“Dünya nereye, biz kadınlar nereye” diye tartışırken bir de baktık ki erkek egemen faşizmi sadece yanıbaşımızda değil, tüm dünyada yükselmekteymiş. Hani yabancısı değiliz, ülke siyasetini kadın bedeni ve cinselliği üzerinden sürekli tanımlayan Erdoğan gibi bir faşist var karşımızda. Başımızı biraz dışarıya uzattığımızda ise, Firavun ruhlu birçok erkek olduğunu görüyoruz. Amerika’dan tutun, Gambiya’ya kadar, Türkiye’den tutun Suudi Arabistan’a kadar…Hepsinin ortak noktası kadın düşmanlığı, erkekliğin aşırı yüceltilmesi, milliyetçilik ve ataerkil söylemlerin gündelik siyasette sürekli üretilmesi.
Hele hele dünya siyasetini direkt etkileyen ABD gibi bir ülkede Trump gibi birinin ağzından düşürmediği cinsiyetçi söylemler düşünüldüğünde, dünyada maço tarihinin yeniden yazılmak istendiği kesin. Seçim kampanyası boyunca kadını aşağılayan, kadın ve cinselliğiyle dalga geçen, kadının bedeni üzerinden faşizan algı üreten Trump’ın, “cinsel organlarından tutacaksın”, “kadın istemese bile izinsiz öpebilirsin”, “kürtaj yapan kadın cezalandırılmalı” gibi söylemleri, sadece kendi iktidarını oluşturmak isteyen bir faşistin kişisel söylemleri olarak nitelendirilemez. Peki, Trump böyle düşünüyor, ya alkışlayan milyonlar? Bu milyonların kadın düşmanlığını nereye koyacağız?
Birileri çıkıp bütün bu düşmanca söylemlere “iyi, hoş, evet ben de böyle düşünüyorum” diyorsa, orada kitle psikolojisi ve karşılık bulan eğilimlerin tehlikeli boyutlarına da dikkat çekmek gerekiyor. Bu durum dünyanın genel gidişatına da ışık tutuyor. Sadece Trump’ta değil, Putin’de somutlaşan da güç ve iktidarı erkek maçoluğuyla özdeşleştiren ve sürekli alkış alan erkek faşizminin fotoğrafıdır. Brexit ve yine Avrupa’daki aşırı-milliyetçi ve sağcı partilerin yükselişi ile Trump’ın, Putin’in, Erdoğan’ın mevcut durumu arasındaki koşutluğu görmek durumundayız. Kurulu sistemin dünya genelinde yaşadığı krizle yükselen erkek egemen faşizmi arasında dolaylı değil, direkt bir bağlantı vardır. Çünkü mevcut sistemin mayası ataerkilliktir. Her krize girdiğinde demokrasi, insan hakları, kadın hakları gibi söylemlerin üstünü kapattığı ve gerçek yüzünü gösterdiği görülmektedir.
Karşımızda dünya genelinde örgütlü bir erkek egemen faşizmi ve bunun gündelik hayattaki yaşam tarzı olan maçoluk ve lümpenlik vardır. Kötülüğün örgütlü hali de diyebileceğimiz bu durum karşısında peki biz kadınlar neredeyiz?
Trump’ın başa gelmesiyle birlikte Amerika merkezli ama tüm dünyada karşılık bulan kadın yürüyüşleri oldukça umut verici. Milyonlarca kadın sokaklara döküldü. Bu yürüyüşlerin verdiği anlamlı mesajlar vardı. Mesela eylemin örgütleyicilerinden olan Vanessa Wruble adlı kadın aktivist “evet, bu feminizmle ilgili, ama ondan da fazlası; insanların eşitliği ile ilgili daha çok. Çünkü, ırkçılık, kadın düşmanlığı tek başına Trump’ın simgelediği bir şey değil. Trump’ın başa gelmesi, uyuyan bir devi uyandırıyor” diyor. Yani Trump, saklı olan fay hatlarını tetikledi. Söylemleriyle de bu fay hatlarını harekete geçirdi.
Trump’ın neredeyse hepsinin erkek, zengin ve beyaz olan kabinesi, yükselen ve hakim kılmak istedikleri ırkçı megola erkek politikalarının da özünü oluşturuyor. Buna karşılık en güçlü reaksiyonun kadınlardan gelmesi anlaşılırdır. İki ayrı kutupta yer alan ataerkillik ve kadın özgürlüğü gerçekliği bir kadın aktivistin ağzından şöyle isyana dönüşüyor: “Daha önce büyüklerimin protesto ettiği şeyleri hala protesto etmekten bıktım. Amerika bir kadın olarak benden vazgeçti. Ama ben kendimden vazgeçmeyeceğim.”
Bir başka kadın aktivist: “Eşimden tutun Trump’a kadar hayatımdaki tüm erkeklerin, onların pisliklerini temizlemekten bıktığımı bilmelerini istiyorum. Bedenim bana aittir ve artık sessiz kalmayacağım.”
Evet, kadınların bu içten söylemleri geleceğe dair yükselen kadın özgürlük mücadelesine dair de önemli ipuçlarını vermektedir.
Dünyayı kasıp kavuran savaşlar döneminde 68 devrimleri ve dünya feminist dalgasıyla tabuları, geleneksel rolleri allak bullak eden ve “bedenimiz bizimdir, özel olan politiktir” diye bağıran kuşakların mücadele ettiği bir süreç yaşandı. Şimdilerde ise, tam da 3. Dünya Savaşı’nın yaşandığı ve merkezinin Kürdistan olduğu bir zamanda, “herşeyin kurtuluşu kadından geçer” diyen bir Kürdistan Kadın Hareketi var. Diğer tarafta dünyada, tıpkı Amerika’nın Vietnam savaşına karşı ayaklanan milyonlar gibi sokağa akanlar var. Kadın hareketlerinin yeniden evrensel bir karakter kazanacağı bir zaman aralığına giriyoruz. Bu kaos aralığında “ya barbarlık ya insanlık” kazanacaktır. Ama kesin olan bir şey var ki; örgütlü kötülüğün simgeleri olan ataerkilliği, ırkçılığı, dinciliği süpürecek olan tek şey kadınların örgütlü güzelliği olacaktır.