‘Demokratik çözüm için mücadele’

- Besê HOZAT
1.8K views

1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle sorularımızı yöneltiğimiz KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat çarpıcı açıklamalarda bulundu. ‘Kürt sorunu’nun çözülmeyişinin Türk devlet aklının soykırımcı ve faşizan karakteri ile birebir ilintili olduğunu ifade eden KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı bu faşist zihniyet ve siyasete karşı demokrasi mücadelesinin önemine dikkat çekti.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 1993’ten itibaren demokratik çözüm için ateşkesler ilan ettiğini, yol harikataları, çözüm projeleri gibi girişimlerde bulunduğunu hatırlatan Besê Hozat, tüm bu süreçlerin istismar edilerek hareketlerine dönük daha büyük bir savaşı yürütmenin hazırlık süreçleri olarak ele alındığını, özel savaşa dönüştürüldüğünü vurguladı. 

Savaşı kadın ve yaşam karşıtı erkek icadı olarak tarif eden Besê Hozat, savaşları doğuran zihniyeti ortadan kaldıracak olanın kadınların dayanışması ve öz savunmaya dayalı birleşik örgütlü mücadelesi olduğunu hatırlattı. 

1 Eylül Dünya Barış Günü olarak kabul görmekte. Kürt Özgürlük Hareketi ile Türk devleti arasında yaşanan savaş yarım yüzyıla varıyor. Dünyanın birçok coğrafyasında taraflar arası yaşanan savaş süreçleri müzakere ve barış süreçlerine evrildi, evriliyor. Peki Kürt Özgürlük Hareketi ile Türk devleti arasındaki savaşı sonlandıracak engelleyici faktörler nelerdir? 

Kürt sorunu dünyanın farklı coğrafyalarında yaşanan sorunlardan oldukça farklıdır. Uluslararası bir sorundur. Bölgesel ve uluslararası boyutları var. Türk devleti, Batı emperyalizminin bir karakolu olarak bölgede kuruldu. Kürtler bu plana kurban edildi. 1923 Lozan Antlaşması ardından Kürt inkarı ve imhası üzerinden kurulan Türk devleti bu sorunun temel nedenidir. Dolayısıyla NATO’yu oluşturan uluslararası devletlerin Kürt ve Türkiye politikası değişmeden ve Türk devleti Kürt düşmanı politikalardan vazgeçmeden bu sorunun çözüm yoluna girmesi zordur. Bu konuda çok köklü bir zihniyet ve politika değişikliğine ihtiyaç var. 

Türk devleti soykırımcı bir devlettir. Tarihi soykırımlarla, katliamlarla doludur. Yüzyıldır da Kürtler’e kültürel soykırım uyguluyor, katliamlar yapıyor. Türk devleti Kürdün yokluğu üzerinden kendisini var edeceğini düşünen sapkın bir zihniyete sahiptir. Kürdün varlığını, hakkını, hukukunu kendisine karşı tehdit olarak görüyor. Kürde bu düzeyde düşmanlaşmış hastalıklı bir yapıya sahip. Bu zihniyet aşılmadan, demokratik bir yönetim ve siyaset anlayışı gelişmeden Kürt sorunu barışçıl temelde çözülemez. Bu açıdan faşist soykırımcı zihniyete ve siyasete karşı demokrasi mücadelesi çok önemlidir. Bu mücadeleyi çok örgütlü bir biçimde geliştirmek ve birleşik devrimci demokratik hareketi ortaya çıkarmak soykırımcı faşizme yaşam zemini bırakmayacaktır.    

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ilki 1993’te olmak üzere birçok kez tek taraflı ateşkes ilanları ile barış, uzlaşı ve müzakere süreçlerinin gelişmesi için girişimleri oldu. Bu girişimler neden sonuçsuz kaldı? 

