Bir masalla başlar hayat bir masal ile biter. Bir diyardan başka bir diyara akar nehirler tıpkı yaşam gibi… Bazen bir yılan, kedi, çiçek ya da insan oluverir… Gizemli sığınaklar yaratır kendisine efsaneler… Dilden dile akarlar… Haklı olanın, haksız karşısındaki savaşıdır olunmazı olur kılan… Tıpkı bugün gibi… İşte Mezopotamya’nın gizemli serüvenleri de efsanelerde oluşturur kendini. Kimi zaman fakirin zenginle olan kavgası, kimi zaman aşklarıyla zulme başkaldıran sevdalılar…
Her yolculuk zorluklarıyla birlikte yeni umutlara yelken açar. Tıpkı bir varmış, bir yokmuş ile başlayan masalların mutlu sonunu merakla bekleyen bizler gibi…
Her taşın, ağacın, çeşmenin bir öyküsü var
Biz köy çocukları hep masallarla büyüdük. Toprağın yaşam sesini, taşların gizemini, ağaçların dileklerimiz karşısındaki cömertliğini biliriz. Her bir taşın, toprak parçasının, ağacın, mağaranın, çeşmenin bir öyküsü vardır bizim köylerde… Bu nedenle sözlü edebiyatın en güçlü olduğu yerlerdir köyler. Kulaktan kulağa nesiller boyunca sürer bu gelenek… Bazen bir stranda, bazen bir masalda, bazen gizemini koruyan bir taş veya ağaçta kendisini var eder…
Çocukken bazı öykülerin sadece sana ait olduğunu düşünürsün, büyüdükçe öyle olmadığını anlarsın. Başta bir şaşkınlık beliriverir yüzünde, ‘nasıl yani, ama bu bizim köye ait’ diye itiraz etmek istersin. Meğer karşı köydeki masalla bizim köyün masalı aynıymış…
Ben de Pepuk kuşunun hikayesini ilk annemden dinlemiştim. Annem anlatırken o kadar etkilenmiştim ki her Pepuk kuşunun sesini duyduğumda pür dikkat kesilirdim. Pepuk kuşunun söylediklerini, annemin söyledikleriyle karşılaştırırdım. Evet Pepuk kuşu annemin söylediklerini söylüyordu. Bu kuş sadece bizim köyde vardı. Başka bir yerde bu kuşun sesi işitilmez, kimse bu kuşu tanımazdı. Aradan yıllar geçti, annemler köyü terk etmek zorunda kaldılar. Anlayacağınız başka bir diyara yol aldık. Köyden indim şehre hikayesi var ya bizimkisi de öyle. Kalabalık insan seli, arabalar, gökdelenler… Bizim köyde gökyüzünü süsleyen yıldızlar kayıp bu şehirde… Yaprakların xışırtısı, rüzgarın uğultusu, hayvan sesleri yok…
Bir ilk bahar günü çantam sırtımda, Bitlisli bir arkadaşımla okula gidiyorum. Birden ‘duydun mu Pepuk kuşunun sesini’ deyince afalladım. ‘Nasıl yani, bizim köydeki Pepuk kuşu buraya mı gelmiş’ dedim. Gülmeye başladı, ben ise dikkatle Pepuk kuşunun sesini dinlemeye çalışıyordum. Sonunda ‘evet evet bu ses Pepuk’un sesi, bizim köydeki Pepuk buraya gelmiş’ dedim. Çok sonra anladım ki Pepuk kuşu hikayesi Kürdistan coğrafyasında dilden dile dolaşan bir hikayeymiş. Ve herkes bu hikayeden haberdarmış. Size annemin anlattığı biçimi ile bu hikayeyi tekrar hatırlatmak isterim… Belki siz de bir gün çocuklarınıza anlatırsınız.
