonucu temsil ettiğini vurguluyor. Berger özetle şöyle yazıyor: “Guevara’ya dünyanın içinde bulunduğu durum katlanılamaz geliyordu. (…) Önceleri emperyalizm ucuz hammadde, emek sömürüsü ve denetlenebilir bir dünya pazarı istiyordu. Bugünse hiçbir değeri olmayan insanlık istiyor. Guevara kendi ölümünü, bu emperyalizme karşı verilen devrimci savaşın içinde önceden gördü. (…) Guevara’nın önceden gördüğü ölümü, dünyanın bu katlanılamaz koşullarını kabul ederse kendi yaşamının ne kadar anlamsız olacağının ölçüsünü sunuyordu. Önceden gördüğü ölümü, dünyayı değiştirme zorunluluğunun da ölçüsünü sunuyordu ona. (…) Guevara insan için katlanılamaz olanı anladı ve ona göre davrandı.”

 Berger, Che’nin ceset fotoğrafının emperyalistlerin amacının ötesinde bu gerçekliği gösterdiğini yazıyor. Cizre’de katledilenler de kendi ölümlerini önceden görmüştü. Mehmet Tunç’un son konuşmalarında kendi ölümünü gören insanlara özgü bir karar, bir direniş azmi vardı. Çünkü direnmemek, sömürgecinin onlardan talep ettiği hiçbir değeri olmayan insana dönüşmek, yaşamın anlamsızlaşması olacaktı; bu da ölmekti.

 Çokça yazılıyor direniş, çoğu salt ölümün güzellemesinde takılı kalıyor. Katliamı yazmak ise yazarı, Hannah Arendt’in uyardığı gibi, ya nihilizm ya da gerçekliği olmayan bir barışseverlik tuzağına düşürüyor. Ölümü, amacını karartacak şekilde güzellemek sadece vicdanları aklar, diğer taraftan nihilizme savrulmak veya gerçeklikten yoksun barışseverliğe başvurmak de hakikati karartır. Bu tuzaklara düşmek yerine Cizre’de direnenlerin dünyayı neden katlanılamaz bulduklarını, neden katlanılamaz olanı değiştirmek için ölümü bile göze aldıklarını unutmamak gerekiyor.

Halkı köleleştiren adımlar 

Cizre’de yıkılan, yakılan, bodrumlarda insanların vahşice katledildiği mahalleler özyönetimin ilan edildiği mahallelerdi. Dört mahallede – Cudi, Sur, Yasef ve Nur – ilçenin yoksulları yaşıyor/yaşıyordu. İlçede varlıklı kesimlerin “gundiler” diye aşağıladığı, geçinmek için inşaatlarda, geçici işlerde veya ilçenin ve yakın şehirlerin varlıklı kesimlerinin hizmetinde hiçbir güvenceleri olmadan çalışan insanlar… Çifte bir sömürünün nesnesi olan, sadece devlet denilen aygıtın siyasal ve ekonomik sömürüsünün değil, kendi toplumları içinde de sınıf farkı nedeniyle ekonomik olarak sömürülen insanlar… Onlar bunu değiştirmek için yola çıktı, “hiçbir değeri olmayan” insanlara dönüşmek yerine kendi kendilerini yönetmeyi tercih ettiler.mrd-13-01-16-nusaybin-kadinlar-barikat-insa-ediyor4

Devlet şimdi, onları ağır şekilde yendiğini göstermek için Cizre’deki ölümleri sergiliyor. Devlet, ölenlerin, onların ardıllarının ve “bir film izler gibi katliamı izleyen” halkın, vahşetten “ibret aldığına” ikna olana kadar Cizre’yi sergiledikten sonra Silopi’de olduğu gibi yıktığı mahallelere inşaat şirketleriyle girecek. Direnişin ve vahşetin izleri tamamen silinerek mahalleler ikinci kez yıkılacak. Hükümetin Sur’a dair yaptığı açıklamalardan anlaşılan o ki evi yıkılanlara, devletin belirlediği oranda kredi verilecek, böylece halk devlete borçlandırılarak köleleştirilecek ve bankalar aracılığıyla her adımı denetlenebilir bir alana çekilecek. Amacın bu olduğu açık ama şu soru sorulmadı: Sur’da, Silopi’de, Cizre’de “kentsel dönüşüm” planı devreye girerse yerinden yurdundan edilen mahallelinin yıkılan evlerinin yerine devlet eliyle yapılacağı açığa çıkan konutlarda kim oturacak? İnşaat şirketleri, yıkılan mahallelere girdiğinde bu inşaatlarda kim çalışacak?

 Cizre artık direnişin ölçüsüdür

Dışarıdan halk ithal edilemeyeceğine göre devletin zihin yapısı ve sömürge stratejisine göre birinci sorunun yanıtının varlıklı Kürtler, ikincisinin ise “gundiler” denilen yoksul Kürtler olduğunu tahmin etmek zor değil. Vahşet bodrumları hâlâ sergilenirken bu cevaplara kalanlar “asla” diye itiraz edilecektir ama tarih bize totalitarizmin nasıl işlediğine dair ipuçları verir. Hannah Arendt, ‘Totalitarizmin Kaynakları’ adlı kapsamlı eserinde buna değinir: “Bugünlerde totaliter hükümetlerin özelliği haline gelmiş çoğu şey, ancak tarih 6Edjn3aIaraştırmasından sonra çok iyi bilinebilir. Neredeyse her zaman saldırganlık savaşları olmuştur; zaferden sonra yenilen halkların katledilmesi, Romalıların parcere subjectis’i (mağlup olanın canını bağışlamak) yürürlüğe koyarak yatıştırmaya çalıştığı şey de dahil olmak üzere kontrolsüz bir biçimde uygulandı; yerli halkların yüzlerce yıl boyunca yok edilmesi, Amerika, Avustralya ve Afrika’nın sömürgeleştirilmesiyle el birliği içinde gerçekleşti; kölelik insanlığın en eski kurumlarından birisidir ve eski çağların imparatorlukları, kamu binalarını diken devlet malı kölelerin emeğine dayanıyordu.”

 Bugün devletin sureti, Arendt’in gösterdiği tarihin aynasında yansıyor. Katledebildiklerini katleden devlet, “canını bağışladıklarını” da köleleştirmek için bu kez mahallelere asker ve polisle değil, sömürgeci yöntemlerle girmeye hazırlanıyor. Ama unutmamak gerekir; Cizre, halkı köleleştiren sömürgeci sisteme bir itirazdı. Askeri bir strateji ve yenilgi olarak değerlendirmek de bu nedenle eksik kalıyor. Cizre’de açığa çıkan, halkın verdiği karar ve sonuçtu. El birliği içinde “gundilerin” mahkûm edildiği katlanılmaz dünyaya karşı çıkıştı. Direnenler, yola çıkarken kendi ölümlerini önceden görmüştü ve bu ölümü önceden görme hali onlara “dünyayı değiştirme zorunluluğunun da ölçüsünü sunuyordu.” Onların bıraktığı miras ise direnişin ölçüsüdür artık.