Toplumsal cinsiyetçilik  iktidar ve kölelik sorunudur

- Tekoşin Ozan
766 views

Toplumsal cinsiyetçilik, iktidarcı, devletli toplumun üretimidir. Toplumsal cinsiyetçilik sorunu, günümüz de oldukça ağırlaşmış bir sorun olmakla birlikte, dar mekan ve zamanların değil, 5 bin yıllık tüm devletli toplumların ana sorunudur. Kadın köleliği, erkek egemenlikli zihniyetin çok boyutlu sömürü sistemlerinin beslenme kaynağı kılınmıştır.  Tüm eşitsizlik ve özgürlüksüzlerin temeline kadın köleliği yerleştirilmiştir. Egemenlikli sistem kendisini ailede temellendirir ve toplumsal dokuyu buradan bozarak, iktidar ilişkilerini bütün hücrelere yedirir. Bu temelde iktidar ve devlet düzeninin gelişmesine bütün toplum ortak edilir. Bu anlamda, cinsiyetçi zihniyet ve yapılanmaların çözümlenmesi ve geriletilmesi tüm toplumsal kesimlerin özgürlük ihtiyacının karşılanmasını sağlayacaktır, 81904oluşturacaktır.

Kadınlık ve erkeklik sorununu, eril ve dişil doğasal ikilemini karşıtlaştırmak üzerinden ele almak son derece yanlış olur. Biyolojik olarak kadın-erkek ikilemi, evrensel ikilemli yasanın insan gerçeğindeki halidir. Gece-gündüz, pozitif-negatif, sonlu-sonsuz, varlık-yokluk gibi ikilemleri sorgulamak ne kadar anlamsızsa, kadın-erkek ikilemini de sorgulayarak toplumsal cinsiyetçiliğe tanım aramak o kadar yanlış olur. Hayat dediğimiz şey, bu doğal ikilemlerin ilişki ve üretimlerinin eseridir. Bütün doğal gerçekliklerin temelinde bu doğru vardır. İçsel ve dışsal olarak yaşanan bu olgunun dengesi doğayla uyumu sağlar. Her kadının biraz erillik, her erkeğin biraz dişilik barındırması temelinde kurduğu iç dengesi, kadın ile erkeğin ilişkilerindeki dengenin de temelidir. Erkek varlığı kadınla anlam kazanırken, kadın da kendi varlığını erkek varlığıyla tanımlayabilir. İnsan türü eşeysiz olsaydı kadın ile erkek diye bir şey olmaz sadece insan olurdu. İkilemli taraflar ne birbirinin aynılığıdır ne de tamamen bağımsız geçekliklerdir. Biyolojik yapıya olumluluk veya olumsuzluk bahşetmek anlamlı bir sonuca götürmez. Her iki cins de doğanın kanunları temelinde karşılıklı farklı, tamamlayan, kendine özgü özelliklere sahiptir. Dişinin üretken olması erilin rolünü önemsizleştirmez. Çeşitliliğin bir doğa kanunu olduğu açıktır. İnsan türünde çeşitliliği kadın ve erkek birlikte sağlar. Bu anlamda her iki cinsin, kendine özgü ama birlikte anlamlanma gerçeği vardır.

“Kadın üzerinde iktidarlaşamayan erkek kötüdür, kılıbıktır”

Kadın ve erkek için olumlu-olumsuz, iyi-kötü sıfatları toplumsal yaşam içerisinde şekillenir. “Kadın düşürür, kadın kanar-kandırır, kadın eksik akıllıdır, akıl erkek işidir, erkek yönetir, kadın yönetilir” deyimleri kadın-erkeğin biyolojik yapılarının gerçeğini ifade etmez. Tamamen erkek egemen zihniyetin toplumsallaşmış söylemleridir. Toplumsal cinsiyetçiliğin dayandığı iktidar ve devletli sistem, bu deyimlerin sahibidir. İyilik kötülük ölçüsü, erkek lehine kurulan iktidarcı düzenin ölçüleridir. “Kadın üzerinde iktidarlaşamayan erkek kötüdür, kılıbıktır.” Buna karşılık, “erkek çocuk doğuran ve erkeğe her türlü hizmette kusur etmeyen kadın iyidir.” İfadeleri cinsiyetçi toplumun toplumsal yaşamda pratikleşme biçimidir.