Pepuk kuşunun hikayesi
Vakti zamanında bizim köyde anne baba ile iki çocuğu yaşarmış. Çocuklarının biri kız diğeri de erkek imiş. Bu ailenin herkesi imrendirecek derecede neşe, mutluluk ve sevinç içerisinde dilekleri gerçekleşir, her şey gönüllerince olurmuş. Köyde çok sevilen bu iki güzel çocuk da gün gelmiş cıvıl cıvıl kuş sesleri, kuzu meleyişleri, dere çağlayışları arasında; mavi ve yeşilin alabildiğine uzandığı yaylaların güzelliği içinde güle-oynaya büyümüşler. Taa ki günün birinde anneleri aniden rahatsızlanıp ölünceye dek. Bu durum, ailenin tüm neşesini, huzurunu, mutluluğunu üzüntüye çevirip yok etmiş. İki kardeş de artık eskisi gibi ne gülmüş ne de sevinip oynamışlar. Köyün her tarafına ağır bir yas ve sis bulutu çökmüş… (Annem arada ziyaretler adına yeminler eder ‘kimse annesiz kalmasın kızım. Anne üvey olursa öz baba da üvey olur’ derdi.)
Bir müddet sonra evde aş pişirecek kimsesi olmadığı için babaları yeniden evlenmek zorunda kalmış. Üvey anneleri çocuklara düşmanca davranır, fırsat buldukça kötülük edermiş.
Hele babaları evden çıkınca vay haline çocukların, onlara türlü türlü eziyetler eder rahat yüzü göstermezmiş. Çocukları gece gündüz çalıştırıp, döver ve kimseye anlatmamaları için de korkuturmuş. Baba ise üvey annenin yaptıklarını inanmaz, kimi zaman ise görmezden gelirmiş.
Babalarının yine evde olmadığı bir bahar günü, üvey anneleri iki kardeşe torba ve kazma vererek, dağa kenger toplamaya gönderir. İki kardeş sabah erkenden evden ayrılarak kenger toplamak için dağın yolunu tutmuşlar. Abla bir bir topladığı kengerleri kardeşinin sırtında taşıdığı torbaya koyarmış ve hava kararmaya başlayıncaya kadar kenger toplamışlar. Artık köye dönmek üzereyken abla, kardeşinin sırtında taşıdığı torbanın dolup dolmadığını anlamak için torbayı yere indirip bakmış ki ne görsün, torbada bir tek kenger yok. Bu duruma şaşıran iki kardeş, “Sabahtan beri topladığımız kengerleri gizli gizli yedin değil mi? Biz şimdi eve nasıl döneriz? Üvey annemiz bizi öldürür!..” deyip çıkışmış kardeşine.
Kardeşi ise “Hayır abla, bana yemem için verdiğin bir tek kengerin dışında yemin olsun ki yemedim!” demiş. Ancak ablasını bir türlü inandıramamış. Kardeşi ‘inanmıyorsan beni burada öldür’ demiş. Ablası elindeki kazma ile o an kardeşinin kafasını yarmış ve kardeşi oracıkta ölmüş.
Gidip torbaya tekrar bakmış ki torbanın dibi delik ve sabahtan bu yana topladıkları kengerlerin döküldüğünü anlamış. Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan abla, bu acı ve vicdan azabıyla kahrolmuş ve orada bulunan pınarın suyuyla kardeşini yıkayıp ağlaya ağlaya gömüvemiş. Kardeşinin yeri belli olsun diye de başucuna bir fidan dikmiş.
Eve döndüğünde kardeşini soran babasına. “O biraz yoruldu oduncularla gelecek” demiş. Oduncular gelmiş, çocuk gelmemiş. Genç kız bir yandan baba korkusu, diğer yandan vicdan azabıyla kavrulmuş, yanmış, tutuşmuş parça parça olmuş yüreği. Abla, bu acı ve vicdan azabıyla Tanrı’ya yalvarmaya, dua etmeye başlamış. “Tanrım beni Pepuk kuşu yap ve bu dağlara sal ki dünya döndükçe dağlardan dağlara kardeşim diye seslenip durayım!…”
Efsane bu ya o gece kızın dileği kabul olur, genç kız o gece Pepuk kuşu olmuş ve gidip kardeşinin başucundaki ağaca konup hep kardeşi için seslenip durmuş. Ve işte o gün bu gündür bu kız, Pepuk kuşu olarak dağlarda; oradan oraya dolaşarak, kardeşini öldürdüğü için herkese kendini lanetler. Her bahar mevsimi kengerin yerden bitmesi ile beraber Pepuk kuşunun acıklı ötüşü de başlar.
‘Pepuuk’
“Keko”
“Kî qir?”
“Min qir”
‘Kî kuşt?’
‘Min kuşt’
‘Kî şuşt?’
‘Min şuşt’
Rojin Zerdal