Dayê Şehla Güney Kürdistan’ın Germiyan bölgesinde yaşıyor. Dört çocuğu var. Bu çocuklardan üçünün babası yaşama erken veda ettikten sonra, Dayê Şehla ilk eşinin kardeşi ile evlendiriliyor. Ve Şehla dünyaya geliyor. Hem toplumsal baskı hem ikinci eşinin baskısı yüzünden büyük bunalımlar yaşıyor. Toplumsal siyasal koşullar da çok kötü…
Kendisi anlatıyor, “Mekan Kürdistan’ın Güneyi… Fiziki, siyasi, kültürel soykırımın kıskacındayız. Zaman 1990’lı yıllar. Halepçe Katliamı yaşanmış, enfal gerçekleşmiş, binlerce kişi göç yollarında. Dünyanın gözü önünde kimyasallarla katledildik. Halepçeli çocukları çalıp başka ülkelere götürdüler. Germiyan’da enfalle ganimete sayıldık. Saddam’ın zulmünü yaşadık. Dile kolay dünyanın bütün kötülüğünün özetiydi Saddam. Ve biz onu yaşadık ama yılmadık, direndik” diyor. Konuşurken uzaklara dalıyor Dayê Şehla ve devam ediyor, “Evet bu kadar zulüm vardı ama direniş de vardı. Bu umut veriyordu. Diğer taraftan bir kadın için her şey çok zordu. Benim için en zor olan ikinci eş ile evlendirilmekti. Ve bu eşin bana, çocuklarıma karşı öfkesiydi. Bu öfkeyi anlayabiliyordum. O da geleneklerin kurbanıydı belki ama her gün şiddet uygulamasına dayanamayıp Doğu Kürdistan’da olan akrabalarımın yanına gittim. Kendi ayaklarım üzerinde durmayı öğrendim. Sonra geri döndüm. Çocuklarımı kimseye muhtaç etmedim. Kendi kimliğimi buldum. Ben ne babamın kızı, ne çocuğumun annesiydim, ben bendim. “Min xoman im, navê min heye. Min Qibarim.” Kimseye ihtiyacım yok. Ve şimdi de kendi ayaklarım üzerinde duruyorum. Çocuklarım da öyle” diyor ve gururla ekliyor “Gerilla bir kızım da var, Şehla.”
Bilime kadın ruhunu katmak
Sohbetimize komşuları da dahil oluyor. Biri Türkmen, biri Arap iki kadın… Onlar da Kürtçe’yi biliyorlar. Dilin ve kültürün hiyerarşisi yoktur ki. Birlikte yaşayan halklar bunu en iyi bilenlerdir. Ve sohbetimize katılıyorlar. Acılar coğrafyaların izini taşır. Zamanın yükünü sırtlar. Ama acının kaynağını bilmek ve ona karşı dirençle durmak acıyı güce dönüştürür. Her birisinin benzer bir hikayesi var. Hepsinin gözlerinden yüreğimize yansıyan ışık direniş ruhunun güçlü olduğunun habercisi… Mühim olan bu ruhu açığa çıkaracak yöntemi bulmak… Jineolojî akademisinin kalbimizin güneyinde sağlayacağı en büyük katkı bulduğu yöntemlerle felsefesiz bırakılmış, umudu kırılmış, güveni sarsılmış parçamızda bir felsefe okulu görevini yürütmek. Doğru yöntemle doğru çözümlere yol almak… Bilime kadın ruhunu katmanın, nicel ve nitel araştırmalar yapmanın ötesinde kadın hikayelerinde gizli olduğunu öğreniyoruz zamanla. Yazımıza bir hikaye ile başlamamızın nedeni bu. Her hikayede birikmiş binlerce anlam var çünkü. Ve bu anlamlar yaşamın tanımını veriyor. Yine yaşamın nasıl tanımsız hale getirildiğini ifade ediyor. Buna en büyük katkıyı da Hewraman’lı Jale Xan ile yaptığımız sohbetin sonucunda ulaşıyoruz. “Var mı Hewraman’da da bir Ferhat ve Şirin, Aslı ile Kerem, Mem ile Zîn hikayesi?” Gülümseyerek yüzümüze bakıyor Jale Xan: “Yok. Çünkü Hewraman’da sınıf yoktur. Komünaldir yaşam. Sınıfların olduğu yerlerde vardır böyle aşk hikayeleri. Bizde yok” diyor. “Sizde aşk nedir” diye sorduğumuzda da gözleri parlayarak, “Bizde aşk yaşamdır” diye yanıtlıyor. Yaşamının her yanında yansıyan ışık, görülen estetik bunu doğruluyor.
