‘İşgale karşı Kürdistan’ı Savun’     

- Omedya WELAT
381 views
Haziran ayı içersinde dünyanın farklı ülkelerinden 150’yi aşkın akademisyen, feminist, ekolojist, siyasi aktivist, parlamenter ve gazeteci Türk devletinin Başûrê Kurdistan’daki işgalinin yol açtığı savaş suçlarını durdurmak ve Kürtler arası diyalog ile birliğini güçlendirmek amacıyla ‘Barış Delegasyonu’ adı altında bu bölgeye gitmek istedi. Fakat uluslararası hukuk hiçe sayılarak delegasyonun gidişine izin verilmedi.

Delegasyon üyelerinin birçoğu Başûrê Kurdistan’a geçmeden Almanya’da, geçebilen bir kısmı ise Hewlêr’de engellendi. Hewlêr’e ulaşabilen birçok kişi, uluslararası hukuk ihlal edilerek gözaltına alındı veya tutuklandı. Hewlêr’de bulunan Birleşmiş Milletler Ofisi önünde yapılmak istenen açıklama ise KDP güçlerince engellendi. Delegasyon üyeleri tüm engellemelere rağmen kaldıkları Blue Mercury otelinde KDP asayişi kuşatması altında “Defend Kurdistan-Kürdistan’ı Savun” adlı inisiyatifin kuruluşunu duyurdu. Sözkonusu açıklamada Türk devletinin Başûrê Kurdistan’daki işgali, demografik değişim, etnik temizlik ve doğa tahribatı politikalarının derhal durdurulması istendi. “Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki neo-Osmanlı projesine hayır” diyen delegasyon üyeleri, uluslararası ve bölgesel güçlere Türk devletinin Kürdistan’da işlediği soykırım ortaklığına son vermeleri çağrısında bulundu. Delegasyon, Türk işgaline karşı dinenen Kürt halkı, tüm Kürt parti ve kurumları ile gerillaya desteğini açıkladı. Barış Delegasyonu CENÎ Üyesi Marlene Förster ile  Alman-Türk ittifakı, işgale karşı uluslararası dayanışma ve kuruluşunu ilan ettikleri Defend Kürdistan İnisiyatifi’nin yol haritasını konuştuk. Devletlerin barışa dair bir ilgi ve niyetlerinin olmadığını belirten inisiyatif üyesi, devletler ve hükümetlerin ilgilendikleri konunun savaş olduğunu vurguladı. Batı devletlerinin uzun zamandan beri sömürge politikalarında faal pozisyonda olduklarını hatırlatan Förster, kendileri için önemli olanın dünyanın her yerinde savaşa karşı gücü birleştirmek ve savaşa karşı ayağa kalkmak olduğunu hatırlattı. 

İlgili uluslararası hukuk normlarına göre işgal ve sömürgecilik suç kapsamında sayılmasına rağmen, sizin Başûrê Kürdistan’daki girişiminiz örneğinde görüldüğü gibi işgal karşıtı mücadele neden hedef alınıyor?
Bu soruya çok farklı boyutta cevap vermek mümkün. En net ve kapsamlı yanıt ise kendileri bunun aksini iddia etse de neredeyse hiçbir devletin barış önceliğinin olmaması, barışla ilgilenmemesidir. Devletlerin ve hükümetlerin ilgilendikleri konu savaştır. Zaten devletler, sömürgecilik veya sömürüye karşı çıkmazlar. Bunun aksine özellikle Batı devletleri uzun zamandan beri aktif olarak sömürge politikalarını uyguluyorlar. Bu bağlamda sömürgeciliğin biçimi değişmiş olsa da özünde bir fark yok. Birçok devlet ya da şirket nüfusun bir bölümü üzerindeki sömürüye dayanarak kendini var ediyor. Bu açıdan barış için girişimimizin kriminalize edilmesi bizi şaşırtmadı. Örgütlenmiş bir toplum ve topluluk baskı ve sömürüye karşı ayağa kalkabilir ve bunun karşısında durabilir. Dünyanın hiçbir devleti bunu istemez. Mesela Almanya bu savaştan çok kazanıyor. Türkiye’ye sattığı silahlarla milyarlık ticaret yapıyor. Almanya ve diğer NATO devletlerinin bölge üzerinde çıkarları var. Dolayısıyla NATO, örgütlü ve kendi haklarını savunan bir halk istemez. Genel anlamda ekonomik çıkarlar önemli bir faktör. Halkı bölmeye çalışarak sömürüyü daha da kolaylaştırmak istiyorlar. Bu şekilde salt insanları değil, tüm doğal kaynakları sömürmek kendileri için daha karlı oluyor. Barış heyetimiz birçok açıdan tehdit olarak görüldü. 

