Toplumsal cinsiyetçilik tartışmalarının neresindeyiz?

- Rojda YILDIRIM
840 views

Sistem ve gelenekler tarafından sonradan inşa edilen toplumsal cinsiyet rolleri insanlığımızın can alıcı sorunu olmaya devam ediyor. Bu konuda farklı çevrelerin birçok teorisi olmakla birlikte genel anlamda kadınlık ve erkeklik rollerinin üretilmesi, egemen sistem ve  BASKI - KADIN - CIZIMsosyal bilimler üzeriden de meşrulaştırılması, sorunu daha çetrefilli kılmaktadır. Bir de buna tek tanrılı dinlerdeki ataerkil söylemleri eklediğimizde sorun daha da zorluğa bürünmektedir. Avrupa’da yetişen gençlerin hem pozitivist hem de postmodern algıları, geleneksel toplumda hakim olan feodaliteyle birlikte dini referanslı yaşam anlayışları, muhafazakarlığı aştığını iddia eden ancak özgürlüğü kapitalist sistem dahilinde gören yaşayışlar, toplumsal cinsiyetçilik tartışmalarının ne kadar hayati olduğunu göstermektedir.

Uzun süredir ortamlarımızda yapılan toplumsal cinsiyetçilik tartışmaları önemli bir düzeyi açığa çıkarmakla birlikte halen ciddi sorunlar ve yanılgılar yaşanmaktadır. Dönem dönem ortamlarımızda yoğunlaşan sorunlarla paralel olarak ele alınmakta, ancak çoğu zaman güncel gelişmeler karşısında kendine yer bulmakta zorlanmaktadır. Toplumsal cinsiyetçiliğe dayalı tartışmalar son yıllarda eğitim, seminer gibi aktivitelerle süreklileştirilmeye çalışılmaktadır. Bu konuda belli bir duyarlılık ve çabanın olduğu belirtilebilir. Ancak geçen dönemde toplumsal cinsiyetçilik eksenli güncellemeler kadın hareketinin dayatmalarıyla olmuştur. Genel meclislerimiz, komünlerimiz halen konuya bir yabancı gibi, deyim yerindeyse bir “öteki” gibi bakabilmektedir.

Örneğin genel meclislerimizden “özgür eş yaşam” ya da “toplumsal cinsiyetçilik” konulu eğitim, seminer gibi bilinç yükselten aktivitelerin taleb edilmemesi ya da kendi başlarına bu tarz organizasyonların yapılmaması ya da planlama eksenli tartışmalara kadınlardan bağımsız olarak ele alınıp örgütlendirilmemesi ciddi bir sorundur. Bu durum toplumsal cinsiyetçilik tartışmalarının başta genel yapımız olmak üzere topluma mal etmedeki zayıflıklarımızı göstermektedir.
Erkekler ‘erkeklik’ ideolojisini çözümlemeli

KADININ BASARISISon bir yıldır Xwebûn kampanyası kapsamında kadın hareketi olarak meclislerimizde, halk içinde çeşitli tartışmalar yürüttük. Bu tartışmaların açığa çıkardığı hem olumlu hem de yanılgılı diyebileceğimiz ele alışlar mevcuttur.

Birincisi; toplumsal cinsiyetçilik dediğimiz zaman direkt kadın akla gelmektedir. Erkekler bu sorunu ele alışta kendilerini halen cinsiyetçiliğin temel bir “öznesi” olarak görmemekte, toplumsal cinsiyetçiliğin üretilmesini erkek üzerinden tanımlamamaktadır. En problemli söylem“kadınlar şöyledir, kadın böyledir” şeklindeki cümlelere başvurmalarıdır, bu sorunu otomatikmen kadın üzerinden tanımlamaya götürmektedir. Abartısız birçok erkeğin “siz kadınlar” diye başlayan cümleleri ve ardından halen “akıl” veren pozisyonda olmaları sorunu bir erkeklik bağlamından çıkarmalarına neden olmaktadır. Felsefenin ve toplumsal cinsiyetçilik tartışmalarına girişi ifade eden “ben kimim” sorusu “sen kimsin”e dönüşmekte, bu “kim” sorusu yine gelip kadında düğümlenmektedir. “Kadınlar şöyle yapmalı, böyle yapmalı” diye başlayan cümleler erkeklerin toplumsal cinsiyetçiliğin kaynağı olan “erkeklik” ideolojisini çözümlemediklerini, kendilerini bunun dışında ele aldıklarını gösteriyor.

