Bizden uzak, bize yakın

- Zilan DİYAR
577 views

ABYA YALA

Rüzgarı satın alamazsın

Güneşi satın alamazsın

Yağmuru satın alamazsın

Bulutları satın alamazsın

Coşkumu satın alamazsın

Acılarımı satın alamazsın

Anlattıklarım Calle 13’ün söylediği Viva Latino America şarkısının birkaç notası olabilir.

Bize çok uzak ama bir o kadar yakın, çok yabancı ama bir o kadar tanıdık bir ülkeden bahsetmek istiyorum. Acılı ve bir o kadar umutlu bir ülkeden. On iki bin kilometre uzaklıktaki Arjantin’den.

Kürdistan’ın ruhunu taşıyan barriolar (şehir merkezi dışında kurulan mahalleler) ile karşılaştığımda sürgünlüğüm sona erdi sanki. Sömürgeciler ve turistler için kurgulanmış modernitenin simgesi yüksek binalar, şehir ışıkları, kapitalizmin dünyaya hükmettiği algısını yaratan reklam panolarının işgal ettiği şehir merkezinden bir trene bindim ve mesafeler kısaldı. Kadim işgalcilerin asfalt döşemeye dahi tenezzül etmediği, daracık sokakların, tozlu çamurlu yolların içine sıkıştırılmış evlerinde varolma savaşı veren bu insanların hepsi bu toprağın gerçek sahipleri. ‘Tepetaklak’ bu gerçekliğin içinde bize benzeyen o kadar çok şey görüyorum ki. Annelerinin kucağından inmeyen ürkek bakışlı çocuklar, farklı bir dünyadan gelmiş misafirleri gururlu bakışlarla karşılayan gençler, acılarını yüzlerinin çizgilerinden okuduğum kadınlar. Bu yüzler çok tanıdık geliyor bana. Sur’da, Cizre’de, Nusaybin’de gördüm bu yüzleri. Acının ardındaki isyanı, direnişi, öfkeyi. Hepsi aynı şeyi anlatıyor; ‘Katledildik ama yenilmedik!.’

Ortak akıl mesafelerin ötesinde birşey

MANSETTarihin fısıltıları susuyor. Gündelik yaşamdan konuşuyoruz, acılara dayanmanın en iyi yönteminin bu olduğunu onlar da biliyor. Barrriolarda faaliyet yürüten Taban Örgütleri Federasyonu FOB’un bünyesinde kurulan kadın grafik atölyesinin birbirinden yaratıcı ürünlerini gösteriyorlar. Ürünlerini değiş tokuş usülüyle dağıtıyorlar. Bizim de JİNWAR’daki hedefimiz bu. Ortak akıl mesafe ve sınırların ötesinde birşey demek ki. Gönülleri de Kürtler gibi zengin. Bize kendi emekleriyle yaptıkları ürünlerinden, bolca hediyeler sunuyorlar. Defterlerin üzerlerindeki resimleri kendileri işliyorlar. Nasıl yapıldığını sorarken, bir bakıyoruz işe koyulmuşuz. Defterlerin üzerine Kürtçe bir şeyler yazmamızı istediklerinde, zulme boyun eğmeyen tüm halkların hakikatini anlatan cümle geliyor aklıma. ‘Umut zaferden değerlidir’. Anlamını sorduktan sonra bu cümleyi bir kenara not ediyorlar. Yeni modeller hazır bile!

Gözlerimiz, dilimizin çaresizliğini gördü ve konuşmaya başladı… 

Kürdistan’a benzeyen çok şey var Latin Amerika’da. Sömürgeciler bizdeki gibi, toprakları işgal etmekle yetinmemiş. Bu toprağın sahiplerine dilleri vLATIN AMERIKAe renklerinden utanmayı, bir eksiklik saymayı reva görmüş. Son yıllarda kendilerine ait bir toprak parçasında yaşamak istedikleri için kriminalize edilen Mapucheler en güncel örneklerden biri. Sadece anadilini bilmek onlara da yetmiyor. Başkaları onları küçümseyebilir, kendilerini eksik sayabilirler. Hatta Reina Maraz örneğinde olduğu gibi buna dayanarak mahpus yatabilirler. Bolivyalı olan Reina Maraz, Kasım 2010’da kocasını öldürmekle suçlanarak zindana konulmuş. Sadece quechua dilini konuşabildiği, dolayısıyla kendisini savunamadığı için altı yıl hapiste yatmış. Çocuğu adaletsizliğin ellerinde (hapiste) doğmuş anlayacağınız. Nihayet kadın örgütleri devreye girip, Reina’ya tercüme yaptıklarında ilk cümlesi ‘hiçbir şey anlamıyorum’ olmuş. Hikaye size tanıdık geldi mi? Onlar anlatırken kulağımda çınlayan tek cümle şu idi: ‘Kamber Ateş nasılsın?’

