Toplumsal çözüm paradigması

- Zerya GÜL
543 views
Demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigmanın çağın temel sorunlarına çözüm olma iddiası yaşam buldukça, kapitalist modernite paradigmasına dayanan devletli sistem saldırıları daha da sistematik bir düzey kazanıyor. “Önderlikle Özgürleşme Zamanı”nı yakınlaştırmak isteyen eylemli halk iradesine cevap olarak, zaten yaptırılmayan görüşe 6 ay yasak getirilmesi, devlet yerine toplumu geçiren paradigmanın öncüsünü her düzeyde etkisizleştirmeyi amaçlıyor.

Rojava devrimine, örgütlü halk iradesine ve gerillaya dönük saldırıların hedefi aynı. “Toplum ve kadının özsavunma zamanı”nı örgütleme girişimlerine karşı, kadın katliamlarını; toplumsuzlaştırma operasyonlarını insanın tüm hücrelerine nüfuz ettirme hesaplarının sistematik karakter kazanması da bunun göstergesi. Endüstriyalizmin doğa, ekonomi ve toplum tahribatında aldığı yol da buna işaret ediyor.

Devletli paradigma ve düşünce sistemi yerine, toplumcu paradigma ve düşünce sisteminin esas alınmasının, toplumsal sorunun çözümünde ne kadar etkili olduğu, COVID-19 salgın sürecinde daha net ortaya çıktı. Varoluşunu devletli sisteme bağlayan, özgücü ve örgütlülüğünden tamamen uzaklaştırılmış bir toplumun karşılaştığı felaketin düzeyi ortaya çıktı. Ekonomiden sağlığa, eğitimden kültüre, morale, yaşamdan ölüme toplumsal değerlerin ve varoluşun sınandığı bir sınavdan geçildi ve bu süreç devam ediyor. Kendine yetebilen toplumsal örgütlenme ile devletleştirilerek örgütsüzleştirilmiş toplumsal gerçeklik arasındaki uçurum ortaya çıktı.

“Ölümü gösterip sıtmaya razı etme”nin yeni yolları

Devletin, toplum yaşamını güvence altına alamayacağı, salgın sürecinde toplum kırıma dönüşen ölüm oranları, kadına dönük ev-içinde ve dışında artan şiddet düzeyi ile bir kez daha kanıtlandı. Toplumları denetim altına almanın silahları (ideolojik, mekanik, biyolojik) ve savaş biçimi yeni bir boyut kazandı. Savaş ve işgallere paralel, “ölümü gösterip sıtmaya razı etme”nin yeni yolları devreye sokularak, yaşam ve toplum değerlerini anlamsızlaştıran özünde ideolojik bir savaş yürürlüktedir. Doğa ve toplumsal doğaya müdahalenin sonuçlarıyla karşı karşıya olduğumuz bir insanlık problemi yaşanıyor.

Demokratik modernite, bu insanlık probleminin köklü paradigmal müdahalelerle çözülebileceği iddiasıyla yaşam buluyor. Devlet ve iktidar çıkarlarına bağlanmış toplum ve yaşam katliamını durdurarak, varoluş ve yaşamını anlamlandıran ahlaki ve politik toplumsallığı geliştiriyor. İnsanlığın başına en büyük felaketi örenin kapitalist modernitenin bilimciliği olduğu gerçeğinden hareketle, jineolojî ile pozitivist bilime müdahale ediyor. Kadın, yaşam, toplum ve doğa karşıtı bilimciliği ciddi bir eleştiriye tabi tutarak, bilimi hakikatle buluşturuyor. Ahlaki, felsefi, toplumsal değerlerden ve kadın duyarlılığından kopan bilimin toplumsal krize yol açan rolünü irdeliyor. Devlet ve iktidarın çıkarını korumanın dışında bir işlevinin olmadığını kanıtlıyor. Ölüm ve öldürmeye hizmet eden bilimcilik yerine, insanı değerli kılan bilgi ve bilim arayışını öne çıkarıyor.