Toplumsal cinsiyetçilik, bir toplumsal sorundur. İktidar ve kölelik sorunudur. İktidar ve köleliğin zihniyete yerleştiği ve kurumlaştığı her yerde toplum, erkek lehine cinsiyetçidir. Cinsiyetçi toplumsal kural ve gelenekler, kadın köleliğini süreklileştirerek, boyutlandırır. Cinsiyetçi toplum, varlığını garantilemek amacıyla çocukluktan itibaren, cinsiyetçilik üzerinden rollerini erkek ve kız çocuklarının zihnine işler. Erkek çocuk; almaya, yönetmeye, hakim olmaya, güç gösterisi yapmaya yönlendirilir. “Aslan oğlum, koçum” şaşalarıyla büyüyen erkek çocuğun kişiliği, ailenin reisi, kadınla özdeşleşen namusun bekçisi olarak şekillenir. Cinsiyetçi toplumun, kadın aleyhine erkeğe tanınan haklar üzerinden donanım sağlar. Yazılı olmayan ama dünyanın hemen her yerinde geçerli olan bu yasalar erkeğe, kadını öldürmekten, dövmeye, emeğini ve doğurganlığını sömürmekten, cinselliğini kendi tasarrufuna almaya kadar çok kapsamlı “haklar” verir.

Cinsiyetçi toplumun erkeğe tanıdığı kadın karşıtı “haklar”ın temelinde mülk anlayışı vardır. Kadın, aile ve evlilik bağları üzerinden erkeğin mülküdür. Toplumda “hem döverim, hem severim” deyimi bu nedenle çok geçerlidir. Mülküne nasıl yaklaşacağı erkeğin tasarrufundadır. Neredeyse günlük olarak yaşanan kadın katliamlarının altında yatan bu anlayış, çok güçlendirilmiştir. Kadınlara bile erkeğin mülkü olduğu anlayışı kanıksatılmış ve buna uygun davranışlar kazanması erdem sayılmıştır. Dışarıda ekonomik, sosyal, toplumsal sorunlarda yenilgili olan erkeğin iktidarlaşma hırsını kadın üzerinde tatmin etmesi toplumsal yaşamın bir parçası olmuştur. Neden bütün hırsını kadından alır?  “Gücü gücüne yetene” anlayışına dayalı ataerkil iktidar sisteminde erkeğin elinin altında olan ve zorunlu kölesi olan kadınlardır. Bu nedenle erkeğin deşarj olmasının da zeminidir. En alt sömürge olan kadınların maruz kaldığı, katmerli sömürü, baskı, şiddet, tecavüz, iktidarcı sistemin kendini her gün yeniden üretebilmesinin vazgeçilmez kurallarıdır. Erkekliğe, öncelikle kadın üzerinden iktidarlaşma duygusu tattırılır ve günlük olarak bu duygunun aynı kaynaktan beslenmesi sağlanırken, ataerkilliğin sistemleşmesi ve süreklileşmesi de sağlanmaktadır. Ezilen kadın, ezilen toplum olmuştur. Yitirilen kadın, yitirilen ahlak ve özgürlük olmuştur. Tecavüze uğrayan kadın iradesi, tüm toplumun tecavüz kültürünün esiri olmasını getirmiştir.

