Faşizmin kokusunu kıtalar ötesinden alırız

- KAKTÜS
409 views

Muhtemelen bir çoğunuz, hayatı ti’ye alan, espri yapmayı çok seven, şakacı biri olduğum için buraya yazdığımı düşünüyor. Peki gerçekten espri nedir, nasıl ortaya çıkar, niye yapılır? Bir kere espri, hayatın ruhunu yakalamak içindir. Hayatın ruhu ise düşüncedir. Yani esprinin amacı bir yerde düşünceyi özgür kılmaktır. Bir ağız dolusu gülmek, sevgiyle coşan yüreği dışarıya akıtmak, yaşamın tadına vararak sismik dalgalar oluşturmaktır. Biz buna eğlenmek diyoruz. Ve… daha bir sürü şey. Ama dikkat edin, söylediğim sözler aynı zamanda birer araştırma konusu. Hayatın ruhu ya da zamanın ruhu, özgür düşünce, sevgiyle coşan yürek, bir ağız dolusu gülmek için kıvrılabilen zeka… Yani beynin terlemesi gerek. Bunun için de önce bir devreleri yakmalı tabi. Beynin devreleri ısınmaz, yanmaz, varolanın ötesine taşmazsa nasıl terlesin?!? Bir sismik dalgalanma şart yani.

Şimdi ben bunları niye yazıyorum? Tabii ki de nasıl güleceğinizi söylemek için değil? “Gülmüyorsanız, anlamıyorsunuz” gibi bir hakarette bulunmak için de değil? Şöyle diyelim, espri; gerçek hayattan kopuk değildir. Ve Maalesef yaşadığımız akıl dışı olayların yarattığı acılardan, trajedilerden doğarlar. Yaşadığımız trajediler, akıl dışı olaylar… ister içimize sinsin, ister sinmesin, ister kabul, ister değil hayatımıza bir şekilde doluşurlar. Onlardan kaçamayacağımıza göre baş etmenin bir yolunu buluruz. Mizah da bu yollardan biri. Yani demem o ki, bedeniniz bir anlık sismik dalgalanma yaşasın diye yazmıyorum, beyin devreleriniz yansın diye yazıyorum. Yansın ki, kıvrılabilen zekamızın kıvılcımları, hakikat arayışında ritmik bir melodi olsun. Yani amaç; biraz da hakikat arayışındaki yol ve yordamı çoğaltmaktır. Belki de bir pencere açmaktır…

“Suriye’nin toprak bütünlüğü için…”

Gelelim kuru fasulyenin yarattığı gazın zararlarına. Niye  bu kadar kafanızı ütüledim ben? Dünya böyle ütülenmiş elbise gibi düz müdür? Değil tabi. Ama karmaşık olanı anlatabilmek için bazen yolu düzleştirme ihtiyacı duyuyor insan. Mesela; şimdilerde halk olarak trajedilerden trajedi beğeniyoruz. En büyük lüksümüz direnme biçimimizi tartışmak. En büyük mutluluğumuz, bedenimizden geriye kalan uzuvları saymak.

Biliyorsunuz, 9 Ekim’den bu yana Rojava Kurdistanı’nı istila etmek için TC devleti bir savaş başlattı. Adını da “Barış Pınarı Harekatı” koydu. Bilmiyorum tarihte benzer örnekleri var mı ama barışın manası hiç bu kadar özünden boşaltılıp, suistimal edilip, tecavüze uğramadı her halde.  Hele TC devletinin istilasına karşı dünya devletlerinin tavrı tam bir sefillik örneği. Bazı devletlerin takındığı tavır ve söylemlerini sırf tarihe dipnot düşmek için değil, insanın içine düştüğü acizliği, yüzsüzlüğü, aşağılık, riyakarlığını, sapkınlığı ve saptırmayı anlatmak için buraya yazıyorum. Örneğin Erdoğan istila hareketini başlatırken amacının, “güvenli bir bölge oluşturmak” olduğunu ve “Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak için barış pınarı harekatını başlattık” dedi. Aklıma Hitler’in, Belçika’yı işgal ederken söylediği sözler geldi. Hitler, “Belçika’yı işgalden kurtarmak için Belçika’ya girdik” demişti. Lafa bak hele, sanırsın Hitler, Belçika’yı işgal etmemiş de, özgürlük, mutluluk, huzur, götürmüş. Erdoğan’ın konuşması da aynı. Her yere saldırıp, dünyayı DAİŞ ile tehdit edip, sonra güvenlik sorunu varmış gibi davranıp, tecavüz ettiği tüm kutsal değerlerin arkasına saklanarak, “Suriye’nin toprak bütünlüğü için” Suriye’yi istila ediyor. Faşizm işte, dünyanın her yerinde aynı şerefsizlik. Tüm dünya halkları, Rojava halkına yapılanın bir saldırı ve soykırım olduğunu kabul edip, Kürt halkı için alanlara çıkarken, devletlerin tutumu tam bir sefillik örneğiydi. Düşünün yani hemen hemen tüm devletler, Türkiye’ye yaptırım uygulanmasını istedi. Ama iş uygulamaya gelince herkes birbirine baktı. “Yaptırım mı dediniz, ne yaptırımı? Yaptırım uygulayalım mı dedik” der gibiler.

