Kırıma geçit yok

- Zozan SİMA
540 views
Saçlarım öfkeden kıvrıldı; aklımda sadece nefret kaldı.
İntikamı düşünmeye başladım, sadece onun için yaşamaya.
Saçlarım yılanlara dönüştü, gözlerim dünyayı taştan görmeye başladı.

(‘Medusa Şiir’i’, Ann Stanford / 1977)

Tecavüz kelimesi sınırını aşmak, geçişe izin verilmemiş olanı ihlal etmek anlamına gelen Arapça cevaz yani cvz kökünden türer. Bu nedenle Türkçe’deki kullanımı ile Arapça’daki kullanımı arasında fark vardır. Çoğunlukla cinsel saldırı anlamında kullanılsa da, kavram kelime kökeni bağlamında değerlendirildiğinde bedenin sınırına varana kadar birçok sınırın aşıldığının bilinciyle ele alınmalı. Saygınlıklar, kutsallıklar, yasaklar, günahlar, temel insan ve toplum hakları, ahlaki sınırlar yıkılmadan bir bedene uzanmak o kadar kolay değildir.

Tecavüzün kadınlara ve halklara karşı bir silah gibi kullanılmasının tarihi oldukça eskilere gider. İlk izlerine mitolojilerde, savaş ve soykırım hikayelerinde rastlamak mümkün. Bu korkunç yöntemle çok yönlü bir toplumsal yıkım yaşatılır. Tecavüzün tarihsel izlerini sürdüğümüzde Sümer dilinde köle kadınlar için kullanılan “geme” sözcüğü ile karşılaşırız. Sümer dilinde “köle-kız” simgesi gerçekte munus, “kadın” ve kur, “dağ” sözcük işaretlerinin birleştirilmesinden oluşmuştur; “dağ-kadın” düşüncesini açıklar. Sümerler köle-kızlarını çoğunlukla çevrelerindeki dağlık bölgelerden ele geçirdiklerinden bu bileşik işaret tam olarak Sümerce “köle-kız”, “geme” sözcüğünü göstermektedir.(1) Dağlardan getirilen köle kızlar muhtemelen devletli uygarlığa direnen dağlı halkların erkekleri katledilerek kaçırılan kadınlardır. Ekonomisini talana ve savaşlardaki ganimetlere dayandıran köleci, sömürgeci devletler, toplumların kendini savunma hatlarını kırdıklarında toprağa, kadınlara ve tüm maddi ve manevi değerlere el koyarlar. Erkekler çoğunlukla öldürülürken kadınlar işlevli köleler olarak görülmüşlerdir. Hizmetçilikte, bakım işlerinde kullanıldıkları gibi cinsel açıdan sömürülür, eğlence aracı haline getirilir ve çocuk makinesi olarak kullanılırlar. İstenildiği zaman satılıp paraya çevrilebilmelerinden ötürü de köle kadınlar bir yatırım aracıdırlar. Arapça’da akışkan, bir yerden bir yere geçiş yapan cyr kökünden türemiş olan cariye, akan, elden ele dolanan, parayla alınıp satılabilen köle kadın (2) biçiminde tanımlanmıştır. Mülk ve mal varlığı hesaplanırken kişinin sahip olduğu cariyeler de mal kapsamındadır. İmparatorların, kralların, dini önderlerin, zengin kişilerin çok sayıda cariyesinin olması zenginlik nişanesidir. Sarayların harem bölümlerinde tutulan bu kadınlar en iyi hizmeti sunacak eğitimlere tabi tutulurlar.

