Kadınlar baharı muştuluyor

- Zeynep KIZILIRMAK
895 views

Suriye’de 15 Mart 2011’de ülkenin güneyindeki Deraa’da başlayan gösterilere yönelik rejimin sert müdahalesi ile başlayan iç savaş 8’inci yılını doldurdu. Zamanla başka güçlerin denkleme dahil olması ile ülkede (Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin raporlarına göre); yüzbinlerce insan öldü ve milyonlarca insan yerinden edildi. 

Tecavüz, kaçırma ve ölümün en fazla vurduğu kesim ise kadınlar oldu. El Kaide bağlantılı El Nusra ve DAİŞ dahil ‘dış’ destekli onlarca çete örgütü türedi ve bunlar, sahada Türkiye gibi devletlerin vekalet savaşını yürüttü hala da yürütüyor. Kaos ve yaygın tanımlamaya göre üçüncü dünya savaşının merkezine dönüşen ülkenin kuzeyinde ise örgütlü gücü ile kendini korumak için örgütlenen Kürtler tüm bu karmaşanın içinde ‘başka’ bir yol izledi. 

İdari ve savunmasını oluşturan Kürtler Efrîn’den Dêrik’e kadar bir alanda oluşturdukları özerk yapılarla artık tüm dünyada tanınan ‘Rojava Modeli’ni oluşturdu. Sahada cihadist, milliyetçi, cinsiyetçi örgütlerin ilk vur emrini verdiği ve kadınlar eliyle oluşturulan bu sistem çok geçmeden hedef haline geldi. 

Kadın eliyle kurulan sistem Saraylı’yı korkuttu

Rojava’ya ilk olarak El Nusra çeteleri 2012’de Serekanîye üzerinden saldırdı ve büyük bir yenilgi aldı. Ardından DAİŞ Kobanê üzerinden Rojava’yı boğmak için ikinci saldırıya geçti. Kobanê 126 günlük bir direniş sonucunda kazandı. Arkasından ise adım adım Kuzey Suriye toprakları vekaletten savaştırılan çetelerden temizlendi. Bugün hala Dêra Zor’da çeteleri temizlemek için bu savaş devam ediyor. 

Suriye iç savaşının başından itibaren işgal emellerini açık açık söylemekten çekinmeyen ve ‘Emevi Camisi’nde namaz kılma” hayalleri güden tekçi Türk devleti Rojava’da halkların ortak yaşamına yönelik saldırgan tutum aldı. Önce beslediği,  zaman zaman kol kola görünmekten çekinmediği çeteler eliyle işgal ve talana girişti. Bu da yetmedi, bu çeteler eliyle Kobanê’de 150’ye yakın insanın hunharca öldürüldüğü 25 Haziran 2015 Katliamı gibi birçok kanlı girişime imza attı. 

Kadının vatani görevini ‘çocuk doğurmak’ olarak belirleyen bir iktidar anlayışı için Rojava’da savaşan, toprağını koruyan kadın modeli, büyük bir tehditti. Asıl sorun buradaydı, hani sistemler arası savaş deniliyor ya Saraylı’nın korktuğu sistem işte böylesi bir sistemdi. Yani kadın eliyle kurulan Rojava sistemi. 

Kadınlar öncülüğünde toprağını, kimliğini ve varlığını koruyarak sistemini inşa eden Rojava modeli başından itibaren, varlığını özgürlüklerin ‘yok’luğu üzerine inşa eden Türk devleti ve Erdoğan rejiminin hedefi oldu. 

Erdoğan çetelerin ilham kaynağı oldu

16 yıllık iktidarı boyunca kadın düşmanı politikalarını her fırsatta ortaya koyan ve kadınlara “nasıl doğuracağını, nasıl yaşayacağını buyuran” Erdoğan’ın, Rojava’ya yönelik saldırganlığının altında yatan en temel etkenlerden biri de buradaki sistemin kadın öncülüğünde oluşturuluyor olmasıydı kuşkusuz. Bir süre sonra ise ÖSO adını verdiği DAİŞ ve El Kaide’den devşirme onlarca parçaya ayrılmış paralı çete yapılanmalarını öne sürerek arkasına takılıp Bab’ı işgal etti. Geçtiğimiz yıl bu vakitlerde ise aynı taşeron çete gruplarıyla Efrîn’i işgal etti. 

Kürdistan’ın Kuzey ve Rojava sınırı boyunca tecavüzcü, talancı ve ganimetçi çetelere destek vermekten çekinmeyen, ortaklığı defalarca uluslararası platformlarda dillendirilen Erdoğan için en büyük tehlike elbette ki dünya görüşüne göre Rojavalı kadınlar olacaktı. Ki pratikleriyle de ortaya çıkan sonuçlar nasıl bir sistem öngördüğünü belgeliyor. DAİŞ, El Nusra ya da değiştirilen adıyla Heyet Tahrir el Şam (HTS)’ın kadın düşmanı politikaları, işledikleri suçlar aşikardı.. Ancak “Fırat Kalkanı” adı altında Bab’a kadar inen hattın işgali ve ardından “Zeytin Dalı” adı altında yürüttüğü işgal saldırılarıyla Efrîn’de yaşananlar bu çetelerin ilhamını nereden aldıklarının göstergesi. 

Efrîn’de kadına dönük savaş suçları ağırlaşıyor

Bab-Cerablus hattında Türk devletinin beslediği çetelerin kadınlara yönelik işlediği suçların haddi hesabı yok. Geçtiğimiz aylarda Cerablus’ta sokak ortasında bir kadının infaz edilişine tüm dünya tanıklık etti. 