Tecavüz kültürü günlük olarak üretilmiştir

tecavuz-kinama-2Tecavüz kültürü o kadar derinleştirilmiştir ki, bundan başka bir yaşam tarzı olabileceğinin tasavvur bile edilmesi çok zorlaştırılmıştır. Yaşam ufku köreltilmiştir. Namus namus diye bağıran ataerkil zihniyet ve temsilcileri günlük olarak tecavüz kültürünü üretmişlerdir. Zorunluluktan koca evine gönderilen ve erkeğin her türlü hizmetini yapmak zorunda olan kadının durumu en ağır ve yaşam boyu tecavüzdür. Ters yüz edilen gerçeklerden biri olan evlilik olgusu; tecavüzün engellenmesini değil, kadınlar için tecavüze boyun eğmenin zorunluluk haline gelmesini sağlamıştır. İslamiyet’teki “kocası isterse devenin üstünde bile olsa kadın kendini sunmalıdır” kuralı bu gerçeği çok iyi ifade eder. Günümüzde reklam aracı olan kadının durumu da, günlük olarak tecavüzü yaşamaktır. Sistemde yer alabilmesi, “kariyer yapabilmesi”, “yükselmesi” ya da “yıldızının parlaması” için ruhunu, bedenini ve cinselliğini tecavüze açık tutmak zorundadır. Sisteme dahil olabilmek için benliğinden feragat eden kadın zaten tecavüze uğramıştır. Bu durumda sistemin tecavüzüne uğrayan kadının liberalizmin iddia ettiği gibi gelişkinliğinden, özgürlüğü ve eşitliğinden söz etmek mümkün değildir. Toplumun seçeneksizleştirildiği iktidarcı yaşam da, tecavüz kültürünün içinde daha fazla yer alabilmenin rekabetine girilmesi durumun vahametini ifade eder. Ataerkil sistem tüm bunları kamufle etmenin yollarını da bulmuştur. Yine kendi üretimi olan paralı tecavüzü günah keçisi yapmıştır. İktidar ve köleleştirme üzerinden geliştirilen günlük tecavüz kültürünü namuslu kılmış, namussuzluğu da fuhuşla izah etmiştir. Fuhuş yapan kadınlar bütün kötülüklerin anası gösterilmiş, namuslu-namussuz çelişkisi üzerinden fuhuşa tepki olarak günlük yaşam içerisinde üretilen tecavüz kültürüne toplumun dört elle sarılması sağlanmıştır. Hal bu ki, fuhuş ve aile içi tecavüz aynı iktidarcı ataerkil sistemin farklı versiyonlarıdır. Devlet ekonomisinin temelinde genelevler vardır. Genelevi olmayan devlet yoktur. Kırsal alan, gibi devletle mesafeli alanlar dışında, devlet asla genelevsiz kalmaz. En büyük vergiyi genelevlerden alan Türkiye devleti, fuhuşu saatlik evliliklerle yasallaştıran İran İslam devleti ( fuhuşu evlilikle yasallaştırması anlamlıdır ) veya devlet ekonomisi tamamen kadın ticaretine dayanan Finlandiya devleti ve  bir zamanlar Avrupa’nın genelevi olan ama sosyalist rejime rağmen bu faaliyetini hala çok aktif olarak sürdüren Küba sosyalist Devleti gibi. Kadın köleliğine dayalı namusu da namussuzluğu da ataerkil sistem üretir.  Bunun da ötesinde, dizginlerinden boşaltılan cinsellik üzerinden porno kültürü, ensest, sapıklık, günübirlik kadın erkek ilişkileri üzerinden aşkın ve sevginin yozlaştırılması, iktidarcı ataerkil sistemin ayrı ayrı versiyonlarıdır. Özde hiçbir farkları yokken farklılık biçimseldir.

Neden kadınlar bu kadar aşağılanmayı kabul ediyorlar? Diye sorulabilir. Buna bir çırpıda yanıt vermek mümkün değildir. Teslim olan kadının hikayesi, binlerce yıllık kaybediş ve kayboluşun hikayesidir.  Bu kaybediş ve kayboluş kadınların kölelikte bağışıklık kazanmasına yol açmıştır. Mevcut konumunun ötesini göremez olmuştur. Bilgeliği körelmiş, cesareti kırılmış, özgüvenini yitirmiştir. Kadınlar tabi olmaya, hizmet etmeye, tatmin etmeye teslim olmaya yani tümüyle benliğini sunmaya göre eğitilmiş, yönlendirilmiştir. Erkeğin mülkü olduğu anlayışı bütün iliklerine işlemiştir.  Ötesi yoktur, varsa da kötüdür.

