Kazanan kadınlar olacak

- Zeynep SİPÇİK
621 views

2010-2014 yılları arasında Mardin’in Derik ilçesinde belediyeye bağlı kadın kurumlarında kadın çalışmalarını yürüttüm. 31 Mart 2014 yerel seçimlerinde Kerboran (Dargeçit) Belediye Eşbaşkanlığına seçildim. İki yıla yakın Belediye çalışmalarını yürüttüm. Müzakere-çözüm sürecinin bozulmasıyla birlikte ben de gözaltına alınarak tutuklandım. Hakkımda birçok dosya açılmış olup, birçok dosyadan tutukluyum. Yaklaşık 18 aydır tutuklu bulunmama rağmen tek bir defa dahi savunmam alınmış değil. Tutukluluk süresini uzatmak için birçok oyalama taktiği uygulanmakta. 28 Mart 2016 tarihinden beri Sincan F Tipi kadın cezaevinde tutuklu bulunmaktayım.

MANSET-Bilindiği gibi Eşbaşkanlık sistemi Türkiye siyasetine ilk defa, Kürt siyasi hareketi tarafından hayata geçirildi. Eşgenel başkanlıktan tutalım, bütün il, ilçe ve belde parti Eşbaşkanlığına kadar, her yerde kadının temsilliyeti  ve iradesi ön plana çıktı. Özelde kadınlar tarafından sahip çıkılan bu sistem kısa bir sürede bir bütünen toplum, halk tarafından içselleştirildi. Bu sistemle birlikte kadından ve halklardan gasp edilen siyasi ve politik alanlar tekrar kadının adil ve komünal karakteriyle bütünleşen bir yönetim tarzıyla hayat buldu.

Kota’dan Eşbaşkanlığa

Yerellerde bulunan birçok kurum halktan alınarak devlet iktidarını garantiye alan kurumlar haline dönüştürüldü. Devlet iktidarı hemen hemen bütün yerel kurumları kuşatmış olmasına rağmen belediyeler yarı-özerk kurumlar olma özelliklerini günümüze kadar koruyabilmiş ve merkezden yapılan bütün müdahalelere rağmen zor da olsa halkın kurumları olarak kalabilmeyi başarabilmiştir. Fakat her ne kadar yarı-özerk kalmayı başarmış olsa da eril zihniyet tarafından kuşatılıp, kadının büyük oranda uzaklaştırıldığı alanlar haline gelmiştir. Zira siyasetten ve politikadan koparılan kadının, halkın kurumları olan belediyelerdeki temsiliyeti de Türkiye genelinde çok düşük bir istatistikte olup, bu istatistik de BDP’nin yaşama geçirdiği “kadın kotası” temsiliyetinden ibarettir. “Kota sistemi” belediyelerimizin eril iktidar tarafından daha fazla kuşatılmasını önlemeye dönük iyi bir başlangıçtı. Kadın Belediye Başkanlığı temsiliyetinin olduğu yerlerde, kadın yöneticiliğine duyulan memnuniyet kadın yöneticiliğine duyulan ihtiyacı da görünür kıldı. Bunun üzerine 2014 yılında belediyelerimizde de kota’dan eşit temsiliyet olan “Eşbaşkanlık sistemi”ne geçildi. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmamızı, kazandığımız bütün belediyelerde yaşama geçirmek en büyük hedefimiz haline geldi.

Zaten Eşbaşkanlık sisteminin belediyelerde yaşama geçirilmesinin temel amacı bu sistemi  toplumsallaştırmak ve bu şekilde kadın katılımcılığını, eşit temsiliyeti toplumun bütün hücrelerine yayabilmektir. Belediyelerimizde kadın iradesinin ön plana çıkması halkın belediyelere olan ilgisini arttırıyor, kadınların kendilerini her zamankinden daha güçlü hissetmesini sağlıyordu.

Bu anlamıyla sistem partilerinin belediyeciliğindeki merkeziyetçi yönetim anlayışından ziyade; herkesin yönetime katılabildiği özelde de kadın iradesinin yansıtıldığı katılımcı, demokratik, kadın özgürlükçü ve şeffaf belediyecilik temel hedefimizdi. Bu eksende bir belediyeciliği yaşamsallaştırmanın yolu da doğru temelde bir meclisleşmeden (Köy komünleri, mahalle meclisleri, kadın meclisleri, gençlik meclisleri) geçmektedir. Bu yönlü çaba ve kazanımları gören devletin kurumlarımıza, projelerimize dönük kimi yönelimlerin olacağını tahmin etmek zor olmuyordu.  DBP Belediyeleri olarak “Kadın Yaşam Alanları”nı birçok yerde yaşama geçirmek için proje ve hazırlıklarımız  vardı, fakat belediyelerimize atanan kayyumlar tarafından bu çalışmalarımız durduruldu.

