Rojava’da kadın adaleti: Mala Jin

- Berfin Güneş
505 views

Kürt kadınları Kürdistan’daki birçok siyasi ve askeri mücadelenin ön saflarında yer aldı ve yer almaya devam ediyorlar. 2011’den itibaren gelişen devrim inşası sürecinden bu yana da dünya çapında daha çok görünür oldular. İşin aslı Kürt kadınları; gerillalar, aktivistler, politikacılar, anneler ve tutsaklar olarak Kürt Özgürlük Hareketi’nin kuruluşundan beri hareketin ideolojik, siyasal ve toplumsal gelişiminde belirleyici rol oynadılar.

Bugün birçok kesim Kürt Kadın Hareketi’nin tarihini inceliyor, kadınların özerk yapılarının nasıl ortaya çıktığını, dört parça Kürdistan’ın dağları ve şehirleri arasında nasıl mobilize olduklarını, “kamusal alanda” var olma mücadelesi verirken “özel alanda” nasıl meydan okuduklarını ve hareketin sahip olduğu özgürleştirici gücü analiz etmeye çalışıyor. Kadın özgürlük ideolojisi etrafında evrenselleşen Rojava Devrimi’nde, ataerkil, devletçi ve iktidarcı uygarlıkların yarattığı toplumsal sorunlara karşı “özel alan” için geliştirilen çözüm arayışları ve modelleri ise en çok ilgi çeken konular arasında.

Kadın yasaları

Rojava’da ezber bozan devlet dışı yeni adalet sisteminde, toplum hem toplumsal sorunların çözümü için oluşturulan yasaların belirlenmesinde hem de uygulanmasında özne konumunda. Bu sistemde mahkemelerin rolünü azaltan ve yerine toplumsal adalet mekanizmasını yerleştirmeyi hedefleyen bir anlayış söz konusu. “Kadın adaleti”nin sağlanması için de kadın yasaları yapıldı, kadın evleri  kuruldu, kadın asayiş birimleri oluşturuldu. Bu yasalar, “Kadınların özgürlüğü demokratik, özgür bir ailenin ve toplumun yaratılmasını garanti edecektir… Bir toplumun gelişme düzeyi kadınların rolünün güçlendirilmesine, toplumun inşasına ve gelişimine kadınların katılım düzeyine bağlıdır” perspektifi esas alınarak oluşturuldu (Kadın yasaları, 2014).

Rojava’da sadece kadınlar değil erkekler de kadın hakları konusunda büyük dönüşümler yaşıyor. Bu deneyim bizlere, kadınların ve erkeklerin sürekli güçlendirilmesi yoluyla, egemen erkek zihniyetine karşı nasıl meydan okunduğunu anlama fırsatı veriyor. Ve görüyoruz ki ataerkil ideolojinin metotları, ataerkil tarih anlayışı deşifre edilerek, doğal toplum bilgisi yeniden incelenerek, cinsiyetçilik ve ataerkilliğe dayalı kapitalist sistem zayıflatılmaya çalışılarak bir kadın devrimi örülüyor. Bir yandan ataerkil ideolojinin kültürel kodları çözümlenip deşifre edilirken, öte yandan “özel alan” olarak sıfatlandırılıp dokunulmaz ve yıkılmaz ilan edilen “ataerkil aile” yapıları değiştirilmeye ve demokratikleştirilmeye çalışılıyor. Çocuk yaşta evlilikler, çok eşlilik, zorla evlendirmeler, miras sorunları, aile içi istismar ve kadına yönelik her türlü şiddet konularında radikal ve sistematik bir mücadele veriliyor.

 Müstesna bir deneyim

Rojava’da kadınlar kamusal alanda her geçen gün daha fazla varlık gösterirken, kendi kimlikleri, örgütsel ağları ve amaçları ile toplumsal inşaya katılıyorlar. Bu da sadece kadınların toplum içindeki konumunu değil, bütün toplumsal süreci belirliyor. Kadınlar, baskın (hegemonik) erkekliği “özel alan”da kırmadan ,“özel alan”daki cinsiyetçiliği ve sömürüyü sorgulamadan ve değiştirmeden kamusal alanda var olmanın patriarkayı kırmak anlamına gelmeyeceğini gayet iyi biliyorlar. Sayın Öcalan’ın ‘Ev kadınlığı köleliğin en eski biçimidir’ belirlemesi, kadınların kamusal ve özel alandaki ideolojik örgüyü anlamalarında oldukça önemli rol oynuyor.

Öncelikle kadınları ilgilendiren ve çoğu zaman “özel alan” olarak kodlanan konular Rojava’daki Mala Jin’lerde (Kadın evi) ele alınıyor. Mala Jin’ler toplumsal sorunların çözümü için kadınların başvurduğu merkezlerdir ve kadın özgürlük mücadelesi açısından çok özgün bir deneyimdir. Baas rejimi döneminde, bir yandan Kürt kadınlarının ulusal kimliği ve toprağı gasp edilirken diğer yandan kadına yönelik her türlü şiddet normalleştirilmiş; miras kanunundan tutalım da, “namus ve şerefi” için kadın katliamını teşvike kadar yapılmıştır. Bir erkeğin şahitliğinin iki kadının şahitliğine eşit olduğu Baas sisteminin yerine eşit temsiliyet ilkesini esas alan bir sistemin yaratılması, ataerkil düzene büyük bir meydan okuma değil de nedir?