Ana kadın kültürü insanlığa pek çok değer kazandırmıştır

Hal bu ki, tarihi bulgular, Ortadoğu’nun bir zamanlar ana kadın değerleri etrafında kültürleşmenin mekanı olduğunu kanıtlamıştır. Uygarlık tarihinden daha uzun bir süre toplumsallaşma gerçeği ana kadın etrafında örülmüş, insanlığın en temel yaratımları bu süreçte ortaya çıkmıştır. Yerleşik hayata geçiş, ilk ev ve barınaklar, ilk köyler, toprağın işlenmesi, günümüzde bile kullanmaya devam ettiğimiz bütün temel mutfak ve ev araçları, tarım ve orman araçları, tekerlek, dokumacılık, hayvan evcilleştirme ve onların ürünlerinden
faydalanma, otlardan ilaç yapma, yiyecekleri geleceğe bırakma ve daha birçok keşif ana kadın kültürünün insanlığa kazandırdığı değerlerdir. Toplumsallaşmanın ilk hali bile kadın etrafında örülmüştür. Bu nedenle toplumsallaşmanın çekirdeğinde kadın vardır. Evrensel işleyiş yasalarına en yakın ahlaki değerler ilk toplumsallaşmanın ilkeleridir. Topluluk için var olan bireyler, topluluğun güvenliği, verimi ve değerli bir üyesi olmanın şerefiyle yaşar. Haklar eşit, bireyler özgün, topluluk kutsaldır. Üretim ve tüketim kolektif olduğu gibi çocuklarda bu değerler temelinde kolektif bir ilgilenme ile topluluğun değerli ve iradeli üyeleri olarak yetiştirilir.  Ana tanrıçaların çağı olan Neolitik çağ, kadının üretim ve verimliliğine şükretmenin ifadesi olarak şekillenmiştir. Kadın bereketi kutsal kabul edilmiş, yüceltilmiş ve bu toplumsal maneviyat heykeller ve resimlerle ölümsüzleştirilmeye çalışılmıştır. Kadın eksenli yaşam tarzında hiyerarşik yapılar ve iktidar tanınmamış, artı değer, gasp, sömürü hiç bilinmemiştir. Kadın etrafında oluşan ilk toplumsallaşma egemenliğe değil, tamamen kadının doğurganlığı ve topluluğun yaşamasını sağlayan; bir arada olma, ahlaki anlayış ve kurallar oluşturma, uzun vadeli yiyecek bulma, yaşamsal araçları yaratma gibi verimli ve bereketli üretimine dayanmıştır. Topluluk için verimli ve kalıcı üretim yapabilme hayati önemdedir ve haklı olarak kutsanır, sadakat gösterilir. Çok uzun bir tarihsel zamanda hakim olan anaerkil zihniyet ve yaşam tarzı, uygarlığın çıkış aşamalarında da büyük direniş destanlarıyla mitolojilerde yer etmiştir.

İktidar ve devlet erkek egemenliğinin öncülüğünde varlık kazanmıştır. Sümerlerle başlayan uygarlık tarihi Şaman, savaşçı erkek ve yaşlı erkeğin ittifakı üzerinden, ana kadın etrafında ortaya çıkan tüm değerleri gasp etmiş, kendine mal etmiştir. Hiyerarşik toplum, yitirilen kadın gerçeği üzerinden inşa edilmiştir. Köy toplumu olan Neolitik kültüre karşılık, kentlerde yüceltilen devletli toplum, özgür kadınların değil kaçırılıp musakaddimlerde (ilk genelevler) Huri olan kadınların mekanı yapılmıştır. Dağlarda tanrıça olan Huriler, kent devlerinde genelevlerin ve dört duvar arası özel evlerin mülkü olmuştur. Uygarlığın bu dönemi başlangıç saydığı tarih, böyle başlamıştır. Beş bin yıl süren baş aşağı düşüş kadını özünden uzaklaştırmış, tanınmaz hale getirmiştir. Benliği parçalanmış “ yarı insan” kabul edilmiştir.

Kadının durumu Beş bin yıldır süren ve derinleşen kaostur. Bu durumda sorumuza yeniden dönersek, kadınlar neden bu kadar aşağılanmayı kabul edebiliyorlar? Diye sormak anlamlı değildir.  Uygarlık tarihi kadınlara köleliği kabul edip etmemek gibi tercihler sunmamıştır ki red etsin.  İçsel olarak ve birazda Neolotik değerlerin hafızalarda bıraktığı anılarla kadınlar şu veya bu düzeyde bilinç dışı da olsa içinde bulundukları koşullarla çelişmiş, çelişmektedir. Rahat ve özgür olmayan insan davranışlarıyla içsel refleksler sergilemişlerdir. Ancak ne objektif durum yani toplumsal cinsiyetçi zihniyet koşulları ne de binyıllarca özgücünün köreltilmesi başkaldırmaya imkan vermemiştir. Ataerkil zihniyet ve yapıları kadınların toparlanmasına hiç fırsat sunmamıştır. Açık ki kadınların güç kazanması ataerkil zihniyet ve yapılanmaların geriletilmesini getirecektir. Kadının özgürlük koşullarını yaratması tüm toplumun özgürleşmesinin, dolayısıyla iktidar ve devlet düzeninin altının boşalması demektir. Sistemin kadın köleliğindeki ısrarı iktidar ve devlet düzeninin garantilenmesi amacıyladır. Bu nedenle toplumsal cinsiyetçilik, egemen sistemin temeli ve tüm köleliklerin kaynağıdır.

