‘Topluluk olmadan gerçek özgürlük olamaz’

- Fidan YILDIRIM
620 views

 “Kendisini “hem kadınların sürekliliği’nin bir parçası ve hem de kendi içinde seslerin bir konseri” olarak tanımlayan feminist aktivist Audre Lorde, toplumsallığın yaratılmadan, gerçek özgürlüğün de olmayacağına inanmıştır. 

Audre Lorde 2

Şair, yazar, denemeci, feminist ve aktivist Audre Lorde, Afrika kökenli bir Amerikalıydı. 18 Şubat 1934’de New York’da doğdu. Anne ve babası Karayip adaları Barbados ve Carriacou’dan New York’a gelmiş mültecilerdi. Lorde’ın anne tarafından ataları melez, babası ise siyahiydi. Üç kızkardeşin en küçüğü olan Audre ileri derecede miyoptu. Annesinin atalarının yurduna dair hikayeleri ile büyüdü. Dört yaşındayken okuma ve yazmayı öğrendi. İlk şiirini sekizinci sınıftayken yazdı.

Asıl adı Audrey Geraldine Lorde idi. Ama daha çocukken ilk ismindeki -y- harfini atmış; adını Audre Lorde yapmıştı. Daha sonraki bir yazısında, her iki ismin -e- ile bitmesindeki sanatsal simetrinin kendisi için daha önemli olduğu şeklinde açıklamıştı bu değişikliği.

Lise eğitimini tamamladıktan ve en yakın arkadaşının ölüm acısını yaşadıktan sonra Audre, evinden ayrılarak ailesinden koptu. 1954-59 yılları arasında Hunter College’de ‘Kütüphane Bilimi’ okuyarak üniversite mezunu derecesiyle okulunu bitirdi.

1954 yılında Meksika Ulusal Üniversitesi’nde bir yıl misafir öğrencilik yaptı. Bu süreçte lezbiyen ve şair kişiliği netleşti. New York’a döndüğünde kolejde kütüphaneci olarak çalışmaya başladı. Aynı zamanda yazmayı sürdürüyor ve eşcinsel kültürün aktif bir katılımcısına dönüşmüş bulunuyordu.

‘Herşeyin kendine ait hayatı var’

Audre Lorde yaşamının 14 yılını kanserle savaşarak geçirdi. Önce 1978’de göğüs kanseri teşhisi kondu. Altı yıl sonra ise karaciğer kanserine yakalandı. Kanser teşhisinden sonra yaşamı ve yazıları üzerinde daha fazla yoğunlaşmayı seçti. “The Cancer Journals” adıyla kanser üzerine bir kitap yazdı. Kitap 1981 yılında Amerikan Kütüphane Birliği’nin Eşcinsel komitesi tarafından ‘Yılın Kitabı’ ödülüne layık görüldü. Hakkında “Hayatta Kalmak İçin Bir Ayin: Audre Lorde’ın Yaşamı ve Eserleri” adıyla bir film belgeseli hazırlandı. Belgeselde, “Geride bıraktığım herşeyin kendine ait hayatı var” diyordu Lorde. Bu sözlerini şöyle açıklamıştı: “Bunu şiir için söyledim; çocuklar için söyledim. Aslında bir bakıma bunu tam olarak neysem onun için söylüyorum.”

Lorde 17 Kasım 1992’de Gloria I. Joseph ile yaşamakta olduğu St. Croix’de karaciğer kanserinden yaşamını yitirdi. Öldüğünde 58 yaşındaydı. Kendini “siyahi, lezbiyen, anne, savaşçı, şair” olarak tanımlıyordu Lorde. Ölümünden önce bir Afrika isim töreniyle ‘Gambda Adisa’ (anlamını bilinir kılan savaşçı) adını aldı.

‘Siyahiliği şiirin kemiklerine işledi’

Audre Lorde’ın şiirleri kitap olarak basılmanın yanısıra yabancı antolojilerde ve siyahilerin edebi magazinlerinde de kendisine yer buldu. Yaşamı boyunca sivil hakların kazanılması mücadelesinde, savaş karşıtı eylemliliklerde ve feminist harekette aktif yer aldı. İlk şiir kitabı “The First Cities” 1968 yılında basıldı. Şair ve eleştirmen Dudley Randall, Lorde’ın şiirlerini şöyle değerlendirmişti: “O, siyahilerin bayrağını dalgalandırmıyor fakat onun siyahiliği orada, -şiirin- kemiklerine işlemiş halde.”