Evet Önderliğimizin 1993’ten itibaren Kürt sorununun demokratik çözümü için birçok girişimi oldu. Şimdiye kadar birçok defa ateşkes ilan edildi, iki defa gerilla güçleri Güney Kürdistan sınırlarına çekildi. Önderliğimiz tarafından çözüm projesi-yol haritası hazırlandı. Demokratik çözüm için en üst düzeyde bir irade ortaya konuldu ancak maalesef hepsi Kürt düşmanı soykırımcı faşist iktidarlar tarafından bir tarafa atıldı. Ateşkes süreçleri Özgürlük Hareketimiz ve halkımıza dönük daha büyük bir savaşı yürütmenin hazırlık süreçleri olarak ele alındı. İstismar edildi. Özellikle AKP iktidarı sürecinde ateşkes süreçleri çok fazla istismar edilerek özel savaşa dönüştürüldü. Kürtler’de ve demokratik kamuoyunda çözüm umudu ve beklentisi yaratılarak oy devşirildi, iktidar tahkimine gidildi. AKP, ateşkes süreçlerine tamamen pragmatik ve çıkarcı yaklaşarak devlete yerleşmenin ve hakim olmanın aracına dönüştürdü. Bunu mücadele dinamiklerini hareketsiz pozisyonda tutarak yaptı. 

Ateşkesten kaynaklı gerillayı eylem yapamaz noktada tuttu. Çözüm süreci algısı yaratarak Kürtler’i beklentiye koyarak mücadelesiz bıraktı. Karşısında duran ve mücadele eden gücü zayıflatınca rahat rahat devlete yerleşti ve iktidarını pekiştirdi, savaşa hazırlandı. 

Ateşkes süreçlerinin demokratik çözüm süreçlerine evrilmesi için gerekli olan demokratik zihniyet ve siyasettir. Türk devlet yönetiminde olmayan da budur. Türk devleti ve yönetim eliti faşist soykırımcı bir zihniyete ve anlayışa sahiptir. Tekçidir ve ırkçıdır. Farklılıklara, farklı etnik, inanç ve kültürel topluluklara düşmandır. Demokrasi ve özgürlük karşıtıdır. Bu anlayışın temsilini on yedi yıldır AKP en zirve düzeyde yapıyor. Kürt sorununu nasıl istismar ettiğini hepimiz yaşayarak gördük. Bu inkarcı ve imhacı zihniyet Kürt sorununun önünde en büyük engeldir.  

Bahsettiğiniz Erdoğan AKP’si “toplumsal huzur” ve “refah” argümanlarını kullanarak iktidara geldi. Fakat 17 yıllık iktidarı süresince savaş politikalarını körükleyerek halklar arası kutuplaşmayı daha da derinleştirdi. Erdoğan’ın uçurumun eşiğine getirdiği ‘Yeni Türkiye’ pozisyonunu nasıl görüyorsunuz? 

AKP on yedi yıllık iktidarı sürecinde Türkiye’nin tüm değerlerini tüketti. Faşist soykırımcı iktidarını ayakta tutmak için saldırmadığı ve harcamadığı değer kalmadı. Kürt düşmanlığı, ülke içinde ve dışında AKP’nin meşruiyetini bitirdi. Bilhassa MHP ile kurduğu faşist ittifak AKP’nin sonunu getirdi. Şu anda MHP’lileşen bir AKP var. Kuruluş “ilkeleri”ne tamamen ters düşmüş, savaş, katliam ve işgal dışında bir şey düşünmeyen ve yapamayan sıfırı tüketmiş bir AKP gerçeği söz konusu. Öyle ki topluma savaş ve katliam dışında hiçbir şey vaadedemiyor. 