Mitolojide tecavüz kültürü

Kutsal olanın sınırının aşılması mitolojik anlatımda tanrıçalara dönük tecavüzle başlar. Kadının toplumsal konumundaki geriye düşüşünü onu temsil eden inanç ve kutsallıklara yönelmiş saldırıyla başlatır uygarlık güçleri. Sümer panteonundaki en güçlü tanrı olarak öne çıkan Enlil tanrıça Ninlil’e, Sümerler’in kurnaz tanrısı Enki Nintu’ya ve bu tecavüz sonucu doğan Ninmu’ya onun kızı olan  Ninkurra’ya ve yine bu tecavüz sonucu doğan Uttu’ya tecavüz etmiş bundan da dünyadaki bitkilerin doğduğu rivayet edilmiştir. Tüm kutsallıkların, bereketin, aşkın ve savaşın tanrıçası İnanna’ya tecavüz eden bahçıvan Sukaletu da bunun başka bir örneğidir. Yunan mitolojisinde Zeus tam bir tecavüzcü tanrı olarak tanrıçalara ve ölümlü birçok kadına tecavüz etmiştir. Denizler tanrısı Poseidon Medusa’ya tecavüz etmiştir. Medusa’nın trajik hikayesi lanetlenen tecavüz mağdurlarının en çarpıcı örneğidir. Roma’nın kuruluş mitolojisinde komşu Sabin halkını festivale davet eden Romalılar, Sabin’li kadınlara tecavüz etmişlerdir. Hindistan’da Persliler’in saldırılarına karşı kadınların ele geçmemesi için Ksanthos’lu erkekler kadın ve çocukları kalenin içine toplayarak yakmışlardır. Racistan’da Bikaner kalesinde erkeklerin savaşta öldüğü duyulduğunda kadınlar ellerini sıvaya bastırıp, geride el izlerini bırakarak kendilerini ateşe atmışlardır. Cohar denilen bu gelenek sati(3) geleneğinin bir başka versiyonudur. Kadınlar bir yandan, saldırılabilir, öldürülebilir, alınıp-satılabilir ve tecavüz edilebilir kılınırken, öte yandan ise buna maruz kalan kadınların boyun eğmesi ya da kendini öldürmesi beklenir. Tecavüz kadınlar üzerinde hep çifte cezalandırma mekanizmasıdır. Kadınları o konumda tutan ve onlara bunu uygulayan erkekler değil, tecavüze uğramış kadınlar kirli, namussuz görülmüşlerdir.

Kadına dönük suçlar meşru hak olarak görülmekte

Tecavüz etmek, kadın köleler elde etmek erkeklerin savaşa sürülmesinde bir teşvik aracıdır. Günümüze kadar da savaşan orduların askerleri, milisleri düşmanlarını yenilgiye uğrattıklarında kadınlara saldırmayı hak edilmiş bir ödül gibi görmüşlerdir. O toprağa, halka, inanca, kültüre tam hakimiyetin nişanesi kadınlara dönük cinsel saldırıyla tamamlanmış olur. Yani son sınır bedendir ve artık o da aşılmıştır. Savaşlarda kadınlara dönük işlenen suçların yargılanmamasının bir nedeni de, devletlerin, orduların, iktidarların, egemen erkeklerin bunu meşru bir hak görmelerinde yatar. Bosna, Ruanda, Vietnam, Bangladeş ve Japonya savaşları sırasında tecavüz kamplarının kurulduğu sır değil. Afrika’daki köleleştirme faaliyetlerinde, İndo-Amerikalı yerliler ve Aborjinlere dönük katliamlarda sömürgeciler bu yöntemi uygulamışlardır. Osmanlı devleti de Afrika’dan Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada kadınları kaçırmış, köleleştirmiş ve esir ticaretinde bulunmuştur. Bu suçların büyük bölümü yargılanmamıştır.

Osmanlı İmparatorluğunda Kölelik ve Kadınlar kitabının yazarı Madeline C. Zilfi’nin aktardığı kadarıyla 19. yüzyılda İstanbul’daki kayıtlı kölelerin sayısı 52 bin’dir ve bunun 47 bini kadındır.  İşgal edilen, kendi deyimleri ile feth ettikleri her yerde kadınların bedenlerine dönük işgal sistematik biçimde uygulanmış, bunun vergi ve satışı dahi yasalarda yer almıştır. Esir pazarlarında binlerce kişinin çalışıyor olması ve kadınların fiyatlarını gösteren arşivler bu korkunç yöntemin delilleridir. Osmanlı devletinden devraldığı mirasla Türk devleti de Ermeni Katliamında ve yine Kürtler’e dönük kırımlarda kadınların kaçırılması, köleleştirilmesi, tecavüze uğramalarını bir savaş stratejisi olarak kullanmıştır. Zilan Katliamı, ’38 Dersim Tertelesi, Koçgiri, Maraş katliamında kadınları özel olarak hedef alan stratejinin gerisinde bu binlerce yıllık geleneğin sürdürülmesi yatar. Toprak ile kadın, kadın ile toplum arasındaki bağların bilinciyle tecavüz bir soykırım, soybozum silahı haline getirilmiştir.

