Kadınların barış müzakeresi

- Rojda YILDIRIM
604 views

Aristofanes’in antik Yunan tiyatrosunun en önemli komedilerinden biri sayılan Lysistrata oyunu MÖ. 411 yılında yazıldı. Oyun, Lysistrata adlı bir kadının hikayesini anlatıyor. O dönem Atina-Sparta savaşı yaşanmaktadır. Kadınlar erkekleri savaştan vazgeçirip barışa zorlamak amacıyla cinsel grev eylemine girerler. Aristofanes’in tiyatro oyunu bilebildiğimiz ilk sivil itaatsizlik eylemlerinden biri. Dahası cinsel temelli ilk yaptırım içeren eylemlerden birini oluşturuyor. Hikâyede ayrıca savaş ve kadın bağlamında kadınların savaştan kaynaklı mağduriyetini ve bunun karşısında mücadele etmesi gerektiği de dile getiriliyor. Burada cinsellik erkeklerin savaşı bırakması ve barışı sağlaması açısından önemli bir yaptırım aracı olarak kullanılıyor.

Lysistrata’dan sonra benzer örnekler ne kadar fazladır bilemiyoruz. Ancak yakın zamanda benzer eylemlere rastlamak mümkün. Barış için mücadele eden ilk kadın derneği 1915’te, Birinci Dünya Savaşı sırasında Hollanda’nın Lahey kentinde kuruluyor ve günümüze kadarda aktif mücadelesini sürdürüyor.
Yakın zamanda benzer eylemler farklı ülkelerde cereyan ediyor. Liberya’da kadınlar,14 yıl süren iç savaşın bitmesi için 2003’te cinsel grev de dâhil çok sayıda barışçıl protesto eylemi düzenliyor. Girişimi başlatan kadınlardan Leymah Gbowee ve Ellen Johnson-Sirleaf bu eylemlerinden dolayı Nobel Barış Ödülü’nün sahibi oluyor.

2008’de, Filipinler’de kadınlar yaşanan toprak kavgalarını yine aynı yöntemle yani cinsel grevle durdurmayı başarıyor.

Yine Kolombiya’nın bir köyünde kadınlar köylerine yol yapılması için “Bacakları kapatma eylemi” başlatıyor. Devlet kısa sürede yol yapmak zorunda kalıyor.

Afrika’da bulunan Togo’da kadınlar diktatör Devlet Başkanı Faure Gnassingbe’ye istifa çağrısında bulunarak “eşleriyle cinsel ilişkiye girmeme eylemi” başlatıyor. Dünya çapında yankı bulan eylem hızla yayılıyor ve başarıyla sonuçlanıyor.

Bu ve benzeri örneklere dünyanın farklı ülkelerinde rastlanabilir. Ancak köklü sorunları çözmek açısından daha fazlasının gerektiği de açıktır.

Gerek savaş süreçlerinde gerekse de ülke sorunlarında kadınların sistem dışına atıldıkları ve muhatap alınmadıklarını biliyoruz. Ancak barış ve savaş dönemeçlerine gelindiğinde kadınların yukarıdaki örneklerde de olduğu gibi değiştirici güçlerinin olduğunu da görüyoruz. Belki aynı yöntemlerle değil ama kadınların kalıcı bir toplumsal barışın sağlanması için derinlikli mücadele yürütmeleri kaçınılmaz. Çünkü savaşta kendini görünür kılmak için mücadele eden kadın barışta da kendini özne haline getirmek için mücadele etmek zorunda.

Yakın zamanda dünya deneyimlerinden yola çıkarak geniş bir araştırma yayınlayan Nazan Üstündağ, oldukça çarpıcı sonuçlara dikkatimizi çekiyor.

Araştırmaya göre, “dünyada 1990-2012 arasında 102 barış süreci yürütüldü. Bu süreçlerde 585 anlaşma imzalandı. Öte yandan dünyada yürüyen bu 102 barış sürecine katılanların sadece yüzde 8′i kadın. İmzacıların yüzde 3′ü, arabulucuların yüzde 3.2′si, görüşmelere tanık olarak katılanların yüzde 5.5′i kadın.

Kadınların bu dışlanmaya karşı yürüttükleri mücadele sonunda 2000 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 1325 No’lu kararı aldı. Bu karara göre kadınlar, barış pazarlıkları ve görüşmeleri de dahil olmanın yanı sıra, barışın tesisine yönelik tüm süreçlerde yer almalı. Ayrıca tüm barış anlaşmalarında kadınların ve kız çocuklarının güvenliğini sağlayacak maddeler barındırmalı. 2000 yılında Avrupa Parlamentosu da, üye ülkelere barış süreçleri için kurdukları gözlemci ve arabulucu heyetlerinde cinsiyet eşitliğini gözetmelerini tavsiye ediyor.”

Araştırmaya göre, kadınların barış görüşmelerine en yoğun katıldığı ülkeler ve oranlar şöyle:

“2008′de Kenya’da yüzde 25, 1992′de El Salvador’da yüzde 13, 1995′de Hırvatistan’da yüzde 11, 1996′da Guatemala’da yüzde 10, 1998′de İrlanda’da yüzde 10, 2001′de Afganistan’da yüzde 9 ve 2008′de Ugan’da da yüzde 9. Diğer ülkelerde katılım yüzde 5′in altında.”

45 barış sürecinde imzalanan 300 anlaşmayı ele alan bir araştırmaya göre, bu anlaşmaların sadece yüzde 18′i savaş zamanı kadınlara yönelik işlenmiş suçları söz konusu ediyor.

Tam da bunun için kadınların barış süreçlerine toplumsal cinsiyetçiliğe ve cins eşitliğine duyarlı bir müzakere süreci yaratmaları oldukça önem kazanıyor.

Son iki yılda Kürt hareketi ve Türk devleti arasında süren “müzakere süreci”ne yönelik kadın hareketlerinin ciddi bir çabası oldu. Kadınlar kendilerini sürecin bir tarafı olarak ilan ettiler. Müzakere sürecinde aktif olarak kadın temsiliyeti de sağlandı. Ancak günümüzde barış mı savaş mı ikileminin yaşandığı bir süreçte kadınlar sadece müzakere eksenli değil aynı zamanda savaşın bir daha yaşanmaması için mücadele etmek ve gündemine farklı yöntemleri de almak durumunda. Çünkü müzakereler bitebilir. Bir taraf müzakereden çekilebilir. Kaldı ki şimdi yaşanan da budur. Böylesi durumlarda Barış İçin Kadın Girişimi başta olmak üzere, kadın hareketleri sürecin kalıcı bir toplumsal barışa evirilmesi için ayrıca barış ve savaş sorununu daha derin gündemine almak ve mücadele yöntemlerini zenginleştirmek zorunda. Belki Togolu kadınlar gibi yapmayabiliriz. Ya da “neden olmasın da” diyebiliriz. Ama tam da savaş tamtamlarının yeniden çalındığı bir süreçte, Ortadoğu’yu daha kanlı zamanların beklediği bir dönemde sadece Kürdistanlı ve Türkiyeli kadınlar olarak değil Ortadoğulu kadınlar olarak daha geniş sivil itaatsizlik eylemlerini tartışabilir ve yapabiliriz. Kadınlar savaş mı barış mı ikilemine gerek bırakmadan “elbette ki barış” diyebilmek için mücadelemizi farklılaştırabilir ve görünür kılabiliriz. Yarın geç olmadan kendi zamanımızın öznesi olabiliriz.