Mala Jin’ler, bölgedeki kadınların ihtiyaçları ile kadın özgürlük felsefesi temel alınarak oluşturulan ve Kürt Kadın Hareketi’nin deneyiminden süzülen özgül ve özgün kurumlaşmalardır. İlk Mala Jin 2011 yılında, Qamişlo’da açıldı. Bugün Kuzey Suriye’deki hemen hemen her yerleşim yerinde bir Mala Jin var. Qamislo’daki Mala Jin’e haftada 5 ila 7, yani ayda 35-40 başvuru yapılıyor. Son dönem başvurularının çoğu ise Arap kadınlar tarafından yapılmış.

Mala Jin’ler sadece evinde güvende olmayan kadınların “sığındıkları” yerler değil, kadınların yaşadıkları sorunlara ve hayatlarına dair “çözüm“ ve “alternatif” de aradıkları adreslerdir. Boşanma, çok eşlilik, miras, şiddet, eğitim, ekonomi ve aklınıza gelebilecek birçok toplumsal sorunun çözümünde önemli bir misyona sahipler. Mala Jin’ler kadınların sorunlarını çözmek, toplumsal adalet ilkelerini uygulamak, gerici zihniyetlere karşı sosyal gelişim sağlamak ve ekolojik, demokratik, özgür bir toplum oluşturmak için vazgeçilmez kurumlardır. Rejim mahkemelerinin kadına yönelik uygulamalarını göz önünde bulundurduğumuzda Mala Jin’lerin önemini daha iyi anlayabiliriz.

Yadê Süreyya’nın mücadelesi

Mala Jin’ler toplum içinde çok etkililer, çünkü kurum emekçileri toplumun içinden gelen ve sosyal gerçekliği iyi analiz edebilen deneyimli bilge kadınlardan ve analardan oluşuyor. Mala Jin’in kurucularından Süreyya Cuma Mihemmed, bir başka hitap ile Yadê Süreyya 50 yaşında ve 5 çocuk annesi. Kürt Kadın Özgürlük Hareketi’yle 1990’larda Qamişlo’nun Hilili Mahallesi’nde tanışıyor.

Yadê Süreyya o dönemlerde kadınların mahallelerde örgütlendiğini, evlerde bir araya gelip eğitim gördüklerini ve toplantılar yaptıklarını öğreniyor. Bir gün komşusunun evinde yapılan bir eğitime katılıyor ve Şilan ile Berivan adlı arkadaşlardan çok etkileniyor. O günden sonra evinin kapılarını arkadaşlara açıp, Qamislo’da toplumsal alan çalışması yürütmeye başlıyor. Evleri tek tek dolaşan Yadê Süreyya kadınların Kürt Özgürlük Hareketi’ni tanıması için uğraşıyor. Hatta Özgürlük Hareketi’ne maddi katkı sunmak amacıyla yıllarca pamuk tarlalarında çalışıyor. Yadê Süreyya’nın eşi o dönemlerde devlet kurumunda çalıştığı için oldukça kaygılı davranıyor ve eşinin aktif bir biçimde çalışmalara katılmasını istemiyor. “Eğer bir gün rejim güçleri tarafından yakalanırsan senin hiçbir sorumluluğunu almam” diyerek Yadê Süreyya’nın çalışmalara katılmasını engellemeye çalışıyor. Yadê Süreyya’nın mücadelesi sadece rejime karşı değil aynı zamanda  eşine ve ailesine karşı da başlamış oluyor.

Resim çizerek not alıyor

Yadê Süreyya yürüttüğü mücadelede herhangi bir engel tanımıyor. Okuma yazma bilmemesi kişisel gelişimi, mücadelesi ve toplumsal hizmetleri açısından engelleyici bir faktör olmuyor. O, Mala Jin’e başvuran kadınların sorunlarını resim çizerek not ediyor, daha sonra diğer üyelerle paylaşıp kolektif bir çözüm üretmeye çalışıyor. Yadê Süreyya’ya göre yakın zamana kadar sadece kendi ellerinde olan bir alanı bırakıyor olmak erkekleri zorluyor. Ve ekliyor: “Devrim bir süreçtir, çok çaba ve emek gerektirir. Birdenbire gerçekleşmez.”

Bu coğrafya, cesaretiyle herkesi kendine hayran bırakan,  inatla mücadele alanlarını terk etmeyen ve her türlü engellere rağmen yaratıcılıkları ile “kadın başına” ne kadar çok şey başarabilecekleri konusunda farkındalık yaratan on binlerce kadının hikayesi var. Yadê Süreyya da onlardan biri.

Onlar sadece IŞİD’e karşı savaşta devrim yapmadılar, toplumsal yaşamın her alanında evde, sokakta, işte  yaptıkları devrim ile  dünyada  milyonlarca kadına umut ve ilham kaynağı  oluyorlar!