Kürt ölmüş, beyaz fosfor kullanılmış kime ne?

AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu’ndan biri, “Suriye’de zoraki demografik değişiklikleri finanse edemeyiz!” derken sanırım sözde mülteciler için 2017 yılında AB tarafından Türkiye’ye verilen 3 milyar Euro ile 2019 yılında verilen veyahut verilecek olan 1,5 milyar Euro’yu unutmuş olsa gerek. Daha ne vermeyi düşünüyorsunuz ki, Türkiye’nin, Kürtler’i katletmekte kullandığı çeteleri maaşa mı bağlayacaksınız? Fransa eski Cumhurbaşkanı, BMGK ve AB’nin yaptırım uygulamasını istedi. Peki sonra ne oldu? Rusya ile ABD, BMGK’nin yaptırım kararını, kınama açıklamalarını veto etti. BM yaptırımları bir daha gündeme geldiğinde ise bu kez de Macaristan veto etti. “Ne alaka Macaristan” diyeceksiniz. Ben de düşündüm, siyasi yakınlık, düşünsel yakınlık, dönem görevleri… “devletin şerefsizliği” alakadar etmiş olabilir diyeceğim. Macar halkını töhmet altında tutmak istemem yani. AB’nin 28 üye devleti ortak açıklama yaparak Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’deki “operasyona” son vermesi çağrısında bulundu. Neden? Çok kaygılılarmış. DAİŞ’in yeniden canlanma ihtimali varmış. Türk devletinin yaptığı saldırılar DAİŞ’ın işine yarayabilirmiş? Yoksa orada Kürt ölmüş, napalm kullanılmış, beyaz fosfor kullanılmış, Kürt kadın siyasetçilerin bedenleri parçalanmış, Kürt kadın savaşçıların beyni dağıtılmış, çocuklar beyaz fosfora maruz kalmış, yüzleri, gözleri, kirpikleri erimiş, kime ne…?

Ya düşünün, bir devlet kimyasal silah kullanmakla suçlansın ve Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) gibi önemli bir kuruluş aynı devletten yüklü bir “bağış” alsın. Eee tabii ki Kürtler buna “rüşvet” der. Tüm görüntülere rağmen sen çıkıp, “Türk devletinin konvansiyonel olmayan silahları kullandığına dair iddiaları değerlendireceğiz” gibi abuk-sabuk açıklama yaparsan, Kürtler sana, “yalancı” da der, “adi” de der, “rüşvetçi, bênamûs” da der. Sonra Fransa, Almanya, Norveç, Hollanda, Finlandiya Türkiye’ye silah satışını durdurma kararı alsın. Daha ne satacaktınız ki? Yani yaptırımlarınız masada olsa ne yazar? Anca İsviçre gibi, “Türkiye görülmemiş şekilde uluslararası yasaları çiğnedi” dersiniz. Gerisi, gerisi Donald Trump’un saçmalama sınırına dayanıyor; “Kürtler 2. Dünya Savaşı’nda Normadiya çıkarmasında bize yardım etmedi.” Hemen söyleyeyim Kürtler’in cesaret sorunu yok. Gemimiz yoktu, gelemedik. Yoksa faşizmin kokusunu biz kıta ötesinden alırız?!? Ayrıca Kürtler’in insanlık için ne yapıp yapmadığı, cesaretlerini sorgulamak sana kalmamış. Bi öteye git hele! Daral geldi vallaha… Peki sonuç? Allah’tan Papa Franciscus var da Rojava’daki halkımız ve orada yaşayan Hıristiyan toplumlar için dua ediyor. Yani o da olmasa ne ne olacaktı?

Şimdi durum ne? Durum şu; Türk-Cihadist devleti “İslamiyetin yüzü-suyu hürmetine”, “kafir Kürt’ü” öldürürken ölenlerin ruhuna Papa dua etti. Tanrılar ise memnun, insan kanıyla mutluluğu fondipliyor. İşte değerli okuyucu, insana bu trajediler yazdırıyor. Acılar bir hafiflesin, -tabi hafiflemesine izin verirlerse- ne cevherler çıkar… Aynı anda hem gülüp, ağlamak nasıl bi şey anlatırız…