Neden?
Çünkü perde arkasında yürütülen birçok kirli işbirliğini gündeme getirdi. Örneğin Almanya’nın Türkiye devleti ile özelde savaş sanayisine dayalı suç teşkil eden ticari ilişkilerini teşhir etti. Yine Türk devletinin bölgede yürüttüğü işgal ve savaşa karşı kamuoyunun tepkisini örgütleyerek barış talebini güçlendirdi. En önemlisi de KDP’nin bize yönelik engellemeleriyle, kendi iktidar ve ekonomik çıkarlarını toplumun çıkarları önünde tutan, işgalci bir güce kendi kapılarını açan Güney Kürdistan’daki bölgesel hükümetin pozisyonu bir kez daha teşhir oldu.

Hewlêr’deki sert müdahale ve engellemeyi, işlenen savaş suçlarını gizlemenin
refleksi olarak da okumak mümkün mü?
Çok net olarak evet. Bu durum birçok boyutta yaşanıyor. Almanya’nın bize karşı seyahat yasağı uygulaması Alman-Türk ilişkisiyle alakalı olduğu kadar, birebir Almanya’nın ekonomik çıkarları ve Ortadoğu’daki siyasi etkisini büyütme çabasıyla da bağlantılı. Almanya’nın Türk rejimini politik olarak desteklemesi, yine Türkiye ve farklı birçok ülkeye silah satışı, çoğu insan tarafından sorun olarak görülüyor. Bu nedenle tüm bunları yaparken kamuoyunda tepki oluşmamasına da önem veriyor. Bu anlamda Türk devleti de oluşan en küçük bir kıvılcımı bile darbelemeye çalışıyor. Bu güçler, yürüttükleri savaş ve savaş suçlarının uluslararası alanda görülmemesi ve konu olmamasına büyük özen gösteriyor. Çünkü kimyasal gaz kullanımı, sivil topluma yönelik saldırılar ve bir bütün olarak yaşanan hak ihlallerinin gündem olması, uluslararası hukukta suç tanımına denk düşmekte. Böylesi bir durum bu güçler açısından büyük ve baş ağrıtıcı sorun demek. Dolayısıyla işlenen tüm suçlar “terör ile mücadele” kılıfı altında kamufle ediliyor. Erdoğan’ın neo-Osmanlıcılık hayaliyle bölgede Kürt halkına uyguladığı zulmün basına ve kamuoyuna yansıması perdelenmekte. Aynı şekilde Güney Kürdistan’da KDP de gerçekleri manipüle ederek, savaş ve çatışmanın sorumlusu olarak Türk işgalciliği yerine Kürt Özgürlük Hareketi’ni göstermekte. PKK’nin geçmiş ve yakın tarihte birden fazla diyalog ve sorunun siyasal çözümüne hazır olduğuna dair beyanları bilinçli bir şekilde görmezden geliniyor. Barış delegasyonu ile görüşmelerin engellenmiş olmasının başlıca nedeni de bu hakikati gizleme amaçlıdır. Tüm bu çarpıtma ve manipüle etme girişimlerine rağmen, halkın savaş politikalarının arkasında durmadığı gözlemlendi. Halkın çıkarlarından ziyade, kendi çıkarlarını gözeten KDP, bölgede gelişecek olası barış arayışına haliyle karşı çıkıyor. Çünkü işgal ve savaşın bitmesi, barışın gelişmesi KDP’nin iktidarını kaybetmesi anlamına geliyor. 

