8 Mart yüzünü direnişe çeviriyor

- Ruken Aras
669 views

Turkish Kurdish women play music during an International Women's Day event in Mardin“İnsanın hangi yarası daha çok kanıyorsa orası kimliği oluyor” derler.

Ya da “düşmanın saldırdığı yer, senin kimliğin olarak daha çok öne çıkıyor…”

8 Mart yaklaşırken yaralı kadın kimliğimizi kendi hakikatiyle buluşturup direniş çığlığını yükseltmenin mücadelesini vereceğiz.

Yüzyılın en acımasız katliamlarına tanıklık eden halk olma kimliğimizle birlikte 8 Mart’ı karşılayacağız.

Kürdistan’da ölü çocuklar bedenleri kokmasın diye buzdolabında günlerce bekletilirken, mezarlıklar vahşice bombalanırken, güvercinler kanatlarından vurulurken, bir apartmanın bodrum katında insanlar benzinle yakılmayı beklerken halk olma kimliğimiz içtiğimiz su kadar kıymetlidir.

Cizre’deki bodrum katlarında susuzluğu, açlığı, nefes alamamayı hissederken; utanırken içtiğimiz sudan, daldığımız uykudan ve nefes almaktan halk olma kimliğimiz öne çıkmaktadır.

Halk olma kimliğimiz insanlık onurunu yaşatmak için bir kez daha bedellerini ödüyor.

Bir de sınıfsal kimliğimiz vardır en çok da savaşın sonunda kendini daha fazla gösteren…Sur’un en yoksul mahallelerindeki direnişin ardından, sokağa çıkma yasaklarından sonra yüzümüze çarpan bir yaradır yoksulluk.

Biz kimlikleri bu kadar parçalayıp ayrı ayrı değerlendirirken, dönem dönem öne çıkarırken; zalim iktidar -ustalıkla- hepsini iç içe kullanıyor. Yaşamın her damarına şırınga enjekte eder gibi cinsiyetçiliği, milliyetçiliği, dinciliği, kapitalizmi işliyor.

Kürdistan’da sokaklar bombalanırken bir evin içinde bir kadın, bir erkek tarafından şiddet görmeye devam ediyor. Kürdistan’da çocuklar asimile edilirken, Türkiye’de yoksulluk doğal bir alışkanlığa dönüştürülüyor. Tüm dünyaya inat PYD terör örgütü olarak işlenirken; Diyanet İşleri Bakanlığı da tacizleri, tecavüzleri, çocuk yaşta evlilikleri meşrulaştırıyor. Yoksullar hallerinden memnun olsunlar diye Türk olmanın gururu özel harekat polisleriyle, PÖH, JÖH birimleriyle işleniyor. Ve yoksulluk biraz daha unutturuluyor. Erkekten şiddet gören kadınlar televizyondaki evlilik programlarını, yemek tariflerini, “en güzel kıyafet benim” yarışmalarını izlerken kendini özne olarak görüyor. Ve köle kadın olma halleri unutturuluyor.

Her bir günahın sorumluluğuna adeta bir bakanlık kurulmuş gibi.

Sistem öylesine kendini meşrulaştırarak işliyor ki uyguladığı şiddet politikaları bile çoğu zaman kanıksanabiliyor.

Amed’de yine bir eylemin ortasında gaz bombalarını yemiştik. Ama öyle bir gazdı ki herkes adeta kendinden geçmişti. Eylemden sonra gaz kapsüllerini incelediğimizde son kullanma tarihlerinin geçtiğini gördük. Bir arkadaş “wallah gidecem onlara küfredecem; ma atisiz atisiz niye beyat gaz atisiz” demişti gülerek. Yani gaz atılmasına değil de bayat gaz atılmasına tepki göstermek…

***

SURUC 8 MART YURUYUS ERBANE DEF 1Bu kadar sistemli yürütülen iktidar ideolojisine karşı onurlu insanların duruşu ise parçalı ve dönemsel olmaya devam ediyor. Savaş çıkınca barışı istemek, kadına yönelik şiddetin rakamları arttıkça tepkileri çoğaltmak, kendi mahallemizdeki ağaçlar kesilince öfkelenmek…

Her yaralı kimlik kendi çemberinde mücadelesini sürdürdüğünü zannederken bu parçalılık da sistemin kolayına geliyor. Böylece dağılmış olan güce daha rahat saldırıyor, zihinleri daha kolay işleyebiliyor.