Belediyeler halk-üstü bir kurum değil

ZEYNEP SIPCIK KADIN TOPLANTISIBizler de, böylesi anlamlı bir sistemin ilk kadın belediye Eşbaşkanları olarak bu sistemin en sağlıklı şekilde yaşam bulabilmesi için bu politikalar doğrultusunda kendimizi donatıp Eşbaşkanlığı temsil ettiğimiz yerellerde, kadın ve toplumla birlikte belediye çalışmalarını yürütmeye çalıştık. Belediyelerin halk-üstü bir kurum olmadığını, aksine bizzat halkın politikaları belirlediği, içini doldurduğu demokratik bir kurum olduğu bilincini oluşturmaya çalıştık.

Bizler Türkiye siyasetinde demokratik mücadele cephesinde bulunan, çalışmalarını yürüten ve köklerini bu mücadele geleneğinden alan kadınlarız. AKP’nin 17 yıllık iktidarı boyunca izlediği en belirgin politikası; iktidarını demokratik olmayan, baskıya, zora dayanan yöntemlerle yaymak ve bu şekilde ülkeyi tek parti yönetimine, diktasına götürmeye çalışmak oldu. AKP bu süre zarfından devletin bütün mekanizmalarını kullanarak, Türkiye siyasetinde var olan bütün muhalif sesleri -özelde de demokratik eksende çalışma yürüten Kürt siyasi partilerini- susturmaya çalıştı ve susmamakta direnenleri de bertaraf etmek için elindeki bütün imkanları kullandı. Bunu yaparken de inşa etmeye çalıştıkları dikta rejimini kitlelere yedirebilmek ve politikasızlıklarının kitleler tarafından duyulmasının önüne geçebilmek, kitle algısını istedikleri yöne çekebilmek için Türkiye’de etkili olan medya kuruluşlarını da bu baskı mekanizmalarıyla kendi yedeğine almışlardır. Bu çizgiye karşı özgür basıncılığı tercih eden birçok basın-yayın kuruluşuna baskınlar düzenleyip, hukuki olmayan yöntemlerle birçok çalışanı tutuklatarak cezaevlerine atmıştır. Böylece liberal eksende çalışan birçok basın-yayın şirketleri istenilen çizgiye çekilirken, özgür basıncılıkta ısrar eden kurumlar kapatılmış, çalışanları da ya ihraç edilmiş ya da tutuklatılmıştır.

Kadınlar AKP için potansiyel suçlu

Erdoğan Saray iktidarı; 15 Temmuz darbe girişimini bahane ederek, 17 yıldır uyguladığı baskıları ayuka çıkarttı. FETÖ’ya karşı operasyonlar adı altında toplumun birçok muhalif kesimini tutuklatarak cezaevlerine attırdı. Aslında darbe girişiminden bir yıl önce zaten AKP Kürdistan’da savaş politikasını devreye koyup; ordu, polis ve devletin bütün kolluk kuvvetleri ile birçok kanlı katliam gerçekleştirdi. Bu kirli politikanın paralelinde birçok siyasetçiyi tutuklamaya başladı. Belediye ve Eşbaşkanlara yapılan kayyum darbesi ile özünde; kadın iradesini temsil eden Eşbaşkanlık sistemine darbe vurmak, bertaraf etmek istedi. Bu haksızlıklara karşı direnenler ya öldürüldü, ya işkencelere maruz bırakıldı ya da cezaevlerine atıldı. En fazla da kadınlar hedef seçildi. Kendi faşist rejimine hizmet etmeyi reddeden bütün kadınlar onlar için potansiyel suçluydu. Zaten faşist iktidarların en çok korktukları, kendi sistemlerine karşı bir tehdit unsuru gibi gördükleri kesim, kadınlar oluyor. Nasıl ki Ortaçağ Avrupası’nda skolastik erkek egemen zihniyetini reddeden binlerce bilge kadın ‘Cadı Avı’ adı altında Engizisyon Mahkemeleri tarafından en vahşi işkence yöntemleriyle öldürülüp kazanlara atılıp yakılarak katledildiyse, bugün AKP zihniyeti de yine benzer yöntemlerle demokrasi mücadelesini yürüten kadınları gözaltına alıp işkencelerden geçirmeyi, tutuklamayı, katletmeyi kendinde hak olarak görmektedir.