Heyete yönelik en sert tepki Alman devletinden geldi. Sizin de yukarıda dikkat çektiğiniz gibi bu girişimin “Türkiye ile devlet ilişkilerine zarar vereceği” belirtildi. Söz konusu ilişki ve işbirliğinin arkasındaki tarihsel arka plan nedir ve günümüzde nasıl uygulanıyor?
Alman-Türk devlet dostluğu çok eskilere dayanıyor. Örneğin Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya ve Osmanlı müttefikti. Alman İmparatorluğu, Osmanlı’nın genel politikalarını ve Ermeni Soykırımı’nı destekleyen pozisyondaydı. Buna benzer tarihsel birçok örnek sıralanabilir. Alman devleti her zaman dünyada yaşanan sömürgeciliğin, savaşın veya baskının aktif bir destekleyicisi ve uygulayıcısı olmuştur. Örneğin 1988’de Güney Kürdistan’ın Halepçe kentinde binlerce insanın yaşamına mal olan katliamda kullanılan kimyasal gaz, bizzat Alman şirketleri tarafından Saddam Hüseyin’e satılmıştı. Günümüzde de bu suçlara devam etmekte. Türkiye’ye verdiği silah (insansız hava araçları dahil) ve son teknoloji ile savaş politikalarına katkı sunuyor. Türk devleti bu silahları sadece Kuzey ve Doğu Suriye’de değil, Güney Kürdistan’da da kullanıyor.Almanya, NATO’nun bir parçası ve ortak stratejinin çıkarları uğruna Türkiye üzerindeki etkisini korumaya çalışıyor. Bu ilişki biçimiyle milyarlar elde ediyor. Öte yandan AB’nin mültecileri Türkiye sınırları içerisinde tutma anlaşmasını destekliyor. Dolayısıyla Türk devleti aleyhine gelişen birçok faktörü kendisine yöneltilmiş olarak algılıyor. Örneğin Kuzey Kürdistan’daki öz yönetim direnişi süreci, Rojava Devrimi’nin gelişimi ve Medya Savunma Alanları’ndaki mücadeleyi kendisi açısından tehlike olarak görüyor. Birçok özgürlükçü, feminist ve toplumun geleceğine dair vizyonu olan kurum ve kuruluş Almanya’nın bu tehlikeli pozisyonunu benimsemeyerek karşı çıkıyor. Şunu da eklemekte fayda var; Alman hükümetinin en büyük korkusu, Almanya’daki sol örgütlerin Kürt hareketiyle buluşmasıdır. Bu fobiden dolayı Ankara rejimiyle paralel olarak Kürt kurumlarına karşı sürekli bir baskı ve sindirme politikası yürütüyor. Bunu Barış Delegasyonu’na yönelik yaklaşımında da gördük. 

Defend Kürdistan-Kürdistan’ı Savun İnisiyatifi olarak önünüzde nasıl bir yol haritası bulunuyor, neler yapmayı öngörüyorsunuz?
Geçtiğimiz son birkaç yılda sol hareketlerin ve kimi toplumsal kesimlerin odağı Rojava Devrimi’ni savunmak oldu. Söz konusu devrimin yaygın bir kamuoyu desteğini alması elbette çok önemli bir kazanım. Kürt Özgürlük Hareketi’nin görüşleri ve Kuzey Doğu Suriye’deki inşa çalışmaları geniş bir kesimi etkiledi. Defend Kürdistan İnisiyatifi, Türkiye’nin şimdiye kadar işlediği suçları ifşa etmek kadar, Kürdistan’ın tüm parçalarındaki olası saldırıları durdurmak açısından da önem taşıyor.Türkiye ve Almanya aynı ortak stratejiyi, yani “iyi Kürt-kötü Kürt” politikasını esas alıyor. Defend Kürdistan İnisiyatifi’nin bir hedefi de bu parçalama stratejisinin bilincinde olarak bizi bölmelerine izin vermemektir. Dört parça Kürdistan birdir, tıpkı Kürt hareketi ve Kürt toplumu gibi, tıpkı bütün dünyadaki enternasyonalistler ve demokratik güçler gibi. 2016 ve 2017 yıllarında  Bakur’da yok edilmek istenen öz yönetim direnişi, Rojava Devrimi’ne karşı saldırılar ile Başûr dağlarındaki gerilla mücadelesine karşı yönelimlerin özü aynı; Kürt soykırımı. Bizim kampanyanın hedeflerinden biri de bu bağlantıları açığa çıkarmak. Savaş, sömürü ve baskı politikalarına karşı ortaklaştırmayı ve kolektif gücü örgütlemek hedeflerimiz arasında. Bu hedefler doğrultusunda birçok politikacı, sivil toplum örgütü ve aktivist ile görüşmeler yaptık. İşgal ve savaş karşıtı protesto eylemleri gerçekleştiriliyor. Mahalleler düzeyinde tartışmalar yürütüldü, bilgilendirme amaçlı birçok panel ve etkinlik gerçekleştirildi ve tüm bunları yapmaya devam ediyoruz.  Bizim için önemli olan Almanya, Avrupa, Kürdistan ve dünyanın her yerinde savaşa karşı gücümüzü birleştirmek ve savaşa karşı ayağa kalkmaktır. 

Çeviri: Ronya RÜZGAR