Türkiye ekonomisi Kürtler’e karşı soykırım savaşında tüketildi. Şimdi büyük bir ekonomik kriz yaşanıyor. Sekiz milyon işsizden bahsediliyor. Yoksulluk ve yolsuzluk almış başını gidiyor. Toplumsal kutuplaşma ve yarılma had safhada. Türkiye toplumunu milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçilik argümanları ile her gün zehirliyor, buradan ömür devşirmeye çalışıyor. Fakat sonuç korkunç bir ekonomik, sosyal ve siyasal çöküntüdür. Aynı durum dış siyasette de yaşanıyor. Türkiye iktidarının tükenmiş bir dış siyaset gerçeği var. Suriye’de saplanılan çukurdan nasıl çıkılacağı bilinmiyor, yeni işgal naralarıyla çare aranıyor. Aynı durumu Irak’ta da, Akdeniz’de de yaşıyor. Kürt düşmanlığı NATO ile arasını açtı, Rusya’nın kucağına attı. Bu gidişatın nereye varacağı da belli değil. 

Kürt fobisi Türkiye’nin tüm rezervlerini tüketti. Türkiye’nin satılmadık, dağı, taşı, ormanı, suyu, fabrikası kalmadı. Türkiye dış güçlere parsel parsel peşkeş çekildi. Dünyada itibarını kaybetti. Hegemon güçlerin oyuncağına dönüştü. Türkiye toplumu açlıktan kırılıyor. Uyuşturucu, fuhuş, kadın kırımı, çocuk katliamları almış başını gidiyor. Korkunç düzeyde bir ahlaki çöküş yaşanıyor. Zindanlar devrimciler, siyasetçiler ve aydınlarla dolduruldu. İnanılmaz düzeyde bir beyin göçü yaşanıyor, yüzlerce aydın, siyasetçi ülkeyi terk etmiş durumda. Gençlik mutsuz ve umutsuz. Böylesi cehennem bir Türkiye tablosu var karşımızda.     

Topluma mal olan bu krizden çıkış pekala mümkün. Barış süreçlerinin sırf savaşan muhataplar ile sınırlı olmadığını kabul edersek, hangi toplumsal dinamiklerin harekete geçmesi gerekiyor?   

Demokratik çözümü ve barışı esas olarak toplumun demokratik mücadelesinin etki gücü tayin eder. Faşist soykırımcı bir zihniyetten demokratik çözüm beklemek en amiyane tabirle aptallıktır. Daha iyimser bir ifadeyle saflıktır. Demokratik çözümü demokrasi mücadelesi ortaya çıkarır.  Türkiye’de güçlü bir demokrasi ve barış mücadelesi olmadan demokratik çözümün zemini-imkanı ortaya çıkmaz. Mevcut faşist soykırımcı devleti ve iktidarı geriletecek, demokrasiye zemin açacak esas güç, dinamik bir toplumsal ve siyasal mücadeledir. Türkiye toplumu demokrasi ve barış talebini yüzbinler ve milyonlar olarak meydanlara çıkarak ortaya koyabilirse demokratik çözüme de kapı aralamış olur. Yanı sıra Türkiye’deki tüm sivil toplum örgütleri, kadın, çevre hareketleri ve aydınlar demokrasi ve özgürlük talebini en yaratıcı demokratik eylemlerle ortaya koyabilirse demokratik sürecin taşları döşenir. Yine demokratik siyaset halkın örgütlü mücadelesine dayanarak en aktif ve en etkili haliyle rolünü oynayabilirse demokratik çözüm gerçek bir olgu haline gelir. 

Faşist olarak tanımlanan iktidardan demokratik çözüm dilenmez, beklenmez. Demokratik çözüm için mücadele edilir. Mücadele edilmeden ve direnmeden hiçbir hak elde edilemez. İnsanlık tarihi bu yönlü sayısız örneklerle doludur.  

Kürt Halk Önderi, uzun bir aradan sonra avukatları ile Mayıs ayı içerisinde gerçekleştirdiği görüşmede toplumsal uzlaşı, demokratik müzakere ve onurlu barış vurgusunda bulundu. Sayın Öcalan’ın bu tespitinin muhatapları kimlerdir? 