Jineolojîyi sahiplenen ilk adım Güney’de atıldı
Ve daha keşfedilmeyi, anlatılmayı bekleyen nice hikaye. Halepçe müzesinde acılarının nöbetini tutan kadının, dağlarda ülkesini savunması evli olması şartıyla kabul edilen peşmerge kadınların, her gün gerillaların gelmesi için dua eden, oğlunun doğum günü ile eşinin ölüm günü bir olan annenin acısı, sünnet olmamak için evden kaçan, ateşin acısını yüreğindeki acıya yeğleyip kendini yakan binlerce kadının hikayesi var. Bütün bu hikayeleri anlamak ve bu temelde umut ekmek ise jineoloiî akademisinin göreviydi. Çok çeşitli yöntemler denendi. 2008’de Rêber Apo Özgürlük Sosyolojisi kitabında ilk defa jineolojîden bahsettiğinde bunu sahiplenen ilk adım Güney kadınlarından geldi. Jineolojînin ilk konferanslarından biri Hewlêr’de 2012 yılında yapıldı. Tanıtım seminerleri farklı zaman dilimlerinde bütün kentlerde gerçekleştirildi. Çağın temel çelişkisi olan cins çelişkisine çözüm iddiası taşıyan ve yaşamın kaynağını bu çelişkinin çözülmesinde gören jineolojînin beslendiği kaynağın Güney Kürdistan dağları olduğu ısrarla anlatıldı. Jineolojî’nin Zagros kültürünün, Ninhursag’ın direniş damarının ve özgür yaşam arayışının bilimi olduğunu vurguladı. Köklerinden beslenen ve kökleri üzerinde kaybettiği yerde yeniden yeşeren bir bilim olduğu anlatıldı. Ama eksik kalan bir şey vardı. Tanıtmanın yanı sıra bu bilimi sahiplenmelerini, jineolojînin sunduğu birikimin ışığında kendilerinin olmalarını sağlayacak örgütlenmelere ihtiyacımız vardı. Ruhsal ve düşünsel dünyalarına dokunacak, kendilerini ait hissedecekleri bir yerleri olmalıydı. Bunun için de kendilerine ve dolayısıyla kadınlara güvenip birlikte irade olmanın yollarını yaratmamız gerekiyordu. Kadının saklı kalan bilgilerini açığa çıkarıp güncellemek, ruhsal dünyalarını güçlendirmek ve birlikte irade olmak önemliydi. En zor kısmı buydu.