Ezilen Kürt-egemen erkek

Bu konuda kadınların ele alışında çeşitli yanılgılar olsa bile kadınlar kendi kimliklerini ve yaşadıkları zorlanmaları anlatmakta çok daha ileri bir noktadalar. Mesela kadınlar çok daha rahat “benim köle ve zayıf taraflarım” diyebilmektedir. Kadınların kendi zayıflıklarını zorlanmakla birlikte ortaya koymaları önemlidir. Birçok kadın yaşadığı ezilmişlik biçimlerini bir şekilde tanımlayabilmektedir. Ancak erkekler “cins olarak hem ezen hem de ezilen taraflarımız var” diyememektedir. Erkek egemen ideoloji, sistem olarak erkeği yüceltse bile kendi içinde erkeği de sömürge ve sınıf olgusu içinde ezmektedir. Yani cins olarak erkek, erkeklik ideolojisinin inşa edilmesinde hem özne hem de nesnedir. Hem kadını ezmekte hem de sistem tarafından ezilmişlik ilişkisi içine çekilmektedir. Önderliğin “karılaşma” olarak adlandırdığı bu sürecin ideolojik olarak yeterince çözümlenmemesi toplumsal cinsiyetçilik tartışmalarının en problemli tarafını oluşturmaktadır. Erkeklerin ezilmişlik olgusunu genelde Kürtlük yani etnik kimlik üzerinden genellemeleri, ancak sistem çarkı içinde erkekliği çözümleyememeleri, onları derin bir yüzeyselliğe sürüklemektedir.

ROLLER VE CATLAK‘Eşime karışmıyorum, istediğini yapıyor’

Aynı yüzeysellik tartışmalarda ortaya çıkan “eşimin önünü açmışım, kadınlara her türlü özgürlüğü vermişiz” zihniyetinde çarpıcı olarak dışa vurmaktadır. “Eşime karışmıyorum, istediğini yapıyor” gibi bolca kullanılan cümleler, bilinç altındaki kadın mücadelesini küçümseyen, bunca bedeli öteleyen, kadınların kendi mücadeleleri sonucunda yakaladıkları düzeyi kendine mal eden zihniyetin de yansımasıdır. Oysa herkes bilir ki kadınların mücadelesi olmasaydı değil kıpırdamak, bir milim dahi yol alınamazdı. Burada yüzyıllara varan kadın mücadele deneyimlerini görmemek kadar, buna değer vermemeyi de okumak gerek. Hiçbir erkek, sistemin ve geri geleneklerin onlara doğuştan tanıdığı imtiyazları isteyerek bırakmayacağını, bunun ancak kadınların mücadelesi sayesinde değişiceği bilinciyle yaklaşmamaktadır. Kadınlar birşeyleri dayattıkça değişmektedir. Hiçbir şey ama hiç bir şey erkeklik söz konusu olduğunda kendiliğinden değişmemekte, kıpırdamamaktadır. “Kadınların önünü açtık” gibi söylemler ideolojik yüzeyselliğin kabaca bir yansıması değil, özgürlükler konusunda iddialı olan bir hareketin felsefesine olan yabancılığın da ifadesidir.
‘Ee ama mutfağa da giriyoruz, daha ne olsun’

Yine aynı kapsamda yapılan tartışmalarda konunun gelip dayandığı alan “mutfak” olmaktadır. Biraz sıkışınca “muftağa da giriyoruz, iş de yapıyoruz, daha ne istiyorsunuz” diyen ve özgürlükler sorununu mutfağa girip girmeme bağlamında ele alan kısır yaklaşımlardır. Mutfağa girmekten olağanüstü bir başarı hikayesi çıkaran erkek “erkekliğimizi de bitirdiniz” tarzındaki derin sığlıkta kulaç atmaktan geri durmamaktadır. Burada erkeklerin mutfağa girmesi elbetteki önemlidir. Kadınlarla ev içi sorumlulukları paylaşmak küçümsenecek bir olgu değildir. Ancak özgürleşme sorununu ya da kadın erkek eşitliğini mutfakta iş yapma sınırında tanımlamak da başka bir çarpıtma biçimidir. “Daha ne istiyorsunuz” tarzındaki söylemler “bizden bu kadar, bak mutfağa da giriyoruz” demenin gizli bir lütfunu yaşayan erkeğin, egemen bakışının farklı bir yansımasıdır. Mutfağa girmeyi bile kadına verilmiş bir lütuf olarak ele almak konunun özünün darlaştırıldığını göstermektedir.
Kadının emeği görülmüyor