Bir kimlikteki devrim diğerini –kendiliğinden- kolay kolay doğurmuyor. Tek başına halk direnişleri kendiliğinden kadın devrimini yaratmıyor, sınıf mücadelesi ulus devleti aştırmıyor tek başına.

Ama kadın kimliğini eksenine alan tüm yaklaşımlar çözüme çok daha rahat gidebiliyor. Savaşların da, yoksulluğun da, devletçiliğin de kökenleri ve sonuçları tartışıldığında eğer kadın varlığı dikkate alınmazsa sonuç hep başa dönmek oluyor.

Jineoloji tartışmalarıyla birlikte iktidar ideolojisinin, temel taşlarını kadın köleliği üzerinden dizdiğini  daha şeffaf görebiliyoruz. Erkek egemen ideoloji yolunu sağlamlaştırmak için kadını toplumsal bir varlık olmaktan çıkarıyor, lanetliyor,  porno malzemesi yapıyor, susturuyor ya da ağlatıyor. Çünkü kadının tarihsel kazanımlarıyla tanışmasını engellemek istiyor, kadının kendi kültürüyle buluşmasının önüne geçiyor… Yoksa kadın kimliği, direniş ruhuyla hiyerarşiye de, savaşlara da, yoksulluğa da, ulus devletçiliğe de, yobazlığa da karşı çıkacaktır. İşte o zaman egemenlerin işi zorlaşacaktır.

Kadının özgürlüğü olmadan hiçbir özgürlüğün anlamlı olamayacağına ve hatta hiç yaşanmayacağına  inanan bir hareketin yarattığı deneyimlerle bir 8 Mart’ı daha karşılayacağız.

8 Mart yaklaşırken Kürdistan’daki öz yönetim direnişlerinde karşımıza çıkan kadın öncülüğünü daha çok konuşacağız. Öz yönetimin kadın gerçekliğiyle olan bağını araştıracağız. Neden kadınlar Kürdistan’da öz yönetim direnişinin ön saflarındalar, bunu tartışacağız.

Kadına yönelik şiddetin, eve kapatılmaların, taciz ve tecavüzlerin erkek egemen sistem tarafından nasıl, hangi aralıklarla, nerede uygulandığını konuşurken belki de en önemli soruyu soracağız: Kadın özgürlüğü nasıl gerçekleşir? Burada yüzümüzü Kobanê’ye, dağlara, zindanlara çevireceğiz.

Sonra, sonra o büyük heyecan, o meydanları zılgıtlarla süsleyecek olan kadın eylemlilikleri gerçekleşecek.

Ama bu yıl kadın kimliğimiz halk olma kimliğimizin elinden daha sıkı tutacak, yüzünü Sur’a dönecek; “işte hakikatimiz orada” diyecek. Kooperatifteki arkadaşlar komünlerinden seslenecek: Bizi niye unuttunuz, bekleyin biz de geliyoruz! Sanatçı kadınlar telaşla erbanelerini alacak, Lisa protez bacaklarıyla koşarcasına yürüyecek, Beritan’ın heyecanıyla haber yapan JİNHA muhabirleri en öne geçecek. Binlerce kadın zafere henüz ulaşmamışsa direnişe doğru yürüyecek; zafer elde edilmişse de yoluna devam edecek.

Bu 8 Mart, sadece öfkenin dile getirildiği bir çığlık değil; direnişin Güneş’e selam durduğu bir zılgıt olacak.