Başrol istiyorsanız…

- Zilan DİYAR
576 views

Bu çağ insana yol yürümeden bir derviş, kendinden ödün vermeden bir devrimci, zalime karşı savaşmadan bir kahraman olabileceğini söylüyor. Üzerine bir roman yazılabilecek konuları topu topuna 140 karakterle anlatmanı istiyor senden twitter ile, ya da zaten “ben anlattım onayla, beğen” diyor. “Hayır” diyenler işte bu dar sınırlarda geziniyor. Onlar haber başlıklarına şöyle bir göz atıyor, yazılardan birkaç spotu okuyor. Birkaç resme bakıyor ve böylece entelektüel görevlerini tamamlamış oluyor!

Geçtiğimiz günlerde kendi deyimiyle ‘yaşını başını almış’ bir kadınla yaptığım bir konuşma beni oldukça etkiledi. Namazında niyazında, başında beyaz tülbentiyle karşılaşsanız siz gençleri hiç anlamadığını ya da onlar tarafından anlaşılmadığını düşündüğünüz bu kadın ilk dönemde tanıdığı devrimcilerin onu nasıl eğittiğini anlattı. Bir arkadaş ona Gorki’nin Ana adlı romanını veriyor ve bunu mutlaka oku diyor. Okuma yazması yok, haliyle çevresinden yardım istiyor. Evine gelen misafirlerden, dernekte karşılaştığı kişilerden, çocuklarından kısacası mürekkep yalamış herkesten yardım istiyor. Nasıl bir azim ki kitabı bitir-ti-iyor. Kitabı bu kadar değerli bulmasının birinci nedeni bunu ondan bir devrimcinin istemiş olması. Orada yazılanları öğrenmeyi bir görev belliyor. İkincisi direniş kültürünü öğrenebileceği başka kaynakların olmayışı, oluşmayışı. Herşeyine hayranlık duydum bu kadının. Azmine, göreve bağlılığına, bilgiye açlığına… Otuz sene öncesinden bahsediyordu.

Malum devir değişti. Artık iletişim, bilişim bilumum şim’lerin çağındayız. Artık kitapların elden ele dolaşmasına, yasaklıların el altından dolaştırılmasına, zulalanmasına gerek yok. Kütüphanesinin zenginlğiyle övünen insanlar azalıyor. Çünkü merak edip de öğrenmek istenilen şeyler bir bilgisayar tuşu, bir telefon mesafesinde. Aslında o kadar meraklı bir nesil de yok. İşin kolayı var ne de olsa. Bir kitabı baştan sona okumaya gerek duymadan sosyal medya denilen erler meydanında (!) onların sözlerinden alıntı yaparak felsefe yapacak kadar cesur bir gençlik var. Yazdıkları sözlerin kime ait olduğunu belirtecek kadar vicdanlı olanların paylaştıklarından etkilenip de devrimlerin, başka dünyaların kapısını bize aralayan bu yazarların genişletmek istediği ufkunun sınırlarında direnen gençler var. Bu cesur ve direngen gençler (!) kitapların kendine has kokusunu içine çekmişler midir? Okurken onları bambaşka dünyalara, satırları zihinlerine kazımak istercesine sürekli tekrarlayıp durmuşlar mıdır? Ya da yüreklerine değdirmek istercesine kitabı göğsüne bastırıp uyumanın tadına varmışlar mıdır? Okudukları romanlardaki karakterlere benzeyen insanları aramaya kalkışmışlar mıdır? Hayatlarındaki birçok duyguyu bir tanıma kavuşturamamanın, kendilerini dünyaya anlatamanın çaresizliği ile kıvranırken, herhangi bir kitabın, herhangi bir sayfasının herhangi bir cümlesinde ‘bu benden bahsediyor’ dedikleri satırlarla karşılaşınca derin bir ohh çekmişler midir içlerinden? Kelimlerin gücü içlerinde ve dışlarındaki sınırları zorlayınca ‘çekip gitmeliyim buralardan’ demişler midir?

Soruya evet diyenlere ne mutlu. Onlar bilgisizliklerinin farkındalar. Okumak tek birşey öğretir insana. Çok az şey bildiğini ve bunların hayatı değiştirmeye yetmediğini… Evet diyenler, kendilerine sunulanı değil ardında saklı hakikati öğrenmek merakında olanlardır. Onları sıradanlığın ötesine taşıyan ve isyana sürükleyen işte bu meraktır. Evrenin içindeki tüm varlıklarla bağları vardır. Onlar tankların gürültüsü içinde bir kelebeğin kanat çırpışını duyabilir. Savaş uçakları üzerlerine bombalar yağdırırken bir çocuğun gözlerindeki sırra ulaşmayı hayatta kalmaya yeğ tutabilir. Açlığa, zulme ya da işkenceye şiirlere tutunarak direnebilir. Ne mutlu onlara. Bilgiye açlar … Ne yazık onlara. Ne kadar azlar….

