Bir savaşın ertesinden şöyle notlar düşülmüş:
“Komşumuz, topraklarımızda gezdiklerini görünce felç geçirmişti. Evinde… kısa süre sonra öldü, kaldıramadı bu durumu…
Her yer yanıyordu, köyleri insanlarla birlikte ateşe veriyorlardı. Okullara, ibadet yerlerine toplayıp üzerlerine gazyağı döküyorlardı. Beş yaşındaki yeğenim de yanımdaydı, konuşmalarımızı dinliyordu, sormuştu bana: Teyze, yandığım zaman benden ne kalacak? Sadece botlarım mı? Çocuklarımız böyle sorular soruyordu işte.
Rüyalarımda ya tüfeğimin çalışmadığını ya düşmanın etrafımızı kuşattığını görürdüm.
Param yok, ama bir tavuğum var. Gidip sorayım, komşum dün istemişti, alırsa satarım, sana veririm.
Yaralı bir asker yerde yatarken acıyla toprağı avuçladı. Bizimkilerden biri yanına gidip demişti ki: Dokunma, benim toprağım o. Seninki, nereden geldiysen ordadır!
Savaşa gitmemle gurur duydum hep. Yurdumu korumuş olmamla.”
Yurdumu korumuş olmamla gurur duydum
Şimdi de başka bir savaşın notlarına bakalım. Diğerine uzak, fersah fersah uzak bir memlekette yaşanan bir savaşın notları:
“Komşumuz, amcam, dayım, annem ve daha birçok yakın uzak akraba, birçok insan, birçok can, düşmanın topraklarımızda gezdiğini, insanları katlettiğini görünce felç geçirdi, yüreğine dert oturdu, hastalıktan ince ince öldüler yakın ya da uzak yurtlarda.
Her yer yanıyordu. Tarlalarda olgunlaşmış başaklar yanıyordu. İnsanları okullara, ibadet yerlerine ya da bodrumlara toplayıp kapıları kilitliyorlar, pencerelerden benzine batırılıp yakılmış kumaş parçaları atıyorlardı. Küçük bir kız çocuğu soruyordu: Teyze yandığım zaman beni nasıl tanıyacaklar, benden ne kalacak geriye? Ve ben, yandığı zaman tanınsın diye tellerle adını yazıp çocukların boyunlarına asıyordum.
Rüyalarımda ya tüfeğimin çalışmadığını ya düşmanın etrafımızı kuşattığını görürdüm. Tetiğe basıyorum, mermi patlamıyor. Mermi çürük çıkıyor ya da silah tutukluk yapıyor.
Param yok, ama bir tavuğum var, biraz da peynir. Onları alın.
Yaralı asker bağırıyordu. Acıdan olmalı. Kendi ülkesinden çok çok uzakta olmanın acısından belki de. Bizimkilerden biri yanına yaklaşırken öfkeyle sesleniyordu: Bağırma öleceksin. Kendi topraklarında olmadığın için, bizim topraklarımıza izinsiz geldiğin için ve bizi öldürmeye geldiğin için, acıdan başka ne bekliyordun. Bu yüzden… Bağırma, öleceksin!
Savaşa gitmemle gurur duydum hep. Yurdumu korumuş olmamla gurur duydum.”
İki ayrı yurdun insanından benzer sözler
İlki 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanmış birkaç yıl sürse de büyük katliamların yaşandığı bir savaş.
İkincisi ise 20. yüzyılın sonlarında başlayan ve 21. yüzyılın başında yaşanıp süren, 37 yıldır bitmeyen bir savaş…
İki ayrı çağın, iki ayrı yurdun insanından benzer değil aynı sözler dile geliyor.
İlki Rus yurtseverlerin sözleri ve Svetlana Aleksiyeviç’in ‘Kadın Yok Savaşın Yüzünde’ adlı kitabından alıntılardır. Kitap İkinci Dünya Savaşında Sovyetler’e saldıran Almanya’nın uygulamaları, Sovyetler Birliği’ndeki direniş ve kadınların savaş deneyimlerine, ağırlıklı olarak da savaşın erkek egemenlikli karakterine odaklanmış. Savaşan kadınların meşakkatli savaş deneyimlerini ve savaş sonrası kendilerini inşa çabalarını anlatıyor. Çok değerli anlatılar ve çok ciddi insanlık dersleri var. Ancak Kürdistan kadın özgürlük mücadelesi yürüten kadınlar olarak eksik ve yanlış bulduğumuz, bugün de Ekim devriminin en temel eksikliği olarak değerlendirdiğimiz yanlar var şüphesiz.
Bitmemiş bir savaşın içinde yaşayan kadınlar olarak tüm bedellerine, zorluklarına, kendi içimizde yaşadığımız toplumsal cinsiyetçi mücadelemizle, yazacağımız hiçbir kitaba böyle bir ad vermediğimizi belirtmek bu farkı anlatabilir. Zaten süren mücadelemiz içinde Önder Apo’nun bu tarz çalışmalara, ürünlere verdiği değerden dolayı, kendi anılarını kitaplaştırma, roman denemeleri yapma, kadın direniş tarihini yazma denemeleri çokça yapılmış ve bir kadın özgürlük tarihi kütüphanesi de oluşmuştur. Bu anlamda biz Svetlana’nın tersine Kadın Var Özgürlük Savaşının Yüzünde deriz. Kutsallaştırmanın da doğru sonuçlara götürmeyeceği belirtilebilir. Zira savaşanın özgürleşmesi, özgürleşenin güzelleşmesi, güzelleşenin sevilmesi felsefesiyle mücadelemizi yükseltiyoruz. Tabi ki aslolan kutsamak değildir. Savaşın erkek karakterine rağmen kadın özüyle, rengiyle savaşarak, bunun büyük bedellerini vererek, toplumsal geriliklerle yüzleşerek, yeni özgür kadın kimliği yaratma konusunda ortaya çıkan devrimsel düzeydir.