Özgürleşen kadın özgürleşen toplumdur

Mahalle Sakinlerinden Esübasükanlara ZiyaretAKP’nin 17 yıllık iktidarı boyunca kadına yönelik şiddet % 1400 gibi bir orana çıkmış, özellikle  savaşın devreye sokulduğu bu son iki yılda kadına yönelik şiddet oranı %1500’leri aşmış durumda. Nitekim birçok yerde de görüldüğü gibi, savaş süreçlerinde kadına ve çocuğa yönelik şiddet, taciz, tecavüz ve katliam vakalarından büyük oranda arttığı gözlemlenir. Toplumda eril zihniyet eğilimleri artırılarak, toplum savaş süreçlerine hazırlatılır. Türkiye’de  artan kadın ve çocuk katliamları da bu politikanın bir sonucudur. Ve yine görüldüğü gibi belediyelerimize atanan kayyumların yaptıkları ilk icraat kadın kurumlarını kapatmak olup, kadın parklarının isimlerini değiştirerek yerlerine asker ve polis isimleri koymak oldu. Böylece binlerce kadının bilinçlenme ve nefes alma alanları gasp edilmiş oldu. Özgürleşen kadın özgürleşen toplum demektir. Özgürleşen toplum ise zamanla devletsizleşir, kendi öz iradesi ile kendisini yönetir. Bundan dolayı dikta rejimiyle ülkeyi yönetmek isteyenlerin ilk yöneldikleri, baskılamak istedikleri kesim kadınlar oluyor, çünkü onlara göre bir toplumu kontrol edebilmenin en önemli yolu, o toplumdaki kadınları kontrol edebilmekten geçiyor. Kadın her alanda her yerde şiddet, taciz, tecavüz, katliam ve işkencelerle ablukaya alınmak isteniyor. Bütün bunlar devletin korkularının büyüklüğünü gösteriyor.

Devletlerin kronik korkuları

Bahsetmiş oluğumuz korkular, devletli yapıların kronik korkuları olup, hemen, hemen bütün devletlerde mevcuttur. Zira hiçbir devlet yapısı, kendi karşısında kendisinden daha güçlü örgütlü yapıların olmasını istemez ve buna engel olmak için de bütün imkanlarını seferber eder. Kimi ülkeler demokratik siyasette daha yakın olmakla birlikte Türkiye gibi birçok despotik yönetimlerin hakim olduğu ülkelerde de her fırsatta demokratik siyasette darbeler vurularak dikta rejimleri kurulmaktadır. Özelde Ortadoğu’yu ele aldığımız zaman son 10 yıldır kaos ortamının hakim olduğunu görebiliyoruz. Bu kaosun Ulus-devlet yapısının yaşadığı tıkanmalar ve krizler nedeniyle çıktığını tahmin etmek zor değil. Türkiye de buna benzer bir süreci yaşamakta. Türkiye’de yaşayan farklı etnik halklardan Kürtler başta olmak üzere birçok halk ve inanç ulus-devlet sistemini kabul etmemekte ve buna karşı demokratik cephelerde birleşip seslerini yükseltmekte. En önemlisi de kadın cephesi her geçen gün daha fazla güçlenmekte. Bu gerçekliği gören AKP Hükümeti, iktidarı için büyük bir korkuya kapılmakta ve MHP ile kurduğu kirli çıkar ittifakıyla da kendileri dışındaki diğer siyasi partileri dahi, tehlikeli görüp her yönlü saldırıları kendilerine hak görmektedirler.

Aslında dünyada var olan bütün despotik rejimlerin renksizliği, yaşamsızlığı dayatma girişimlerine rağmen eğer hala yaşama dair pozitif kalıntılar kalabilmişse, bu kadınların içlerinde barındırdıkları yaşam enerjilerinin toplumsallığındandır. Bugün bu tiranlığı, despotluğu ve dikta rejimini düşürebilecek en etkili güç kadınlardır. Kadının özgürleşip, bu özgürlüğü toplumsallaştırabileceği alanlar da siyaset ve politikadır. Bu topraklarda özellikle de son yılarda Kürt kadınlarının öncülüğünde birçok halklardan kadınların siyasete katılımıyla, halkda devletlere karşı politik bilincin arttığı gözle görülür bir düzeydedir. Kaldı ki bu politik bilinçlenme sadece bu topraklarda sınırlı kalmayıp bütün Ortadoğu’da büyük bir etkilenme ve hareketlenmeye yol açmaktadır.

Gerçek olan şu ki; özgürlüğe ve başarıya olan kadınların sevdasını hiç bir eril güç söndürmeyecektir. Bu kez de zülüm, haklı ve onurlu bir direniş karşısında asla başarılı olamayacaktır. Kazanan muklaka kadınlar ve halklar olacak.

* Kerboran Belediye Eşbaşkanı

Katkılarından dolayı Zeynep Avcı’ya teşekkür ediyoruz.