Önderliğimizin onurlu barış, toplumsal uzlaşı ve demokratik siyaset/müzakere çağrısının temel muhataplarından biri rasyonel devlet aklıdır. Rasyonel devlet aklı nedir? Rasyonel devlet aklı; Kürtler’e, Kürt sorununa öfke, kin ve nefretle yaklaşmayan, rasyonel akıl ve yüzyıllık tecrübenin getirdiği bilgelikle yaklaşan ve gerçek anlamda devletin ve halkın çıkarını düşünen içsel akıl demek. Demokratik, gelişkin ve ilerici bir Türkiye isteyen bir akıl Kürt sorununa da akıl ve bilgelikle yaklaşır. Sorunu rasyonel mantık çerçevesinde ele alır. Bu çağrının bir başka temel muhatabı hiç kuşkusuz demokrasi güçleri, demokratik kamuoyu, demokratik muhalefet ve siyasettir. Hatta çağrının baş muhatabı bu güçlerdir denilebilir. Muhatap halktır, halkın ve toplumun örgütlü mücadelesidir. Güçlü bir toplumsal mücadele ve siyaset bu çağrının hayat bulmasını sağlayacaktır. Örgütlü, topyekün güçlü bir demokratik mücadele gelişirse Önderliğimizin çağrısı yaşam şansı bulacaktır. Mücadele ve direniş olmadan tek bir yaprak dahi kıpırdamaz. Hiç kimse kendisini aldatmamalıdır. Her şey mücadele edilerek kazanılır. 

Çatışmalı ortamın durması için hareket olarak onlarca kez iyi niyet niteliğinde adımlar atmış olmanıza rağmen kamuoyunda sanki uzlaşıya gelmeyen, savaşmakta ısrar eden taraf olarak lanse ediliyorsunuz. Kürt Özgürlük Hareketi olarak savaştığınız muhataplar ile olası bir müzakere ve uzlaşı süreci için öne sürdüğünüz koşullar veya şartlar nelerdir? 

21. yüzyılın ilk çeyreğini yaşıyoruz. Kürt sorununun halen inkar ve imha zihniyetiyle ele alınması ve soykırımcı savaşta ısrar edilmesi utanç verici bir durumdur. Türk devleti gerçekten dünyanın en gerici ve en soykırımcı faşist devletidir. Bu yüzyılda bir halkı soykırımdan geçirerek yok edeceğini düşünerek saldırmak insanlıktan nasibini almamış alçak bir zihniyetin tükeniş hali olabilir ancak. 

Kürtler’in çözüm talepleri Türkiye’yi demokratikleştirme talepleridir. Kürtler Türkiye’nin demokratikleşmesini istiyor. Demokratik bir Türkiye’de demokratik haklarını talep ediyor. Günümüz dünyasında bundan daha doğal ve meşru bir şey olabilir mi? Demokratik özerklik ayrı bir devlet kurmak değildir. Demokratik özerklik Türkiye devlet sınırları içerisinde Kürt halkının demokratik, hukuksal haklarına kavuşmasıdır. Kürtler’in öz yönetim hakkına kavuşması ve bunun anayasal güvence altına alınmasının Türkiye’ye ne gibi bir zararı olabilir? Aksine Türkiye’ye en büyük faydadır bu. Kürdistan’da demokratik özerklik demek demokratik bir Türkiye demektir. Bundan niye korku duyuluyor? Türkiye’de demokrasi ve özgürlük isteyen herkes canla başla demokratik özerklik çözümü için çalışma yürütmeli ve mücadele etmelidir. Normal ve doğru olan davranış budur, demokratik, özgürlükçü ve adaletli olmanın gereği de budur. 