Her acı tüm insanlığın acısıdır
İkincisi ise Kürdistan. Kürdistan’da yaşayan ya da hayatını kaybetmiş, şehit düşmüş, katledilmiş Kürt insanlarının sözleri. Savaştan sonrası anlatılmıyor ikincisinde. Çünkü savaş sürüyor ve anlatılan herşey savaşın içinden anlatılıyor. Bu, savaşın içinde yaşadığımız çağda olmasından, şimdiki zamanda olmasından kaynaklanmıyor. Savaşın yarım yüzyıldır soykırımın tüm yöntemleriyle sürmesinden kaynaklanıyor. Sözlerin kimisi Kürdistanlı yurtseverlerin, kimi Kürdistan özgürlük hareketi PKK gerillalarının, kimi PKK sempatizanlarının deneyimlerini ifade ediyor. Kimi de düşman saldırısını idrak edecek kadar akıllarını yitirmemiş olmalarından dolayı, tüm düşmanlığın Kürt olmalarına, Kürtçe konuşmalarına, soykırımla tükenmemiş olmalarına karşı yapıldığını anlayamamış olan bodrumlarda yok edilmeye çalışılan küçücük Kürt çocuklarına ait sözler.
Kuşkusuz acının kıyası olmaz, her acı tüm insanlığın acısıdır. Çok büyük nüfusa sahip olan Rus halkının birkaç yılda yaşadığı acıların aşılması, yaraların sarılması da tüm yetersizliklerine rağmen Ekim devriminin başarısı olarak da ortaya çıkmıştır. Ancak Kürtler gibi adı dahi kabul edilmeyen, inkar edilen, devletsiz bir halkın tarih boyunca yaşadığı acıların kıyastan öte bir karakteri vardır. Öncelikle çok uzun bir dönem süren parçalı ve karmaşık dengelerin ortasında yer alan ulusal direnişler PKK ile kırk yıllık kararlı ve iddialı bir direnişle ulusal bir karaktere bürünmüştür. 3-5 yılı çok çok aşan bir savaş vardır ve hala tüm yoğunluğuyla sürmektedir. 37. yılına giren bir savaşın, soykırım çemberindeki bir halka verdiği zararlar kadar bilinçle, anlamla ve direnişle yaşandığında kazandırdıkları da bilinmekte, yoğun tartışılmaktadır. 40 yılın ürünü kadın özgürlük devrimidir. Toplumun ahlak devrimidir. Önder Apo paradigmasının evrenselleşmesidir. Demokratik Ortadoğu konfederalizmi ve dünya demokratik konfederalizmi bunun nihai olmayan büyük bir evresidir. Demokratik uluslaşma fikrinin insanların ırkçılıkla her gün zehirlendiği bir çağda özgür insanlığa verdiği heyecan, insanlık tarihinin en önemli aşamalarından birinde olduğumuzu da gösteriyor. Dünya kadınlarının konfederalizmi fikri, tüm uluslardan, inançlardan kadınların aynı ezgiler eşliğinde halaya durması, ortak duyguları yaşamaları ve herkesin kendi dilinde aynı duyguları dillendirmesi, 21. yüzyılın kadın özgürlük yüzyılı olma anlamında büyük umutlar doğurduğunu da göstermektedir.
Evrenselleşen Sakine Cansız gerçeği
20. yüzyılın başında dünya savaşlarında parçalanmışlığı tescil edilen, uluslararası güçlerin garantörlüğünde statüsüzleştirilen Kürtler’in soykırım savaşı karşısındaki direnişi, kadınların örgütsel, ideolojik ve yaşamsal öncülüğü şüphesiz Ekim Devrimi’nden alınan derslerle bunu kat kat aşacak düzeydedir. Bugünden ortaya çıkan evrensel değerler bunu göstermektedir. Evrenselleşen Sakine Cansız gerçeği bunun bir ifadesidir. Yine tüm dünya kadınlarının “Jin, Jiyan, Azadî” sloganını yükseltmesi bunun bir ifadesidir.
Bu iki örnek, sarfedilen sözler, anlatılan duygular birbirine çok benzemektedir. Neredeyse aynı kişilerin sözleri dedirtiyor. Aynı sözlerin, aynı anlamların, aynı duyguların yükselmesi tesadüf değildir tabi. Bu benzerliğin biz insanlığa ve bizim yüzyılımıza anlattıkları var. Bugün hakim sistem ve düşünce yeteneği köreltilmiş çoğunluk bu anlatılanları anlama yeteneğinden çok fazla yoksun bırakılsa da, bu deneyimlerin, bu yaşanmış zamanların bize söylediklerine kulak verip daha fazla anlamak gerekir. Bunun öncülüğünü ve en güçlü yürütücülüğünü yapacak olanlar da bu yüzyılı özgürlük yüzyılı yapmaya karar vermiş olan kadınlardır.