Adının Reşa Bisîs olduğu öğrenilen bir genç kadın önce ÖSO çetelerinin tecavüzüne maruz kalmış ve ardından ise kardeşi olduğu öğrenilen çete üyesi tarafından “Namusunu temizle” denilerek kurşuna dizdirildi. Reşa, Türk ve ona bağlı çetelerin işgali altındaki bölgede katledilen, tecavüze maruz kalan kadınlardan sadece biri. Baskı altında sesini duyuramayan halk, benzer kadın katliamlarına her gün tanık olduklarını anlatıyor.  

Türk devleti ve çetelerinin işgal ettiği Efrîn’de yağma ve gasp görüntüleri tüm dünyaya yayıldı. Ancak Efrîn’de en büyük insan hakkı ihlali ise kadınlara yönelik gerçekleştiriliyor. Suriye Kadın Meclisi’nin geçtiğimiz ay yayınladığı rapora göre; Efrîn’de Türk işgali altında 10 ayda aralarında kız çocuklarının da bulunduğu 119 kadın kaçırıldı. Suriye Kadın Meclisi Genel Koordinatörü Lîna Berekat sahadan gelen bilgiler doğrultusunda hazırladıkları rapora ilişkin şu bilgileri veriyor: “Etnik baskı, katliam, yağma bunlar bilinenler. Ancak Efrîn’de kadınlara yönelik savaş suçları her geçen gün ağırlaşıyor. Tespit edebildiğimiz 119 kadın kayıp. Bunlar arasında kız çocukları da bulunuyor. Yine Türk devletinin denetimi altında tecavüz vakaları çok fazla. Efrîn’de savaş suçu işleniyor ve biz Türkiye devletinin buradaki suçlarından dolayı yargılanması için uluslararası kurumlara başvuru yapacağız.”

Erdoğan’dan yeni işgal tehditleri

Türk devletinin işgal ettiği yerlerde durum bu iken, 19 Aralık’tan itibaren ise Erdoğan Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik yeni bir işgal tehdidinde bulundu. Fütursuzca dünyanın gözünün içine baka baka yalanı seri üreden Erdoğan, işlediği onca suça rağmen utanmadan gerekçe olarak ‘kurtarıcı’ rolünden bahsetti hem de. Tabi kimse bu yalana inanmadı ancak, devletler politikasında savaş-rant-ticaret üçgeninde bir o yana bir bu yana yeni bir işgal saldırısının hesabını yapıyor. 

Özneyi dışlayan bir yerden politikanın bu üçgende ilerlediği bir noktada herkes kim izin versin kim vermesin tartışmalarına yoğunca girdi. Oysa Kuzey Doğu Suriyeli kadınlar, daha Rojava modelini başından oluştururken, kimsenin icazetini almamıştı ve kimsenin politikalarına göre yola çıkmamışlardı.

Kuzey Doğu Suriye’de kadınların ekonomiden, siyasete, öz savunmadan, eğitime oluşturdukları örgütlenme modeli zengin deneyimleri barındırıyor. Bu yazının konusu olmadığı için ilgilenen ve deneyimlerden yararlanmak isteyenler için önemli bir kaynak olduğunu hatırlatalım. 

Kadınlar son sözü baştan söyledi: “Direniş”

Türkler ve onlara bağlı çetelerin şiddetini birebir yaşayan kadınlar asıl özneydi ve onlar son sözü baştan söyleyerek, “direniş”ten başka yol olmadığını dile getirdi. Bunlardan biri Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi Kadın Konseyi Başkanı Cihan Xidro. Cihan, Türk devleti ve ona bağlı Ahrar Şam, Liva Tevhid, Cephet El Nusra, DAİŞ çetelerinin zulmünü yaşamış, Suriyeli bir kadın.

“Çetelerle savaşırken de biz aslında Erdoğan’ın rejimine karşı savaşıyorduk ve onlardan daha tehlikeli olduğunu biliyoruz” diyen Cihan şunları ekliyor: “Türk devleti geçmişte üstümüze çetelerini saldı. Ama bugün kendisi sahada dünya kadınlarının onuru Kobanê’ye saldırıyor. Çünkü her ne kadar 7 yıl boyunca kadınları katletti ve köleleştirmeye çalıştıysa da, Kürt kadını öncülüğünde Suriyeli kadın hep daha büyük bir gelişme yaşadı.” 

Kadın özgürlük perspektifi ile yıllardır örgütlenme ve bilinçlenme faaliyetlerini birlikte yürüten Kuzey Doğu Suriyeli kadınlar, savaşta işgal edilecekler listesinde; toprak, mal-mülk ve kadın bedeni olduğunu çok iyi biliyor. Bu nedenle yıllardır oluşturdukları öz örgütlülüklerine olan güvenle ‘geçit vermeyeceğiz’ diyor. 

İşgal ‘güvenli bölge’ tartışmalarının arasında aslında kimin ne dediğine çokta bakmadan kendi öz güçleri ve öz örgütlülükleri ile oluşturdukları modelin her alanda daha da sağlamlaştırılması için çalışıyor Kuzey Doğu Suriyeli kadınlar. Günlük politikalarla insan hayatlarını silahlar ve ticaret ile alıp satan savaşların sahibi erkeklere, erkek sistemlere karşı…