Bir coğrafyanın haykırışı olarak “Qîrayis”

- Ruken AYDIN
355 views
Dersim’in Mazgirt ilçesinde doğan Yıldız Arslan henüz küçük yaşlarda dinlediği Kürtçe kilamlarla birlikte müzik ile tanışır. Bu bağı daha da güçlendirmek için müziğe ilgisini arttırır, saz çalmaya başlar. Arslan’ın yaşamında kilamlar ayrılmaz bir parça haline gelir. Siyasi nedenlerden dolayı 1988’de ailece Avrupa’ya göç etmek zorunda kalırlar.

Arslan her ne kadar göç hayatı yaşamış olsa da kültürel bağlarından hiç kopmadı. Kendi kültürünü yaşamak ve yaşatmak için müzikle bağını güçlü tuttu ve kendi çabalarıyla birçok yerde konserler düzenledi. Konserlerden elde ettiği gelir ile 2015’te “Qîrayis” ismiyle ilk albümünü çıkarttı. İçinde yetiştiği toplumun doğasıyla, kültürüyle, acılarıyla özdeşlik kurar.

Köy yaşamı hakikiydi
Bireysel yaratımların toplumsal dokudan kopuk olmadığını anlayan Yıldız Arslan, devlet zulmünün mağduru olan ailesini korumak için de hep tetikte olur.  Babası 12 Eylül döneminde gördüğü işkence sonucu sağlığını kaybeder ve yaşamını yitirir. Bu şartlar altında büyüyen Arslan, bir taraftan dilinin ve kültürünün yasaklanmışlığını hisseder öte yandan ise bu kültürü yaşatmaya çalışır. Arslan o günleri şöyle dile getiriyor: “Babamın radyosu ve bir de taş plakı vardı. Yöre ozanları bize gelirdi. Evimizde saz, söz hiç eksik olmazdı. Köyün gençleri ile birlikte yakılan bir ateşin etrafında kümelenir, kaynayan çay eşliğinde babamın anlattığı hikayeleri dinlerdik. Mem û Zîn’in hikayesini de henüz çocukken babamdan dinledim.” Liseden sonra Avrupa’ya göç etmek zorunda kalan Arslan köyünden uzaklaştıkça çocukluğuna daha çok yaklaştığını ifade ediyor. Köy hayatını  derin bir özlem ile anlatan Arslan o günleri şöyle aktarıyor: “Daha sahici, paylaşımcı bir yaşamdı. Düğünler üç gün sürerdi. Kadın-erkek ortak halaylara, klamlara eşlik ederdi. Kadınlar tarlada ekin biçerken veya bir kadın doğum yaparken bile klamlar eksik olmazdı. Annem kasetleri gübre torbasına sarıp sarmalar, evin arkasındaki kayalıkların kuytuluğunda saklardı. Sonra askerler belirince ordan alır ormanlık yere götürürdü. Babam anneme; “sen bu kaset yolunda öleceksin” diye takılırdı.

Yılarca bir ezgi vardı dilimde
Yıllarca bir ezginin dilinde dolanıp durduğunu belirten müzisyen Yıldız Arslan, 30 yıl aradan sonra bu ezginin aslında babasının hep dinlediği Erivan radyosunda söylenmiş bir ezgi olduğunu öğreniyor. O dönemi şu sözlerle anlatıyor: “Lise yıllarında sanatla daha yakından ilgilenmeye başladım. Küçük skeçler yazarak müzikallerde oynadım. Sazı ise daha küçük yaşlarda çalmaya başladım. Zor koşullarda bile olsa saz çalma tutkumu hep korudum. Annem kızdığı için evimizin un ambarına gidip orada gizlice çalıyordum. İstanbul’da saz eğitimimi tamamladıktan sonra kirmançkî lehçesinde “Wengê Welat” adlı bir grup kurduk. Ancak kısa bir süre sonra grubumuz dağıldı. Daha sonra evrensel sanatlar müzik merkezinde ve Almanya’da şan dersleri almaya başladım. Kısa bir dönem de ses teknikleri üzerine çalışmalar yaptım. 2000 ile 2007 yıları arasında yaşadığım sağlık sorunlarından ötürü çalışmalarıma ara vermek zorunda kaldım. Sağlık sorunlarımı aştıktan sonra müzikle alakalı çalışmalarıma yeniden başladım. İlk klibimi de kendi köyümde çektim.”

