Krizin sebebi kadınlar değil faturasını da kadınlar ödemeyecek!

- Necla DEMİR
625 views

1 Mayıs Dünya İşçi ve Emekçiler Günü” işçi sınıfı açısından kazanılmış hak mücadelesinin sembol günlerinden biri olarak tarihteki yerini koruyor. Böylesi önem arz eden bu sembolik günde, bu uğurda yaşamını yitiren emekçiler her yıl olduğu gibi bu yıldönümünde de anılmaya devam ediliyor. Günün anlam ve önemini bilen işçi sınıfının verdiği mücadelenin Türkiye topraklarında ne anlam ifade ettiği ise ayrı başlık olarak karşımıza çıkıyor. Yaşam hakkı başta olmak üzere gasp edilen tüm haklardan nasibini alan işçi sınıfı, bu topraklarda ne yazık ki ezilmeye devam ediyor. Alın teri ve emeklerine sahip çıkmak pahasına canlarından olan emekçilerin hiç olmadığı kadar haksızlığa ve hukuksuzluğa uğradığını söylemek ve de gözlemlemek mümkün. 

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD)’nin 2018-2019 yılı raporuna göre Türkiye’de işsizlik oranı yüzde 11.2 iken, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’in 2019 Ocak döneminde işsizlik oranı ise yüzde 14,7 olarak açıklandı. İş gücüne katılma oranı ile kayıt dışı çalışanların oranının da arttığı Türkiye’de resmi işsiz sayısı da 4 milyonu aştı. Tüm bu tablo bir türlü düze çıkamayan ve de siyasi konjonktürden bağımsız hareket edemeyen Türkiye ekonomisinin ne durumda olduğunun da ipuçlarını veren cinsten. Siyasal istikrarsızlığın yaşandığı ve ahkam kesme politikasıyla Avrupa’yı dize getireceğini zanneden siyasal aklın sonucu olarak yaşanan ekonomik krizin iyice derinleştiği Türkiye’de, işçi sınıfının ayaklanması da boşuna değil. 

Mağduriyetleri yaşayan kesim: 

İşçi sınıfı

Türkiye’de geçmişten günümüze hakları gaspa uğrayan işçiler, OHAL döneminde en yoğun mağduriyetleri yaşayan kesim oldu. Çıkartılan KHK’larla işten atılan ve sayıları onbinleri bulan bu işçiler ekmek ve onur mücadelesini de aynı oranda yürütmeye devam etti. Kimi işten çıkarıldıktan sonra açlıkla terbiye edilme politikasına karşı pazarda limon sattı, kimi inşaatta ter döktü, kimi de emeğine ve ekmeğine sahip çıkmak için eylem yaptı, direndi. Ortak olan tek kanı ise bir gün son bulacak olan bu hukuksuzluklar ardından alın teri döktükleri işlerine geri dönecek olmalarıydı. 

AKP döneminde 22 bin işçi iş cinayetinde öldü 

İşçi ölümlerinin artarak devam ettiği AKP döneminde emekçileri korumayan yasa ve düzenlemelerin hayata geçirilmesi de bu tablonun ortaya çıkmasında büyük bir rol oynadı. Bu durum bir yandan emek hırsızlığına diğer yandan da işçi ölümlerine kapı araladı. AKP döneminde 22 bin kişi iş cinayetinde yaşamını yitirirken, alınmayan iş sağlığı ve güvenliği konusundaki önlemler bu ölümlerin artmasında büyük bir rol oynadı. Öyle ki buna en son örnek 3. Havalimanı inşaatında çalışan çok sayıda işçinin yaşamını yitirmesi oldu. Sayıları yüzleri bulan ve çoğu da gizlenen bu işçiler için şantiyeler adeta mezarlık oldu ve olmaya da devam ediyor. İnsani koşullarda çalışmak isteyen havalimanı işçilerinin 2018 Eylül ayında kıvılcımını çaktığı direniş biçimi, inzivaya çekilmiş Türkiye işçi sınıfına da büyük bir moral ve örnek oldu. Günlerce devam eden protestolarda çok sayıda işçi gözaltına alındı ve kimisi de tutuklandı. Ekonomik krizin derinleşmesiyle başlayan süreç ve bu işçilerden alınan güç, Türkiye’nin hemen her yerinde yaşanan hareketliliğe tanıklık ettiğimiz bir döneme girilmesine neden oldu. Büyük fabrika önlerinde başlayan grevler, eylemler, protestolar, iş bırakmalar giderek arttı. Emeklerinin karşılığını almakta ısrarcı olan işçiler, kendi sırtlarında yükselen kapitalist sisteme bir nevi başkaldırdı.