Kadınlar sistemin araladığı kapılardan geçmek zorunda bırakıldı

MANSET-1Kapitalist liberal sistem de kadının göreceli olarak daha fazla özgürlük imkanına sahip olması sistemin ilericiliğinin sonucu değil, kadınların yeni metalar olarak toplumsal yaşama katılmalarının, kaçınılmaz olarak karşıt sonuçlar da doğurması gerçeğine dayanır. Kapitalist sistem, eskiden genelev ve özel ev ile sınırlı olan kadın sömürüsünü kapsamlılaştırıp, tümden meta olarak kullanmıştır. Üretime katılan kadınların emeği ucuz iş gücü olarak, doğurganlığı ve analık emeği sosyal yaşamın garantilenmesi olarak ve cinselliği toplumun güdükleştirilmesinin temel aracı olarak sömürülen kadınlar, uygarlık tarihinin hiçbir döneminde bu kadar düşürülememişti. Üstelik hiç bu kadar yaşadığı kölelikten bihaber olmamış kendini özgür sanma yanılgısını yaşamamıştı. Liberalizmin bu yanıltıcı karakteri en fazla kadınlar üzerinde etkili olmuştur. Yaşama dahil olmaya ekmek ve su kadar ihtiyacı olan kadınların bu ihtiyacı liberalizm tarafından çok feci bir biçimde suistimal edilmiştir. Ne yaşadığını bilmez olmuştur. Böylece örgütsüz ve bilinçsiz kadınların minneti ve sadakati sağlanmıştır.  Diğer taraftan toplumsal yaşama katılma ve bilinçlenme imkanları da kendini özgürlükçü ilan etmiş liberalizmin lütfü değildir zaten. Kadınların toplumsal yaşama katılım hakkını kapitalistler vermemiştir. 1800 sonları 1900 başlarına kadar bile yüksek eğitim, seçme-seçilme, meslek edinme hakkı olmayan kadınlar bu hakları fabrikalarda yakılma, giyotine gitme, işkence, saldırı ve hiç ciddiye alınmama koşullarında ölümüne direnerek aldılar. Büyük direnişler sonunda kazanılan bu haklar da her zamanki gibi ataerkil iktidarcı sistem tarafından kendine mal edilerek özünden boşaltılıp, verimli bir kullanım aracı haline getirildi. Kadınlar sistemin araladığı kapılardan geçmek zorunda bırakıldı. İktidarcı sisteme hizmet etmek, işleyen iktidar çarkına dahil olmak temel ölçü oldu. İktidar siyasetinde en ön saflara çıkan kadınların kendini kanıtlama anlayışıyla iktidar düzenini dört dörtlük işletmeye çalışması ve kadın özgürlük sorunlarından uzak durması bunun ifadesidir. Yaşamın her alanında kadınların öz kimliğine sahip olmaması, sistemi güçlendirme posizyonun da olması da bunun içindir. Sanat ve basın alanında tutunabilmesi için cinsellikle yoğrulmuş kadınlık rolünü oynaması gibi. Bilim alanında hala kadın olamayıp bilim adamı olması ve cins kimliğinden feragat etmesi, kadın bilimini üretmekten uzak durması ve analitik zeka üzerinden akılcılık da derinleşip duygusal zekayı önemsizleştirmesi gibi. Cinselliğin yaşamın merkezine yerleştirilerek, tatminsiz toplumun düşürülmesinin süreklileştirilmesi için kadının günlük olarak donatılması gibi.  Seks sektörünün ve fuhşun toplumsal yaşamın etkin ve doğal bir parçası kılınması gibi. Erkeklerle rekabete girip kadın özgünlüğünün her an tahrip edilmesi gibi. İş hayatında aynı işten hala kadınların erkeklerden daha az karşılık alması gibi… v.b. Özgür olduğunu sanıp köleliği iliklerini kadar yaşamak mı kötüdür, yoksa köle olduğunu bilip hiçbir hakka sahip olmamak mı?!!!.. Ölümlerden ölüm beğen! meselesi.