Sömürge gerçeğinin yarattığı kültürel soykırım
Çünkü Güney Kürdistan modernizmin çok yoğun etkisindeydi. Güç olmanın yolu onlar için “modern” kadınlar olmaktan geçiyordu. 20. yüzyılın başından itibaren öne çıkan Hafsa Xan Naqip, Adile Xan bu yolda ilerleyen kadınlardı. Yine mevcut siyaset giyimi, üslubu, tarzı ile modernizmi alternatif olarak sunuyordu. Her ne kadar dillerini, kültürlerini konuşsalar da çok ince bir şekilde emperyalist kültüre, ulus devlet zihniyetine doğru giden bir realite vardı. Sömürge gerçeği en çok kültürel soykırımda kendini gösteriyordu. Anadil İngilizceye kayıyordu. Bireycilik en başat yaşam tarzıydı. Toplumsal ilişkilerde ciddi bir yalnızlaşma görülüyordu. Güvensizlik özellikle kadınların birbirine karşı güvensizliği üst boyuttaydı. Birçok kadın kurumu olmasına rağmen bunlar sorunlara çözüm gücü olmuyordu. Hepsi çok biçimsel kurumlaşmalardı. Fon ile çalışma konsepti ekseninde öze dokunmayan, hasar alan ruhsal dünyalarına nüfuz etmeyen kurumlaşmalardı. Kurtuluş yolunun örgütlenmekten geçtiği konusunda ikna değillerdi. Hatta böyle bir arayışları yoktu. Baas rejimine karşı direnen, ulusal değerlerini korumak için mücadele eden ruh, mevcut siyasetin işbirlikçiliği ve istikrarsızlığı nedeniyle büyük bir kırılma yaşamıştı. Yıllardır federal bir yapıya ve siyasal yönetime sahip olmalarına rağmen bu siyaset tarzı her geçen gün emperyal kültüre eklemlenmekten öte bir şey yapmamıştı. Hem sosyal hem siyasal anlamda yönlerini modernizme çeviren bir gerçeklik vardı. Siyasetin yaşamın ta kendisi olduğunu anlatmak, onları buna inandırmak mevcut sosyolojiye uygun yöntemleri gerekli kılıyordu. Varolan güvensiz ve umutsuz ruh halini, yıpranan maneviyatı yeniden kurmak önemliydi. Jineolojî akademisi çalışmalarını bu eksende ele aldı.
Kadın kütüphanesi
Özgürlük çizgisi ile işbirlikçi çizginin en fazla çarpıştığı bu coğrafyada Aşağı Mezapotamya’da her şeyden önce moral değerleri yükseltmek gerekiyordu. Dayatılan köksüzlüğe karşı kendi kökleriyle yeniden güçlü bağlar kurmasını sağlamak için buranın sosyolojisini anlamaya dönük çalışmalar yapıldı. Şehrazor, Germiyan, Behdinan, Süleymaniye alanlarında belli araştırmalar yapıldı. Ana kültürün dayandığı tarihsel damarı açığa çıkarmak için Kıfri, Çemçemal, Gundi Çermo gibi neolitik kaynakların olduğu yerlere dair bilgiler toplandı. Jineolojînin dayandığı bu köke dair araştırmalar yapıldı. Burada çok güçlü bir tarihsel toplumsal dayanak vardı. Ranya’nın bazı köylerinde aşiretleri hala yöneten kadınların olduğuna tanık olundu. Kadın şifacılığını nesilden nesile aktaran damarın farkına varıldı. Annenin ismiyle varlığını sürdüren ailelerlerden bahsedildi. Köylerde, dağlarda yaşamın kaynağı olan birçok bilgi vardı ve jineolojî bunları keşfetmekle yükümlüydü. Bunun için alanın mevcut realitesine uygun bir şekilde resmi kurumlaşma arayışlarına gidildi. Ulusal bazda tüm parçalarda ve dünyada Kürt kadınlarının eserlerinin toplanacağı bir kütüphane çalışması yürütülürken, öte yandan alanın sosyolojisine uygun bir resmi kurumlaşmanın alt ve üst yapısı örüldü.
Neden kadın ve yaşam bilimi?