Tarihsel ve güncel süreçleri baz aldığımızda; savaş ve faşizmin yükselişe geçtiği koşullarda en fazla kadınlar mağdur olmakla birlikte, buna karşı en büyük karşı koyuşu da yine kadınlar göstermekte. Hem savaşın mağduru ama yanı zamanda direnişin öncüsü olan kadınlar, coğrafyamız merkezli yürütülen üçüncü dünya savaşı olarak ifade edilen koşullarda çözümün öznesi olmak için nasıl bir inisiyatif kullanmalı? 

Savaşlar egemen erkek icadıdır. Egemen erkek, iktidarını savaşlarla tahkim etmiş ve sürdürmüştür. Devlet, erkek egemen iktidarın bedenleşmiş halidir. Savaş bu bedeni ayakta tutan gıdadır. Bu gıda egemen erkek açısından temel besin kaynağı iken kadın, toplum ve doğa açısından öldürücü bir zehirdir. Savaş kadın karşıtı bir icattır, kadın düşmanıdır. Savaş erkek aklının yarattığı en iğrenç ve en korkunç icattır. Anti yaşamdır. Egemen erkek iktidarı ve devleti kurulduğundan bu yana savaş vardır, başa baş biçimde korkunç bir kadın, doğa ve yaşam katliamı da vardır. Evet dediğiniz gibi bu gerçeğe paralel şekilde her zaman savaşa karşı onurlu yaşam mücadelesi de olmuştur. Kadınlar bunun öncüsü ve öznesi olmuştur. İnsanlık değerleri kadınların direnişi sayesinde bugünlere taşınmıştır. Günümüzde de savaşa karşı en güçlü mücadeleyi yine kadınlar yürütüyor. 

Kadınların verdiği bu mücadele yeterli midir? Elbette hayır. Üçüncü Dünya Savaşı’nı yaşadığımız bu çağda da en büyük kırımı ve acıyı yine kadınlar yaşıyor. Adına insanlık değerleri dediğimiz kadın değerleri bu savaşla bir bir yok ediliyor. Kürt Kadın Özgürlük Hareketi öncülüğünde güçlü bir direniş söz konusu. Yine Arap kadını, Asuri-Süryan kadını, Türkmen kadını direniyor, mücadele ediyor. Türkiye Kadın Hareketi, dünya kadın hareketleri son yıllarda önemli bir direniş iradesi ortaya koydu. Ancak tüm bunlar bu korkunç hegemon erkek savaşını durdurmaya, faşist zihniyeti aşmaya yetmiyor. 

Kadın örgütlülüğü ve öz savunması henüz zayıftır. Kadının örgütlü mücadelesi ve öz savunma gücü çok önemlidir. Bunun ne kadar hayati olduğunu Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesi deneyiminde görüyoruz. Rojava devrimi bir kadın devrimi ise, bu kadınların mücadelesi sayesindedir. Onlarca yıla dayanan örgütlü kadın mücadelesi olmasaydı bugün Rojava devrimi olmazdı. Kongra Star, Kuzey Doğu Suriye Kadın Hareketi ve YPJ gibi örgütlü kadın kurumlarından bahsedemezdik. Türkiye Kadın Hareketi’nin yakaladığı mevcut düzeyden de söz edemezdik. Demek ki kadının örgütlenmesi ve örgütlü mücadelesi çok çok önemlidir. Öz savunma vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Savaşları doğuran zihniyeti ortadan kaldıracak olan kadınların her yerde en güçlü bir biçimde örgütlenmesidir. Dayanışmasıdır. Hep birlikte birleşik örgütlü kadın mücadelesini geliştirmesidir. Kadın öz savunma gücünün kurulmasıdır. Ve kadının öncülüğünde demokratik özgür yaşam sisteminin inşa edilmesidir. Kadın, birleşik örgütlü mücadelesiyle kadın değerleri ekseninde toplumsal bir yaşamı ve sistemi inşa ettikçe, mücadelesini büyüttükçe, savaş-şiddet başta olmak üzere egemen erkek icadı tüm yıkıcı ve yok edici sonuçlar yaşam şansı bulamayacaktır.