Şiirlerinin ikinci cildi “Cables to Rage” 1970 yılında çıktı. Şiirler daha çok aşk, ihanet, çocukluk ve çocuk büyütmenin zorlukları üzerineydi. Daha sonraki kitaplarında lezbiyen ve eşcinsel hakları ile feminizmi savunmak ön plandaydı. 1980 yılında Barbara Smith ve Cherrie Moraga ile birlikte “Mutfak Masası: Renkli Basın Kadınları” adıyla siyah kadınlar için ABD”nin ilk basımevini kurdular.

‘Kadınların sürekliliğinin bir parçası’

Lorde, şiirlerinde ve yazılarında tartışmalarını yalnızca kadın grupları arasındaki farklılıklar üzerinde değil bireylerin iç farklılıklarından kaynaklanan çelişkiler üzerinde de derinleştirdi. “Parçası olduğum gruplardaki diğer herkes gibi tanımlanıyorum” diyordu. “Yabancı, hem güçlülük hem de zayıflık demek. Yine de, topluluk olmadan gerçekten özgürlük olamaz, gelecek olamaz, yalnızca en savunmasız ve geçici  ateşkes olabilir benimle beni ezenler arasında.” Kendisini hem ‘kadınların sürekliliği’nin bir parçası ve hem de kendi içinde ‘seslerin bir konseri’ olarak tanımlıyordu. Kişiliğindeki çok kültürlülük ve çok cinslilik eserlerine de yansıyor; her kültür kendi özgüllüğünü yitirmeden diğerleri içinde eriyerek bir bütünlüğe varıyordu. Lorde hem sosyal ve hem de edebi olarak kendisinin bir kalıba sokulmasını kabul etmiyordu.

Audre Lorde kendisini bir “lezbiyen, anne, savaşçı ve şair” olarak tanımlıyor; bu mesajı da şiirleri yoluyla veriyordu. Temel amacı, siyahileri ve lezbiyenleri güçlendirmek ve herkesi kendi derisi içinde rahat etmesi için cesaretlendirmekti. Yaptığı röportajlar ve çok çeşitli kesimlere hitaben yaptığı konuşmalar “Yabancı Kızkardeş: Denemeler ve Konuşmalar” adıyla kitaplaştırıldı. Kitap, Avrupa- Amerika geleneklerine bir meydan okuma niteliğindeydi.

Audre Portrait Lesung 10

‘Farklılıklar bilinmeli ama yargılanmamalı’

Lorde 1960’ların feministlerini daha çok beyaz orta-sınıf kadınlarının deneyimleri ve değerleri üzerinde yoğunlaşmakla eleştirdi. Feministlerin kadınları erkekler karşısında tek bir yapı olarak ele almalarına karşın Lorde, kadın kategorisinin birçok alt bölüme ayrıldığını ifade ediyor; yazılarını “farklılıkların teorisi”ne dayandırıyordu. Kadın deneyimlerini sınıf, ırk, yaş, cins ve hatta sağlık durumu temelinde ele almak gerektiğini savunuyordu. Cins farklılığının tüm dikkatlerin yoğunlaştığı konu olmasına karşın diğer konuların da irdelenmesi gerektiğini savunuyordu. Yine, farklılığının bilinmesini ancak yargılanmamasını istiyor; genel bir ‘kadın’ kategorisi içine konulmak istemiyordu. Bu teori bugün “intersectionality” (kesişmecilik) olarak tanımlanmaktadır.

Kadınlar arasındaki farklılıkların çeşitli olduğunu savunmakla beraber, esas olarak ırk ve cinsellik üzerinde yoğunlaşmıştır. 1960’larda “siyahi, feminist ve lezbiyen olmanın üç kat görünmez olmak anlamına geldiğini” ifade etmiştir. Feminist harekette beyazların tecrübeleri esas alındığından; siyahilerin tecrübelerinin marjinalleştirildiğini, lezbiyenlerin -özellikle de siyahi lezbiyenlerin- deneyimlerinin göz ardı edildiğini savunmuştur. Beyaz feministleri ırkçılıkla suçlaması onlar tarafından tepkiyle karşılanmasına ve dıştalanmasına yol açmıştır. O ise bu anlayışlarla mücadele etmekten geri adım atmamıştır.

Fidan Yıldırım