İşçilerin sığındığı tek liman direniş oldu

Krizin yaşanmadığı yönünde yapılan açıklamalar yoksul emekçiler nezdinde karşılığını bulmazken, evine ekmek götüremeyenlerin, işsiz kalanların tek çare olarak gördüğü ölüme bile dil uzatır hale gelindi. Peş peşe yapılan zamlar emekçinin boynunu bükerken, geçinememekten dert yakınan işçi kesiminin sığınacağı tek liman ise mücadele ve direniş oldu. Böylesi bir tabloyla 1 Mayıs’ı karşılayacak olan işçilerden iktidarın bu kadar korkması da boşuna değil. Bilinen gerçek şudur ki, uyanan işçi sınıfı değişim ve dönüşümü de yaşatan kesim olacaktır. Kapitalizmin ekmeğine yağ sürenlerin işçi sınıfının sırtından geçindiği ve onları en alt basamakta ezilmeye mahkum gördüğü gün gibi aşikarken, bu gerçekliğin farkına varılmasından elbette ki korkar. Öyle ki bu korku, rüyalarına girecek kadar derin ve bir o kadar da haklı bir korkudur. 

Kadın işçiler bu sürecin neresinde?

Ekonomik durumun sarsıldığı, ücretlerin hızla düştüğü, güvenceli işlerin yerini esnek, güvencesiz, geçici işlerin aldığı kriz dönemlerinin tüm işçi sınıfı açısından karşılığı buyken, hem karşılıksız emek olarak görülen hem de ücretli çalışan kadınların sıkıntıya girdiği dönem olarak da karşımıza çıkması tesadüf değil. Türkiye’nin hemen her yerinde ayaklanan işçilerin büyük bir çoğunluğunu oluşturan kadın işçiler, pek çok yerde grev ve eyleme gitti. Kriz dönemlerinde sağlık, eğitim ve kurumsal olarak sağlanan hizmetlerdeki kesintiler nedeniyle kadınların hane içi sorumluluklarının arttığı bilinen bir gerçekken; çocukların, yaşlıların ve hastaların bakımının büyük ölçüde kadınların karşılıksız emeği ile sağlandığı da diğer bir gerçeklik. 

İlk gözden çıkarılanlar: Kadınlar

Kriz dönemlerinde kadınların karşılıksız emeğinin hacminin genişlediğini ve bunun yansımasının evlerinde daha fazla iş yapmak zorunda kalmalarından biliniyor. Erkeğin işsiz kalması sonucu azalan hane gelirine karşı “aileyi” ayakta tutmak için evdeki üretim faaliyetlerini daha da yoğunlaştırmak zorunda bırakılan kadının, bununla kalmayıp hanenin bütçe açığını kapatabilmek için evde kazanç sağlayacak işlere yönelmesi de bu nedenledir. Hane içinde karşılıksız emeği sömürülen kadın yaşanan krizden böyle etkilenirken, ücretli çalışan kadınların da krizden doğrudan etkilendiklerini söylemek mümkün. Bu kadınların bir kısmı işten çıkarılırken diğer kısmı ise iş arayıp bulamaz hale getirilir. Çünkü kriz toplam ücretin azalmasına neden olur ve üretemeyen fabrikalar artık işçi aramaz. Aramadıkları ve ilk gözden çıkardıkları ise kadınlar olur. Bu elbette kapitalist ve ataerkil sisteminde kadına biçilen rol ve misyondan bağımsız değil. 