İnsanlığımız tehdit altında

Bilim ve ideolojinin ekolojiyle yeniden bağını kuran paradigma; kentleşmeden eğitime, ekonomiden sağlığa, doğa ve toplum dengesini yeniden kuruyor. Sağlıklı birey, toplum ve yaşamı doğayı ve toplumu tahrip eden devlet ve iktidardan arınmış zihniyetle şekillendiriyor. Bu bağ kurulmadığında, tarih-kültür-toplum değerlerinin savaşlarla yok edildiğini, binlerce yıllık yerleşim yerlerinin savaşlarla yerle bir edildiğini, göç ve demografik değişimle toplumsal doğanın kırıma uğratıldığını ve her tür saldırıya açık hale getirildiğini görüyoruz. Bilim ve teknoloji, ekolojik duyarlılıkla geliştirilmediğinde, insanın ve doğanın varoluş zemini ortadan kaldırılmakta; dünyamız, üzerinde yaşayan bütün varlıklarla birlikte yok olma tehlikesi yaşamaktadır.

Milyonlarca yıllık evrimin ürünü, nefes kaynağımız Amazon ormanları gibi ormanların yakılması, buzulların erimesi, ozon tabakasının delinmesi, toprağa yük mega kentlerin yükselmesi, sanallaştırılan insan-toplum-yaşam ilişkileri bunun göstergesi. Su altında bırakılan Hasankeyf, tarihi mekanları ve zeytin ağaçlarıyla ortadan kaldırılmak, tarihten silinmek istenen bir kültür ve coğrafya olarak Efrin; Irak, Afganistan, Yemen, Nijerya, Pakistan gibi dünyanın birçok yerinde her gün katledilen insanlığımız tehdit altında…

Kadın köleliği, cinsel şiddet ve tecavüz kültürü, devletli sistemi ayakta tutan, toplumu tüketen temel  nesneleştirme aracı olarak en temel sistem politikası. Kadın özgürlükçü paradigma, kadının yaşamın kaynağı ve üreteni olduğunu, direnen ve örgütlenen kadın toplumsallığı ile kanıtladıkça, cinsiyetçi devlet yasaları ve şiddeti devreye giriyor. Katletme, tecavüz, tutuklama, kadın kurumlarını kapatarak örgütsüzleştirme, kadını eve kapatma ve erkeğe bağlama yasaları şiddetin boyutunu ortaya koyuyor. Dünyanın her köşesinde kadın bedenine ve örgütlülüğüne yönelik saldırıları kabul etmeyen, eyleme geçen ve örgütlenen kadın, kadın özgürlükçü paradigmaya duyulan ihtiyacı ortaya koyuyor. Bu farkındalıkla yaşamını ve geleceğini örgütlemek isteyen, direnen kadını bastırmanın her yöntemini kullanmayı amaçlayan devlet aklı da harekete geçmiş durumda.

Örgütlü toplum ve örgütlü kadın

Demokratik ulus projesi ve demokratik özerklik sistemi halkların temel sorunlarını çözmenin tek yolu olduğunu kanıtladıkça, aynı akıl devreye girerek, halkların direnişlerini ve örgütlenmelerini dağıtmanın peşinde. Kürdistan özgürlük mücadelesi, Rojava devrimi, dünya halklarını etkiledikçe, sistem saldırıları da yoğunlaşıyor. Başta Ortadoğu halkları olmak üzere, dünya halklarını dincilik, milliyetçilik, mezhepçilik politikalarıyla birbirine kırdırmak isteyen ulus-devlet politikaları boşa çıkmakta, demokratik ulus kültürü gelişmekte. Ortak yaşam kültürü ve demokratik toplum zihniyeti geliştikçe, devletli sistemin yarattığı suni çelişki ve çatışmalar tek tek ortadan kalktıkça, ulus-devlet sisteminin varlık gerekçesi ortadan kalkmakta. Bu gelişme, küresel egemen güçler tarafından büyük tehlike olarak görülmektedir.