Hayır diyenler çoğalıyor bu soruya. İsterseniz felaket tellalı deyin bana. Ama söylemek zorundayım, cevabı hayır olanların başına geleceklerini, gelenleri… Onlar hep başkalarından ödünç aldıkları kelimelerle konuşacaklar. Başkaları onlar adına konuşacak, karar alacak, yönetecek. Bildiklerinin şu koca evrende bir toz zerresi olduğunu anlayamazlarsa kanatlanıp uçamayacaklar. Karşı koyacak gücü bi başkasından alıntı birkaç sözle bulabildiklerinde ise isyanları bilgisizliğin duvarlarına çarpacak ve saman alevi gibi kısa ömürlü olacak. Ne yazık onlara. Bilgiye toklar. Ama ne kadar da çoklar…

Bu çağ insana yol yürümeden bir derviş, kendinden ödün vermeden bir devrimci, zalime karşı savaşmadan bir kahraman olabileceğini söylüyor. Üzerine bir roman yazılabilecek konuları topu topuna 140 karakterle anlatmanı istiyor senden twitter ile, ya da zaten “ben anlattım onayla, beğen” diyor. “Hayır” diyenler işte bu dar sınırlarda geziniyor. Onlar haber başlıklarına şöyle bir göz atıyor, yazılardan birkaç spotu okuyor. Birkaç resme bakıyor ve böylece entelektüel görevlerini tamamlamış oluyor! Bilgiyi tekellerin hizmetinden çıkarmakla övünenler doyumsuzluk, sabırsızlık ve vefasızlıktan ibaret keşifleri ile ortaçağda kitapları yakan bağnazları hatırlatıyor bana. Kitapların yakıldığı zamanlardaki kara duman şimdinin sınırsız paylaşımlardan ibaret sosyal medyası.

Gençseniz bağnazlığa karşı durmalısınız. Nasıl mı? Kitaplara sığınarak… Bir yanınızla hep içinde olmak isterken diğer yanıyla sizi geride tutan kavganın kanunlarını insan ruhunun en derin dehlizlerine kadar inen Dostoyevski kulağınıza fısıldayacak belki. Başınızı kaldırdığınızda gördüğünüz evrenin sırrını Einstein size öğretecek. Kimsenin sizi anlamadığını düşündüğünüzde Oğuz Atay, Selim Işık ile tanıştırınca kendinizi eskisi kadar yalnız hissetmeyeceksiniz. Emma Goldman’ın hayatını okuyunca kendinizde saklı gücü keşfetmeniz gerektiğini anlayacaksınız. Dörtlerin Gecesi tanığı olduğunuz bir tarihin utancına ortak olmanızı isteyen resmi bilgileri yerle bir edecek.

Kitaplar size çok şey öğretir, anlatır, hissettirir. Hayatınızda hiç yanardağ patlaması görmediğiniz halde alevlerin sıcaklığını, hiç şelale görmediğiniz halde suların serinliğini hissedebilirsiniz yüzünüzde. Hiç tırmanmadığınız bir dağın yüksekliğini ölçebilir, bir ormandaki çiçeklerin türünü sayabilirsiniz. En kapsamlı seyahatiniz bir okul gezisi iken bir bakmışsınız okyanuslar ötesindeki uzak ülkelerdesiniz. Sellerle, aç aslanlarla, fırtınalarla boğuşabilirsiniz. Tanrıçalarla, şövalyelerle, perilerle arkadaş olabilir. Zalim hükümdarlara, faşist darbecilere, kötü kalpli tanrılara kafa tutabilirsiniz.

Kitaplar sizi hayata hazırlar. Aşk acısını bir tek kendinizin yaşamadığını, yitirmenin doldurulamaz boşluğunu, özlemin kavuruculuğunu, öfkenin körlüğünü, cesaretin ihtişamını, ihanetin acısını yüreğinizin derinliklerinde duyumsarsınız. Yaşınızın hiç önemi yok. Büyürsünüz. Hayata herkesten daha fazla hazırsınızdır iyi bir okuyucu olduğunuzda. Korku, kaygı, ürkeklik, yıkım… Bunlara karşı en iyi savunma silahınız okuduğunuz kitaplardaki satırlardır.

Fakat aslolan hayattır. Nasıl yaşayacağınıza, kendi romanınızın baş kahramanı mı yoksa başkalarınınkinde figüran olup olmayacağınıza siz karar verirsiniz….