Kürdistan’da tecavüz saldırısı?

Kürdistan’daki katliamlarda kadınların bir kısmına tecavüz edilmiş, bir kısmı subaylarla evlendirilirken bir kısmı ise Türkleştirme projesinin aracı kılınmıştır. Dersim’in kayıp kızları olarak literatüre giren Dersim’deki kadın kırımı bunun çarpıcı örneğidir. Katliam sonrası dönemde yatılı bölge okullarında öğretmenlik yapan Sıdıka Avar’ın ‘dağ çiçeklerim’ kitabı bunun itirafı mahiyetindedir. Kitapta düzeltilen, çıkarılan bölümlere rağmen Avar asimilasyon projesinde bir misyoner gibi nasıl çalıştığını anlatmıştır. Kitabında ‘oradaki görevimin ne olduğunu biliyordum’ diye ifade etmiştir. Kürt kızlarını Türkleştirme’deki başarısıyla övünmüştür. Askerlerin evleri basıp kızları toplamasında onlara eşlik ederken, bunların halkta öfke yaratabileceği kaygısı ile bu görevi tatlı dille ve bizzat kendisi üstlenmek istemiştir. Tıpkı Sümerler’in dağlı halklardan çalarak uygarlık projesine dahil ettiği geme’ler gibi Dersim’in dağlı kızları da Türkleştirme projesinin araçları kılınmak istenmiştir.

Kürdistan özgürlük mücadelesinin gelişimi, kadınların bu mücadeleye aktif katılımı ile birlikte ’90’lı yıllarda tecavüz saldırısı, direnişe geçen kadınların iradesini kırma yöntemi olarak yöneltilmiştir. Cezaevine giren kadınlara sorgu süreçlerinde, sağ ya da ölü olarak yakalanan kadın gerillalara, milis ve yurtsever ailelerden kadınlara, demokratik siyaset alanında çalışma yürüten kadınlara devlet onaylı ve destekli biçimde bu saldırılar geliştirilmiştir. Gerilla cenazelerinin parçalanması, sergilenmesi, uzuvlarının kesilmesini kimi asker ve polislerin psikopatik davranışları değil, devletin direnen kadınlardan duyduğu korku, öfke ve nefretin ifadesidir. Bir cenazeye, direnişçiye uygulananlar mücadeleye katılmak isteyen kadınlarda korku yaratmayı amaçlar. Bir diğer boyut ise Kürdistan toplumunun feodal duygularını rencide ederek ulusal değerlerinden vazgeçirme aracıdır.

Tecavüzün arkasındaki devlet aklı

AKP iktidarı ile birlikte hem Osmanlı mirasının devralınmasına benzer biçimde çeteler eliyle kitlesel kadın kırımları, tecavüzler, esir pazarlarının kurulmasına, hem ’90’lı yılların gözaltında taciz-tecavüz, işkence, cenazelere dönük uygulamalarına hem de yeni tarzda sömürgecilik yöntemlerine tanık olduk. Erdoğan’ın 2006’da “Kadın da olsa çocuk da olsa gereken yapılacaktır” sözüyle Kürt soykırımının hiçbir ayrım gözetmeyeceğini gösteriyordu. AKP iktidarı döneminde katledilen onlarca çocuk, YİBO ve sevgi yurtları denilen asimilasyon merkezlerinde yaşanan tecavüz olayları, Pozantı cezaevinde ve tarikatlar yoluyla çocuklara dönük geliştirilen tecavüzler bunun pratikleşmesiydi. 2013 yılında Siirt’in Perwari ilçesinde YİBO’da yaşları 12 ile 16 arasında değişen 7 genç kadına okul müdürü ve polislerin de aralarında bulunduğu onlarca kişi sistematik olarak tecavüz etmişti. Bu olay üzerine valinin ‘dağa çıkacaklarına fuhuş yapsınlar’ sözü bu olayların ardındaki devlet aklını gözler önüne seriyordu.