TOPLUMSAL ROLLER DEGISIMBu yaklaşımın bir diğer yansıması da kadının ev içi emeğini ele alış biçimlerinde yaşanmaktadır. Bütün gün üretime bağlı olarak çalışan ve çalışması karşılığında belli bir ücret alan erkek, kadının ev içi emeğini görmemekte, dünyanın en zor işi olan çocuk büyütmeyi bir ayrıntı olarak değersizleştirmekte, emek olgusunu rahatlıkla anlamsızlaştırabilmektedir. “Ben çalışıyorum, ama o sabahtan akşama kadar evde boş boş oturmaktadır. Eve gelince herşeyin hazır olmasını tabii ki isteyeceğim” tarzında başlayan cümleler kadının tanımlanmamış ev içi emeğini kendi deyimiyle “boş” görmektedir. Oysaki ruhuyla, duygularıyla, fiziğiyle komple bir emek üretimi içinde olan kadını Önderlik, “analık en kutsal emektir” tanımlamasıyla ortaya koymaktadır. Bu bağlamda kadın emeğine anlam biçmek, aile içi sorumlulukları paylaşmak bir lütuf değil, olması gereken asgari bir yaşam ölçüsüdür. Hayatın her alanında sorumlulukları ortaklaştırmak, çocuk bakımından tutalım ev yaşamının düzenlenmesine kadar paylaşım kültürünü esas almak, özgürlüğe giden yolda ancak bir aşama olabilir.
‘Bizi de bir kadın doğurdu’ kurnazlığı

Tartışmalar biraz daha derinleşip, erkeklik olgusu tanımlandıkça bu sefer de “tamam da eğer biz geriysek bizi de bir kadın doğuruyor ve yetiştiriyor” söylemine sığınılmaktadır. Bu söylem kısmen doğru olmakla birlikte problemli bir ele alıştır. Sistem ve toplumsal gerçeklik analizi yapmadan topu yine kadına atma kolaycılığı açıktır ki başka bir kurnazlık biçimidir. Toplumsal cinsiyetçilik bağlamında kadına biçilen geleneksel rol, çocuklarını farklı bir biçimde yetiştirme şansı vermemektedir. Hem sistemin hem de ağır toplumsal geleneklerin kıskacı altında olan kadın kendisine dayatılan roller çerçevesinde kültür aktarımı yapmaktadır. Hiçbir kadın çocuğunun şiddet üretmesini istemez. Hiçbir kadın çocuğunun namus adına katledilmesini istemez. Hiçbir kadın bir “canavar” yetiştirmek istemez. Ancak kuşaklar boyu ona aktarılan feodal-dini referanslı kültür, kadının ağır baskı koşullarında ve özgür olmayan ortamlarda kendi ezilmişliğini aktarma biçiminde olmuştur. Bir kadın rahat bırakıldığında, özgürlük anlamında ne istediğini bildiğinde aktaracağı kültür ancak özgürlük olur. Dolayısıyla kadınların geleneksel olarak kültür aktarım rollerini sistemden bağımsız ele alamayız. Bu soruna da sosyolojik ve bilimsel bakmak durumundayız. Aksisi yine tüm kötülüklerin “anası” olarak kadını gösterecektir ki zaten ataerkil bakış açısı bunu salık vermektedir.

Ne kadar değişiyoruz?

DSCN0108Son dönemlerde kadın cinayetlerinde yaşanan artış bir kez daha toplumsal cinsiyetçilik eksenli yaşadığımız değişim sorunlarına odaklanmamızı sağladı. Özgürlük mücadelemiz toplumsal özgürlükler içinse -ki öyledir- bunun özünü süreklileşen toplumsal değişim oluşturur. Toplumla tartışıyoruz ancak “ne kadar değişiyoruz” sorusu can alıcılığını yaşanan derin sorunlarda dışa vurmaktadır. Her gün merhabalaştığımız birçok insan eve gidince tipik bir geleneksel rol sürdürücüsü haline geliyorsa, değişim olgusunu ve içselleştirme biçimini yeniden sorgulamak durumundayız. Yaşanan ciddi şiddet vakaları değişim sorunundaki hakikati yani handikaplarımızla bizi yeniden karşı karşıya getirmektedir. Ağırlaşan toplumsal sorunlarımız değişim konusundaki gerçekliği yüzümüze vurmakta, daha radikal bir mücadeleye çağırmaktadır.

Bu anlamda “erkeği öldürme teorisi” ve “kopuş teorisi”ni daha fazla tartışmaya-tartıştırmaya ihtiyaç vardır.

Peki tüm bu tartışmalar bağlamında biz kadınların yaklaşımını nasıl değerlendirmek gerekiyor? Bizlerin bütün bu yanılgılardaki payımız nedir? Gelecek sayımızda da konuyu kadınlar açısından ele almaya devam edeceğiz…