Sınıf, etnisite, din, kültürel farklılıkları toplumu parçalamanın aracına dönüştüren devletçi zihniyet ve politikaları aşan demokratik uluslaşma, farklılıkları çatışmanın değil, zenginlik ve birliğin kaynağına dönüştürmektedir. Demokratik paradigmanın temelini oluşturan demokratik ulus kültürü, halkların özerk ve örgütlü gücünü açığa çıkardıkça, birlikte yaşam dinamizmi artıyor. Demokratik özerk yönetimde somutlaşan bu örgütlü ve iradeli duruş, komün ve meclislerin işlevselliği ile anlam kazanıyor. Akademilerin yoğun eğitim ve bilinç oluşturma çalışmaları, demokratik ulus boyutlarını, örgütlü toplum ve kadın iradesini geliştiren temel etkenlerden. Özsavunma sistemini her alanda geliştirme, varlığını ve özgürlüğünü korumanın temelini oluşturuyor. Askeri, siyasi, ekonomik, eğitim, sağlık gibi toplumsal yaşam alanlarında yaratılan örgütlülük, geleceğini güvence altına almanın esasını oluşturuyor.

Kadın devrimleri damgalı yüzyıl

Demokratik ulus kültürü, direniş kültürüyle içiçe gelişiyor. Direniş örgütlülüğe, örgütlülük iradeleşmeye, özgür irade sahibi olma, demokratik toplum kültürünü besliyor. Özgür kadın ve erkek kimliğine dayanan özgür eşyaşam bu direnişin, örgütlülüğün ve demokratik toplum kültürünün özünü oluşturuyor. Öz bilinci, iradesi ve örgütlülüğüyle özgür eşyaşamın inşasında öncülük rolüne sahip olan kadın özgürlüğü ve kadın kurtuluş ideolojisi, demokratik ekolojik paradigmanın sosyolojik özüdür. Bu özün geliştirilmesine hizmet temelinde, her alanda geliştirilen kadın özgürlük mücadelesi, özgür eşyaşamı, özgür toplumu ve geleceği güvence altına alan çıkış noktasıdır.

Yarım yüzyıla yaklaşan Kürdistan özgürlük mücadelesinin, toplumsal özgürlük ve kadın devriminin kazanımları, binyılları aydınlatacak yaşam hakikatini ortaya çıkarmıştır. Önder Abdullah Öcalan’ın 21. yüzyıla kadın devrimlerinin damgasını vuracağı tespiti, bu mücadele kazanımlarında yaşam bulmuş ve milyonlarca kadın, emek ve cinsel sömürüye karşı, emeğine ve bedenine sahip çıkan eylemlerde buluşmuştur. Kadın devrimi olarak gelişen Rojava devrimi, Kobanê direnişi etrafında kenetlenmiştir. Kendi özgürlüğünü, insanlığını korumanın ve güvenceye almanın tavrına dönüştürmüştür.

Dünya demokratik kadın konfederalizmini, dünya demokratik uluslar birliğini tartışma zeminleri, Önder Abdullah Öcalan’ın öncülük ettiği onlarca yıllık toplumsal direnişe ve bu direnişle şekillenen demokratik çözüm olanaklarına dayanıyor. Devlet ve iktidarı aşan, halkları ve kadınları buluşturan demokratik sosyalizm ve demokratik ulus mücadelesi, reel sosyalizmin çöküşünün ardından, toplumlar için yeniden umut kaynağına dönüşmüş durumda. Bu umudu yaratan, tarih, toplum ve kadın hakikatini aydınlatan bilimsel, ideolojik ve paradigmal bütünlüktür. Demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigmanın her boyutu, tersine çevrilen hakikatin aydınlanmasına dayanmakta, bilimselliği, ahlaki ve toplumsallığı kanıtlanmakta, yaşam ve toplumla yeniden buluşmaktadır.