Bununla beraber bilinçli ve örgütlü kadınların marjinal düzeyde bırakılması için her yol denenmiştir. (feminist hareketin marjinal kalması subjektif durumlarıyla da bağlantılıdır) Kuşkusuz alınan haklar çerçevesinde sisteme rağmen kadınlarda bir hareketlenme olmuş, bir kadın özgürlük literatürü yaratılmıştır. Marjinallikten kurtulma, politikleşme, toplumsal dokuya işleme, sistemin zihinsel ve yaşamsal alışkanlıklarından kurtulma gibi bir sorunları olsa da yaratılan mücadele değerleri ve birikim önemlidir. Toplumsal cinsiyetçi zihniyet karşısında kadın hareketleri giderek sorunlarını daha fazla tartışmakta ve gelişmektedirler. Sistem karşısında duyarlı kadınların umudu olmaya devam etmektedirler.

Hareketimiz özgür duruşun temsilini yapmaktadır

-2Ortadoğu’da ve Kürdistan’da aşılmamış birikmiş zihinsel sistemlerle birlikte toplumsal cinsiyetçilik çok daha katmerli yaşanmaktadır.  Bir yandan feodal namus anlayışı, diğer taraftan liberalizmin caf caflı göz alıcı kadın metalaşması.  Ortada cehalet ve toplumsal sıkışmanın yarattığı bunalım. Sonuç; “cinnet geçirdi, karısını ve çocuklarını vurdu”, “sevgilisinin kafasını keserek öldürdü”, “küçük kızını yüzlerce kez polis, asker ve siyasetçilere sattı”, “ bir görüşte aşık oldu ve kaçtı” “artist ve ya manken olmak için evini terk etti.” “ AIDS ve HİV virüslerine rağmen hızla büyüyen fuhuş batağı” “öz kızına tecavüz etti”.. v.b… Cinsiyetçi toplumun Ortadoğu ürünleri. Günümüzde toplumsal baş aşağı düşüşün dibine gelinmiş görünüyor. Bununla bağlantılı olarak toplumsal kaos da had safhada yaşanıyor. İnsanlık adına alarm zilleri çalıyor demek yerinde olur.

Buna karşılık özgürlük ihtiyacının en fazla açığa çıktığı, dillendirildiği ve arayışların geliştiği bir süreç de oluyor. Bu durumda toplumsal cinsiyetçiliğe karşı kadın özgürlük hareketlerinin ideolojik derinliği ve radikalliği, örgütlenme gücü ve mücadele yöntemleri önem kazanıyor. Kadın özgürlük hareketimizin Ortadoğu’da toplumsal cinsiyetçiliğe karşı etkin duruşuyla dikkatleri üzerine toplaması, umudun kaynağı olmasını da sağlamış durumda. Dünya kadın hareketlerinin bile “paradigması yaşamsallaşan tek kadın hareketi” olarak gördüğü kadın özgürlük örgütümüz, toplumsal cinsiyetçiliği geriletmeyi günlük olarak geliştirmeye çalışmaktadır. Reber APO’nun öncülüğünü yaptığı özgürlük paradigması temelinde kadın özgürlük ideolojisi kadınların bilinç kazanma zemini olurken, siyasal, kültürel, sosyal, eğitimsel alana yeniden ve yeni bir tarzla katılım sağlanmıştır. Serhıldanlarda, meşru savunma alanında, siyasette ve sanatsal alandaki, katılımlarıyla toplumsal yaşama ve mücadele zeminlerine yeni bir öz ve biçim kazandırılmıştır. Bu anlamda kadın özgürlük hareketimiz Ortadoğu’ da ki toplumsal sorunlara ve özellikle cinsiyetçi toplum bakış açısına karşı özgür duruşun temsilini yapmaktadır. Özgür yaşama ulaşmada ki iddia düzeyi toplumsal cinsiyetçiliği aşma kapasitesindedir. Kuşkusuz bu çok uzun vadeli bir mücadeledir. Ancak özgürlük ihtiyacının aciliyeti dikkate alındığında Ortadoğu’nun Demokratik, Ekolojik ve Cinsiyet Özgürlükçü toplum Paradigması öncülüğünde devrim nitelikli gelişmelere açık olduğu da bir gerçektir. Kadın hareketinin bu amaçla sonuna kadar mücadelesini her zeminde geliştirme kararlılığı tamdır. Toplumsal cinsiyetçi zihniyet aşılmakla yüz yüze bulunurken, kaybetmeye de mahkumdur.