Bu arayışlar sonuçlanıncaya kadar mekan ve olanakların olup olmamasına bakılmadı. Bir grup kadınla Jineolojî Araştırma Merkezi çalışmaları temelinde jineolojî kursları düzenlendi. Galerilerde, kadın kurumlarında, kafeteryalarda, evlerde kurslar sürdürüldü. Özgür akademileşme, her alanı bir eğitim sahasına dönüştürme perspektifi ekseninde mekana takılmadan kurslar verildi. Kurs sözcüğü doğallığında ortaya çıkan bir tanımlama oldu. Her ay haftada üçer saat toplam dört hafta süren kurslar düzenlendi. Farklı bileşimlerin bir araya geldiği kurslarda ihtiyaçlara göre konular belirlendi. Birincisinde jineolojînin neden kadın ve yaşam bilimi olduğu konusuna odaklandı. İkinci kurs neden ve nasıl jineolojî konusu ile jineolojînin dayandığı birikim esas alındı. Üçüncüsü erkeğin değişim ve dönüşümüne odaklanan bir kurs olarak planlandı. İhtiyaca göre bütün alanlara dönük kursların yapılması yönünde adımlar atıldı. Bu kurslarda yaşadığımız en güzel duygu ilk defa bir araya gelmelerine rağmen ilk adımda birbirlerine karşı önyargıları olan, güvensiz yaklaşan kadınlar arasında manevi bağların kurulmuş olması oldu. Geldikleri siyasi görüşe bakmadan birbirini anlama çabası umut verdi. Her seferinde yirmiye yakın kişi ile birlikte bu eğitimleri düzenlemek güç verdi. Her kursun sonunda kadınların yaptıkları öneri ise güney Kürdistan’da kadınların jineolojîye çok ihtiyacının olduğu ve mutlaka bilmesi gerektiği yönünde oldu. Ayrıca genç kadınların yaptıkları kamplarda jineolojînin etik estetik ile olan bağı ele alındı. Dört parça Kürdistan’dan kadınların yer aldığı buluşmalar düzenlendi. Şimdi xwebûn ekseninde kadın sanatçılarla birlikte kurslar sürmektedir. Xwebûn kurslarında da tarihsel toplumsal gerçeği içinde kendini tanıyan ve bunu düşünce ve eylem gücüne dönüştüren kadının “Ben benim” felsefesine ulaşabileceği yönünde tartışmalar oldu. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Gününde kadın sanatçıların sorunun ötesinde çözümü sunacakları bir sergi gerçekleştirme hedefi de bu kurs ekseninde gelişen bir öneri oldu. Sanatın toplumdan iyice soyutlandığı, öznesi, hedefi ve kapsamının muğlaklaştırıldığı bir zihniyete karşı böylesi bir kararlılıkla hedef koymak oldukça anlamlı. Jineolojînin sanat perspektifinin ele alındığı panel başta olmak üzere farklı çeşitli etkinlikler de düzenlendi.
Direnişi bilimsel bir şekilde örmek
Güney’de varolan temel realitelerden biri de çağın bilişim-iletişim çağı olması gerçeği ile bağlantılı gelişen arayışlar oldu. Bu eksende websitesi açıldı. Sosyal medya hesapları aktifleştirildi. Bu alan üzerinden gelişen ilgi daha profesyonel yaklaşma ihtiyacını ortaya çıkardı. Çoğu kadın buradan jineolojî ile ilgili belge ve kaynaklara ulaştı. Bu süre zarfında kimi broşür ve kitapların basımı yapıldı. Sonuç olarak Hafsa Xan Naqip’ten Margaret George Shello’ya, Leyla Qasim’dan Viyan Caf’a uzanan görkemli direniş geleneğine sahip Güney Kürdistan’da kültürel ve fiziksel kırım politikalarına karşı direnişi bilimsel bir şekilde örmek tarihi önemde. Rêber Abdullah Öcalan, “Güney devrimi kadın devrimidir” derken devrimde stratejik öznenin kadın olduğuna işaret etmektedir. Kadının yaşadığı çelişkilere çözüm bulmak güney devriminin temel momenti. Jineolojî çalışmaları da en yaralı parçamızda en çok maneviyatı güçlendirmek durumundadır. Kapitalist modernitenin işgal ettiği yaşamın teşhir edilmesi kadar alternatif düşünsel, sanatsal, kültürel üretimin yaygınlaştırılması önemli çalışma başlıklarından. Jineolojî çalışmaları burada farklı toplumsal projelerle toplumla bütünleşmenin kanallarına odaklandığı gibi farklı kadın kurumlarının hedefsizliğine yön vermeyi esas almaktadır. Sistemden bunalan, yön bulamayan gençlerin arayışlarına cevap olmak kadar kısa ve orta vadeli ihtiyaçlar temelinde her kesime ve kişiye uygun yöntemler bulma arayışını sürdürmektedir. Bu temelde jineolojî akademisi Güney Kürdistan’da kimi zaman bir felsefe okulu kimi zaman bir araştırma merkezi olarak çalışmalarını sürdürmeye devam etmektedir.
*Jineolojî Akademisi Üyesi