Dilimizi yasaların insafını beklemeden, seferberlik halinde öğrenme çabamızdan bahsediyorum. Neden burada kendi dilinizi öğrenmek için bir kurs başlatmıyorsunuz? diye soruyorum. Birbirimizden öğrenecek çok şey olduğunu hepimiz anlıyoruz. Bizi inşasına yeni başladıkları kadın evinde gezdirirken, tercüman arkadaşım Dilan’a bir genç kadın şöyle söylemiş: İlk kez bize bu kadar benzeyen beyazlarla karşılaştım. İçime dokundu ilkin bu sözler, dillerini bilmediğime hayıflandım. Ama gözlerimiz, dilimizin çaresizliğini gördü ve konuşmaya başladı…

Beritanların, Zilanların nasıl çoğaldığını anlatıyorum

Jineoloji seminerlerinin her biri anlatılmaya değer kuşkusuz. Ancak Moreno’da bir barrio’da düzenlenen seminerden özellikle bahsetmek isterim. Buenos Aires’in gündüz nüfusunu şehrin kenar mahallelerine taşıyan yolcu treninde kendimize yer bulma çabamız, sonrasında birbirimizi ite kaka yetişmeye çalıştığımız otobüsle nihayet ulaştığımız toplantı salonunda bizi bekleyen kalabalık. Kadınlar, gençler, yaşlılar ve bizim derneklerimizdeki gibi sosyalitenin tadını doyasıya çıkaran çocuklar… Biz gelmeden başlayan programda bir YPJ savaşçısını anlatan belgeseli pür dikkat izliyorlar. Sonra asırlık acıları, yüzyıllık yalnızlığımızı, kırk yıllık mücadelemizi kırk dakikaya sığdırmaya çalışıyorum. Bunu da ancak Rêber Apo’nun çabalarından ve şehitlerimizden bahsederek yapabiliyorum. Beritanların, Zilanların nasıl çoğaldığını anlatıyorum. Devrimimizin tükenmeyen kaynağının ‘unutmamak’ olduğunu… Hepsi hüzünle başını sallıyor.

Öfke her geçen gün büyüyor

LATINOAMERIKA1Onlar da unutmuyor, hesap soruyor. Geçtiğimiz her yerde; duvarlardaki grafitilerde (bu konuda onlardan öğreneceğimiz çok şey var), eylemlerde taşınan dövizlerde, sırt çantalarındaki çıkartmalarda, yakalardaki rozetlerde Santiago Maldonado’nun resimleri var. Santiago 1 Ağustos’ta Patagonia bölgesinde Mapuchelerin eylemine yapılan saldırı sonrasında gözaltına alınmış. Macri hükümeti gözaltında kaybedildiğini kabul etmiyor. Ve öfke her geçen gün büyüyor. Acılar tazeleniyor. 16 Eylül’de Plaza Del Mayo annelerinin eyleminde her hafta okunan uzun listeye keskin bakışlı bu esmer delikanlının ismi ekleniyor. – Yazıyı yazdığım günlerde Santiago’dan hala bir haber yoktu. Teslim edeceğim akşam, cansız bedeninin bir nehirde bulunduğu ve milyonlarca insanın sokaklara döküldüğü haberini aldım– Kayıplar için yapılan eylemdeki yüzler de çok tanıdık. Devlet tarafından katledilen çocuklarının resimlerini taşıyan anne ve babalar. Acıya söz geçirebilen umutlu bakışlar. Eylem yerinde bir hareketlenme oluyor. Sebebinin Plaza Del Mayo annelerinden Nora Cortinas (87), Mirta Acun (93) olduğunu öğreniyorum. Benim için inanılmaz, oraya her hafta gidenler için ise alışıldık bir durum. Sevgi ve saygıyı tüketmeyen bir süreğenlik. Her hafta gülllerle, sıcak öpüşlerle karşılanıyor bedenleri küçüldükçe, zihinlerde büyüyen bu iki muhteşem kadın. Yanıbaşlarında Berfo Ana yürüyor sanki… Mirta Acun aynı günün akşamı yaptığımız seminere katılarak bu onuru, gururla taçlandırıyor.

Herşey unutmamak üzerine kurulu bu kıtada

LATİN AMERIKASokaklar acıların, kavganın, umudun şarkıları ve resimleriyle dolu.  26 Haziran’da piquterrasların (bu sadece orada kullanılan bir kavram. Yolları kesip barikat kuranlara verilen bir isim) eyleminde, bir tren istasyonunda katledilen Maximiliano Kosteki ve Darío Santillán’ın resimleri de her yerde karşınıza çıkıyor. Hiç tanımadığı halde yaralandığını görünce polisin tehditlerine aldırmadan saatlerce başında bekleyip onunla ölmeyi göze alacak kadar yoldaş olan bu iki insanın hikayesi de tanıdık. Mahsum Karaoğlan ve Mustafa Dağ kadar, yaralı gerilla Dicle’ye 85 gün boyunca yoldaşlık yapmış Berivan kadar tanıdık geliyor bu hikaye de. Kaldırımlara bırakılmış küçük işaretler dikkatimi çekiyor. Gözaltında kaybedilenlerin en son görüldüğü yerler olduğunu öğreniyorum. Herşey unutmamak üzerine kurulu bu kıtada. Bu yüzden her yerde umut var.

80 kadının katıldığı iki günlük Jineoloji eğitimi bittiğinde yanıma genç bir kadın yanaşıyor. Chana adlı bu genç kadınla bizi ortaklaştıran şey jineolojiden öncesine dayanıyor. 1998’de Çatak’ta şehit düşen Andrea Wolf bir süre El Salvador’daki evlerine konuk olmuş. Yazdığı bir mektubun, birkaç resminin olduğunu öğreniyorum ondan. Hakikat arayışı onu ülkesinden çok uzaklara El Salvador’a ve Çatak’a kadar götürmüş bir Alman sayesinde bağlanıyoruz Chana ile. Bir gün mutlaka görüşeceğiz deyip de ayrıldığım bir yoldaşıma sarılır gibi sarılıyorum ona. İhanetin ve pusuların kalleşliğiyle, acıların ve özlemlerin öğreticiliğiyle sınanan yoldaşlığın bozulmamış saf haline ulaşmanın hazzını duyumsuyorum.