Sanatı ölmüş bir toplum aydınlanamaz
“Sanat nedir ve sanatçı kimdir? soruları yaşam felsefeme yön verdi” diyen Arslan konuya dair görüşlerini şu cümleler ile aktarıyor: “Sanata bakış enstrümanla kıyaslanamayacak kadar kutsal olmalı. ‘Sanat; gönül gözümüzün dünyaya açılan kapısıdır’ diyordu saz hocam.   Sanatçı denince halkta hemen müzik akla geliyor. Oysa ki tiyatro, sinema, resim, şiir hepsi özünde sanattır. Sanatçı bana göre; her şeyden önce iyi bir insan olmaktır. İyi düşünüp iyi yapandır. Çağın sorunlarını sanatıyla işleyip, halktan aldığını yine halka sanatıyla sunabilendir… Daima toplumun yolunu aydınlatan, ışık vazifesi gören, gerçekleri estetik öğelerle birleştirerek insanların zihnine kazıyan ve aydınlık yarınların başlamasına destek olabilendir. Sanatı ölmüş bir toplum aydınlanamaz. Bence sanatçı muhalif yanını korumalıdır. Victor Jara ve Konstantin Weker bu anlamda örnek verilebilecek isimlerdir. Sanatı icra etmenin zorlukları elbette ki çoktur. Sanat üretmektir ama ne ürettiğiniz de önemli. Öte yandan Türkiye bir darbe ve hukuksuzluklar ülkesi olduğu için, sanatçılar olarak sesimizi duyurduğumuz birçok kültür-sanat kurumu, radyo ve televizyon kapatıldı. Yine entelektüel ve paylaşımcı özelliklerimizi geliştirmediğimiz sürece sanatçılığımız da tartışılır.”

Haykırış-Çığlık: Qîrayis
2015 yılında “Qîrayis” (haykırış-çığlık) adıyla bir albüm çıkartan Yıldız Arslan, albümünün savaş ve çatışmalı bir döneme denk geldiğinden dolayı iyi değerlendirilemediğini ifade ediyor. İlgili kurumların da yeterince dayanışmamasından dolayı albümün tanıtımını istenilen düzeyde yapamadığını ifade eden müzisyen, neden “Qîrayis” sorusuna ise şu yanıtı veriyor: “Çoğunluğu köyde geçen çocukluğum iyi hatıralar kadar kötü hatıralarla da dolu. Asker ve polislerce köylülere yapılan baskı ve işkenceler, ilkokulda Türkçe öğrenme zorunluluğu gibi örnekler zihnimde ‘neden’ sorusunu oluşturdu. Kendime sürekli ‘neden başka bir dille okuyup türkü söylüyorum, neden Kürtçe yasak?’ sorusunu yöneltip duruyordum. Çocukluğum asker ve polis korkusuyla geçti hep. Hiç unutmam; liseye giderken bir tabur asker arama yapmaya gelmişti. Defterlerimi sayfa sayfa aradılar, annemi korku sarmıştı. Anadili olan Kirmanckî lehçesiyle bana kızıp duruyordu. Sorunun sazım ve müzikle uğraşmam olduğunu sanıyordu. Sonraki yıllarda batıya göç edince bunun böyle olmadığını anladım. İşte o zamanlar 16 yaşlarımda ‘kimim, neden ve ne için’ sorgulamalarım başladı.. Haykırıyor ve çığlık atıyorsun ama duyan yok. İşte bu albümü bir coğrafyanın çığlığı (Qirayîs) olarak düşündüm. Yaşadıklarımız bizi takip eder. Ben de duygularımı böylece sanata dökerek ifade etmeye çalıştım.”

Faşizm bukalemun gibidir
İkinci klibini Belçika’da çeken müzisyen Yıldız Arslan; bu klip ile faşizmin aslında her dönem aynı olduğunu, sadece renk değiştirdiği mesajını vermek istediğini ifade ediyor. Yöresel anonim klamları derleyen müzisyen Yıldız Arslan sözlerini şu ifadeler ile sonlandırıyor: “Tarihi katliamlarla geçen bir coğrafyada ağıtların daha fazla bulunması bir hakikate işaret ediyor. Bu nedenle yaşamımızın ifadesi olan klam ve dengbêjlik kültürü sanatımızda da tabi ki yerini koruyacaktır.

Son sözüm şu olsun; toprağın kana doyduğu bir coğrafyada umarım barış bir an önce hakim olur.  Hiç kimsenin dilinden, inancından, düşüncesinden dolayı öldürülmediği, hapsedilmediği, özgürce yaşayıp, sanatını ve yaşamını özgürce şekillendireceği bir coğrafya ve gelecek diliyorum.”