Ekonomi dışı görünen kadın emeği 

İşten en erken çıkarılanların kadınlar olması onların vasıfsız olarak görülmeleri ve kıdemlerinin az olması ile ilişkilendirilse de, asıl olan kadınların işsiz kaldıklarında sessizce evlerine dönmesi ve orada gözden kaybolmasının istenmesiyle alakalı. Çünkü bu durum iktidarlar üzerinde erkeklerin işsiz kalması kadar baskı yaratmaz. Öyle ki bu durum iktidarın, devletin ve daha geniş çerçevede erkek egemen sistemin devamlılığı konusunda “gücüne” ihtiyaç duyulan erkekliğin devamlılığını sağlamayla mümkün olacaktır. Bu bilindiğinden hedef hep kadın olur. Karşılıksız ve görünmeyen emeğin kriz zamanlarında dahi böyle bir seyir izlemesinin nedeni doğallaştırılmış olması, değersiz ve ekonomi dışı görüldüğü içindir ki bu da en çok “kadına” yakışacaktır.

Kriz zamanlarında şiddet oranının artması 

Emek piyasasına erkeklerden daha az katılmak zorunda bırakılan ve istihdam oranları düşük olan kadınların kriz dönemlerinde karşılaşacakları bir diğer muhtemel olgu ise ev içi şiddet oranının artması. Son yıllarda artan oran bir yana böylesi süreçlerde erkeğe krizden kaynaklanan sorun ve bunalımlarını çözmek noktasında “reva” görülen anlayışa da kapı aralıyor. Krizden kaynaklanan gerginlik ve bunalım karşısında yönetici ve patronlara yöneltilemeyen öfkenin, kadın ve çocuklara yönelmesi elbette ki tesadüf değil. Ekonominin iyi olduğu zamanlarda bile kadın düşmanı politikalarından vazgeçmeyenler için kriz adeta “bahane”.

Kadınlar mücadele etme kararlılığında 

Yaşanacakların faturasının kadınlara kesileceğini şimdiden öngören ve bu konuda deneyimli olan kadın hareketleri bunun kabul edilemez olduğunda ise hemfikir. “Krizin sebebi kadınlar değil, neden sonuçlarını biz yaşayalım?” diyen kadınlar kriz bahanesiyle işten çıkarılma, erkekler tarafından şiddete uğrama tehdidi altında olan ve geçim yükü omuzlarına yüklenen tüm kadınlarla birlikte mücadele etme kararlılığında. Ülkenin en zor zamanlarında dahi sokağa çıkmış ve çıkmaya devam edecek olan kadınlar, ülkenin ekonomik gidişatının kendilerini olumsuz etkileyeceklerini düşündükleri için de onu değiştirme zorunluluğu hissediyor. 

Tüm bu tablo karşısında Alman Kalkınma Uzmanı ve kadın hareketi aktivisti Christe Wichterich’in “kadınlar krizin hava yastığıdır” sözünü hatırlatmakta fayda var. 2009 yılında Türkiye’ye sempozyuma katılmak için gelen ve benim de üniversite yıllarıma denk gelen bu cümle, içinde bulunduğumuz ekonomik durumun kadınlara etkisini özetler nitelikte. Kaza yapan araçtakileri nasıl ki hava yastığı kurtarıyorsa, kriz zamanlarında da kadınların üstlendiği rol ve yaptığı işlerin “evi” kurtaracak boyutta görülmesi böyle bir tanımlama yapmayı doğalında getirir. Kuşkusuz ki aktivist Christe’nin böyle bir cümleyi kurmasındaki amaç toplumsal cinsiyet rollerine gönderme. Kadının emek piyasasındaki konumu ve yaptıklarına karşı “güçlü” ve bir o kadar da “imgesel” bir tanımlama. Gerçek olan şu ki kadınlar, ne kadar derinlikli yaşanırsa yaşansın tüm krizlerin üstesinden gelecek pozisyonda. Bu ister ekonomik kriz olsun, ister siyasal, ister erkeklik krizi…

Türkiye’de yaşanan kriz ve bunalımların işçi sınıfına yansıması bu boyuttayken, kadın işçilere özelde yansımalarının olması da elbette kaçınılmaz olacaktır. Böylesi bir tabloyla anılacak ve kutlanacak 1 Mayıs’ların anlam ve önemi de buradan doğru şekillenecektir. Çünkü bu gerçekliklerdir aynı zamanda tarihe iz bırakan. Yaşananlar doğru okunmaz ve tespiti doğru yapılmazsa eksik ve yarım kalması da kuvvetle muhtemeldir. Tüm işçi ve emekçilerin gücünü bu temelden alması gerekir ki direniş ve mücadeleleri de sağlam olsun. Kadın-erkek tüm emekçilerin 1 Mayıs’ı kutlu olsun…