Direnişçi, devrimci, yurtsever kadınlara yönelik kırım, tutuklama, işkence, infazlar biçiminde devam ederken, AKP iktidarıyla birlikte artık saldırılar tüm kadınlara yönelmiş oldu. DAİŞ’in Ezidî kadınlara dönük saldırısı gerçekleştiğinde Rêber Apo bunun gerisindeki ‘küresel akla’ dikkat çekmiş, bu yöntemin uygulayıcılarının binlerce yıllık tecavüz kültürünü temsil eden güçlerce organize edildiğini ve kadınlara dönük kırım ve tecavüzlerin sonuç alıcı bir kırım yöntemi olarak uygulandığını ortaya koymuştu. Ezidî kadınları ve toplumuna yaşatılan travmanın gerisinde devletlerin sömürgecilik deneyimlerinin planları yatmaktaydı. Şimdi giderek daha net ortaya çıktı ki, AKP iktidarı da bu küresel aklı uygulayanlar arasındaydı. Benzer biçimde AKP ve ona bağlı çetelerce işgal altındaki Efrîn, Girespî, Serêkanî, Bab, Cerablus, Ezaz’da DAİŞ yöntemlerinin uygulanması asıl faili işaret eder karakterdedir. Özyönetim direnişleri sırasında gerçekleştirilen uygulamalar, tutuklananlara dönük işkencelerde de bu yöntemler uygulandı.

Kırıma karşı direniş

AKP döneminde kadınlara yönelik şiddet, katliam, kadınlara dönük kısıtlamalar genel olarak artmakla birlikte Kürt kadınlarına dönük daha özel bir konseptin devrede olduğu görülmekte. Kürdistan’da kadın kurumları kapatılıp, kadınların siyasal kazanımlarına dönük yönelimle birlikte asker, subay, MİT elemanları aracılığıyla Kürt kadınlarını düşürme, ajanlaştırma temelindeki saldırılar yoğunlaşmıştır. Bu olayların gerçekleştiği şehirler, seçilen kadınlar tesadüfi değildir. Devletin katilleri koruma ve savunma yaklaşımı da bu olayların münferit değil örgütlü, kasıtlı, hedefli bir kırım planı çerçevesinde yürütüldüğünün göstergesi. Kürt kadınlarının duygularını sömürme temelinde eğitilen kişiler, cinayet ve tecavüzleri de bir görev kapsamında yerine getirmektedirler. Tecavüz kültürünün binlerce yıllık gerçeği ve AKP iktidarının bu deneyimin dersleri ekseninde uyguladığı kırıma karşı direnişin Kürdistan dağlarındaki kadın gerillalarca veriliyor olması tarihin cilvesi olsa gerek. Dağlı halkın kadınları sömürgeciliğe, tecavüzcülüğe geçit vermezken, onlardan ilham alan direniş de sömürgecilere gereken cevapları vermelidir. Ancak bu direnişte topraklarımızı, şehirlerimizi, kazanımlarımızı olduğu kadar kalplerimizi ve düşüncelerimizi de güçlü özsavunma duvarları ile korumalıyız. Bedene yönelen tecavüzün öncesinde hangi sınırlarımızın aşıldığını görmezsek tecavüz kültürüne karşı etkili mücadele edemeyiz.

*1 https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2018/03/sumer-yazsnn-kokeni-gelisimi-analizi.html

*2 İhsan Eliaçık- İslam’da Cariye Var mı?

*3 Sati: Hindistan’da evli bir erkek öldüğünde eşinin de o erkeğin cenazesi ile birlikte yakılması geleneği.